Her ülkenin, çalmadan, sömürmeden ülkelerini yönetecek iktidarlara ihtiyacı vardır. Bu ihtimal gelişmiş ülkeler için bahis konusu değildir. Zira gelişmiş ülkelerde işler ve ihaleler açık ve net olarak yapılır ve iş hak edene verilir. Yani karındaşa, yandaşa, partidaşa imtiyaz tanınmaz. Bu sebeple iş için torpil aranmaz, rüşvet vermeden, bileğinin gücü ile kazanılır.
Ülkemizde de tüm işlerin bahsedildiği gibi olması, millet olarak şayanı arzumuzdur. Ama maalesef mevcut uygulamalarda bunu göremiyoruz. Çünkü bazı şirketler korunuyor, hemen hemen her iş onlara havale ediliyor. Bunların dışında kalan şirketlerde sadece avucunu yalamakla yetiniyor.
Bu nevi görüntüler iktidarları töhmet altında bırakmak için yeterlidir. Bunun olmaması, adil davranılmasına vabestedir. Adil yönetimlerde şaibe dahi gözden kaçmamaktadır. Onun için her işte alenilik, insanları, işverenleri, iktidarları koruma altına alır, böylece dedikoduların önü alınmış olur. Balık baştan kokmamalıdır ki, herkes dürüst davranmaya mecbur kalsın. Böylece haksız zenginleşmenin önü alınsın, millette de güven meydana gelsin.
Ülkemiz hükümetlerinde, bu hususların dikkate alındığı dönemler olmuştur. Bunların başında Milli Görüşün ortak olduğu hükümetler gelmektedir. Çünkü bu hükümetlerde kaçakları önleyen ‘Havuz Sistemi’ne geçilmiş, böylece tüm kaçakların önü alınmış, haramzadelerin hortumları kesilmiştir. Zira devletin tüm imkânları havuza intikal ettirilmiştir.
Bunun sonucunda Refah-Yol hükümeti döneminde denk bütçe oluşturuldu. Böylece ‘havuz’da biriken paralardan memurlara, işçilere, Bağ-Kurlulara, SSK’lılara, emeklilere ziyadesiyle ilaveler yapıldı. Vatandaş ev aldı, araba aldı, çocuğunu evlendirebildi. Böylece yeni vergiler konmadan, milletin yüzü güldü.
Ayrıca Milli Görüşün hükümetlerinde, gerek bakanlar, gerek milletvekilleri, gerekse bürokratlardan suiistimal sebebiyle tek kişi dahi suçlanmadı. Buna rağmen 54. Hükümet sudan bahanelerle 28.02.1997 post-modern darbesi ile görevden uzaklaştırıldı.
Bu durumdan ibret almayan milletimiz; maalesef ‘Adil Düzen’ yerine çalma, çırpma, sömürme düzenine iltifat etti. Böylece intihar ipini boynuna geçirdi. Zira ülkede beklenen ekonomik huzur, sosyal barış realize edilemedi. Kasalar boşaltıldı, Merkez Bankası çıkmaza girdi. Maliyemiz de –cek -cak’larla idare edilmeye başladı.
Bu sıkıntıların baş müsebbibi, oy verenlerin dikkatsizliğidir. Zira oy verenler aşırı bir tutku ile gerçekleri göremeden, sandığa gidip oy kullandılar. Böylece bir hayalin kurbanı oldular. Bunun sonucunda ekonomik kaostan kurtulamadılar. Ama hâlâ nadim de olmadılar. Onun için de elan inatçı keçi gibi davranmaktadırlar.
Çünkü onların “Gözleri var göremiyor, kulakları var duymuyor. Dilsizdirler, kördürler, (Hakk’a) dönmezler.” (Bakara/18 – A’râf/179) Bu aymazlık, menfaatperestlikten ileri gelmektedir. Milleti düşünmemekten, hâlâ zifiri karanlık yolda yürüme şaşkınlığından ileri gelmektedir.
Bu nevi insanlar, maalesef gelişmemiş her ülkede vardır. Kendi menfaatleri için milletin yanmasına bile aldırış etmezler. Bu gibi insanlar ve yöneticiler fakiri, işçiyi, memuru, az gelirliyi düşünmez, sadece kutsallaştırdıklarına tapar gibi hareket eder, bu aymazlıklar sonucunda ülkelerinin batmasına sebebiyet verebilirler.
Tabii ki hiçbir ülke insanı perişanlık istemez. Ama perişanlığa sebebiyet olabileceklerin peşinden koşmaktan da vazgeçmez. Dış ve bazı iç güçler el ele vererek zemini hazırlar, milleti bölerek ufalamaya çalışırlar. Oysa Allah: “Bölünmeyin, parçalanmayın, sonra devlet elinizden gider” (Enfâl/46) buyurmaktadır. Onun için ittifakımız istenmektedir.
Ancak bunu istemeyen partiler var, genel başkanlar var. Bu bilindiği halde, menfaatleri zarar görmesin diye sığıntı olarak yaşamayı yeğ buluyorlar. Hemen belirtmeliyiz ki, ülkemizde kapitalist, liberal partiler olduğu gibi, sosyalist partiler de oldu. Ama hiçbirisi ‘Adil Düzen’ partileri gibi çalışmadı. Onun için de tekeden süt alınamadı, israf önlenemez oldu, kayırmacılık had safhaya ulaştı, ülkede düzen bozuldu. Bu sebeple de millet kucaklaşamıyor.
Milletimiz hâlâ bir hayalin peşinde koşup, duruyor, yanlış olan yollarda ter döküyor. Nasırlaşmış gönülleri aşamıyor. Denenmişi denemekten de vazgeçmiyor. Beklentimiz odur ki, bir sefer de denenmemiş olan ‘Adil Düzen’ yolu denensin. Neticede temennimiz hak yolda yürümektir.
Çünkü Ömer Hayyâm’ın dediği gibi:
Gün gelir...
Hırsızlar zengin...
Metresler eş...
Serseriler adam olur...
Odundan kapı, taştan saray olur...
*
Gün gelir...
Kezbanlar destan...
Onları destan yapanlar mestan olur...
*
Gün gelir...
Çivisi çıkar dünyanın...
*
Konuşamayanlar hatip...
Şifa veremeyenler tabip...
Yazamayanlar kâtip olur...
*
Ama yine öyle bir gün gelir ki...
İşler ters döner
Aldatan, bir gün sadakat için...
Çalan, bir gün adalet için...
Döven, bir gün şefkat için yalvarır...
*
‘Piyon’ deyip geçme, gün gelir şah olur...
Şaha da fazla güvenme…
Gün gelir mat olur.
*
İnsan yaratıcısına bile nankör iken
Sana vefalı mı olur?
Oluruna bırak her şeyi bak neler olur...
*
Bahar biter kış olur.
Gün biter gece olur.
Söz biter sükût olur.
*
Zenginlerde metelik,
Güzellerde cemal,
Güçlülerde kuvvet kalmaz olur...
*
Hayat bazen
Boş olur, saçma olur,
Çekilmez olur, yalan olur...
*
Gün gelir ki sen bakmazken her şey hallolur...
*
Ve
Öyle bir gün gelir ki:
Hayat biter son olur...
Gün artık gelmez olur.
Rahman ve Rahim,
Kadir ve Muktedir,
Gaffar ve Settar olan Allah’a emanet olunuz.
Selam doğru yola uyanlara olsun. (Taha/47). 27.02.2025