“Mazlumun bedduasından çekinin, çünkü onunla Allah arasında bir perde yoktur.” (Buhari)

“Kafir bile olsa, zulüm görenin bedduasını almayın” (Ahmet B Hanbel)

“Zulüm: sözlükte “bir şeyi ona ait olmayan yere koymaktır.”  

Din, ahlâk, hukuk gibi alanlarda zulmün terim anlamı;  “belirlenmiş sınırları çiğneme, haktan bâtıla sapma, kendi hak alanının dışına çıkıp başkasını zarara sokma, rızasını almadan birinin mülkü üzerinde tasarrufta bulunma, zorbalık”, özellikle de “güç ve otorite sahiplerinin sergilediği haksız ve adaletsiz uygulama” gibi anlamlarda kullanılır.

Kur’ân-ı Kerîm’de yirmi âyette zulüm kelimesi, 269 defa da türevleri yer alır. 200’den fazla yerde zulüm kavramı “küfür, şirk” veya “Allah’ın hükümlerini çiğneme, günah işleme”, yirmiyi aşkın âyette “beşerî ilişkilerde haksızlığa sapma” anlamında kullanılmıştır. Yetmişten fazla âyette Allah’ın hiç kimseye hiçbir şekilde zulmetmeyeceği, insanların dünyada uğradıkları zararların ve âhirette uğrayacakları cezaların kendi kötülüklerinin karşılığı olduğu, inkârcıların ve kötülük işleyenlerin sonuçta kendilerine zulmettikleri belirtilir.” (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansikklopedisi)

“Bir de zalimlere (sevgi beslemek, yağcılık yapmak veya yaptıkları işlere rızâ göstermek suretiyle) meyletmeyin; sonra size ateş dokunur (Cehennemlik olursunuz). Allah'dan başka yardımcılarınız da yoktur; sonra azabından kurtarılamazsınız.” (Hud 113)

 “Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım et.” Bunun üzerine birisi, “Ey Allah’ın Resûlü! Eğer mazlum ise yardım ederim, ancak zalimse ona nasıl yardım edeceğim?” dedi. Resûlullah buyurdu ki, “Onu zulümden uzaklaştırırsın veya onun zulmüne engel olursun. İşte bu ona yapacağın yardımdır.” (Buhârî)
 
“İnsanlar bir zalimi görürler de onun zulmüne engel olmazlarsa, Allah’ın onları genel bir azaba uğratması kaçınılmazdır.” (Tirmizî, Ebû Dâvûd)

Resûlullah (sav) Muâz b. Cebel"i Yemen"e gönderirken şöyle buyurmuştur: “ Ey Muaz, Mazlumun bedduasından sakın. Çünkü onunla Allah arasında perde yoktur.” (Buhârî, Müslim)

Dikkat edilirse, ayet, hadis ve kelime anlamında zulüm veya zulüm yapanlar için Müslüman veya Müslüman olmayan ayırımı yoktur. Mutlak olarak zulme ve zalime karşı olmak vardir.

 Yine zulme uğrayana yardım etmede de, Müslüman veya Müslüman olmayan ayırımı yoktur. Mutlak olarak mazlumun yanında yer almak vardır.
 
Hatta, Abdullah b. Cüd‘ân’ı Câhiliye döneminde büyük bir şöhrete ulaştıran hadise, Hilfü’l-fudûl antlaşmasıdır. Zulme uğrayanların haklarını zalimlerden alıncaya kadar mücadele etmek üzere yemin edenlerin katıldığı ve Hz. Peygamber Efendimizin de, hazır bulunduğu bu antlaşmayı, Abdullah b. Cüd‘ân ile Zübeyr b. Abdülmuttalib ile beraber hazırlamış olmasıdır.

 Moğol hükümdarı Hülagu, Seyyid İbn Tavus’a sormuş:
"Kafir adil bir hükümdar mı yoksa Müslüman zalim bir hükümdar mı?”
- İbn Tavus;
"Kafir adil hükümdar daha iyidir. Çünkü onun küfrü kendine, adaleti halkadır. Müslüman zalim hükümdarın ise Müslümanlığı kendisine zulmü halkadır."
Elbette hem Müslüman hem de adil olması en güzel ve arzu edilendir.

Zulme uğradıkları icin, Mekkeden hicret etmek isteyen sahabelere, Peygamber Efendimiz, “Habeşiştan’a gidin, orası adil kralın ülkesidir. Orada kimseye haksızlık yapılmaz...” dediği rivayet edilir.

Hazret-i Ömer şöyle ikaz eder:
“Bir kimsenin kıldığı namaza, tuttuğu oruca bakmayınız.
•    Konuştuğunda doğru söylüyor mu?
•    Kendisine bir şey emânet edildiğinde emânete riâyet ediyor mu?
•    Dünya ile meşgul olurken helâl-haram gözetiyor mu? Ona bakınız.” (Beyhakî)

Günümüz Müslümanlarının birçoğu, birilerini değerlendirirken, kişinin yaptıklarını İslam’ın bütününe göre değerlendirmediği ve sadece kişinin namaz ve orucuna, din, iman veya Kuran gibi lafta kalan söylemlerine bakarak kandığını görüyoruz. 

Böyle olmasaydı, bu kadar yolsuzluk, hırsızlık, torpil, partizanlık, adaletsizlik ve, israfı sıradanlaştıranlar, bu kadar destek alabilir miydi?

Böyle olmasaydı “Bizdendir” mantığıyla İslam’ın birçok yasaklarının çiğnenmesini ve istismar edilmesini normal görür ve bunu yapanlara ısrarla destek vermeye devam ederler miydi?

İslam’daki haramlar ve zulüm, sadece cami ve medreselerin kapatılması, Kuran’ın veya başörtünün yasaklanması mıdır? 

Peki Kuran serbest ama emir ve yasaklarını çiğnemek, mesela faizi teşvik etmek, adaleti çiğnemek, kul hakkını yemek, haram ve zulüm değil midir? 

Camiler açık ama, camilerde anlatılan emir ve yasakları yaşamadan sadece dinlemiş olmak yeterli midir?

Başörtüsü serbest ama, tesettürün hikmetinden uzaklaşarak, başörtüsunden ziyade bir tarz haline gelmesi doğru mudur? 
 
Kuran Kursu ve Medreseler açık diye, her türlü yalan ve talanı yapmak ve buna sesiz kalmak haram ve zulüm değil midir? 

Bu haram ve zulmü yapan şahıs veya partiler, karşı mahalleden ise ciddi tepki vermek, fakat "bizden" ise göz yummak ve sağır kalmak, dindarlık mıdır? 

Özet olarak, bu ayet ve hadislerin ışığında diyebiliriz ki, Müslümanın temel görevi, zulme ve zalime boyun eğmemek, zulüm etmemek, zalime destek olmamak, kul hakkını yememek ve yedirmemek, kimden gelirse gelsin ve kime yapılırsa yapılsın, her türlü haksızlığa ve zulme karşı çıkmak, bütün insanların insanca yaşaması için, adil devlet ve adil paylaşım için mücadele etmektir.

Unutmayalım ki, kişinin namazı veya orucu yani bireysel ibadeti onunla Allah arasında olan şahsi bir ameldır. Bize lazım olan ve bizi etkileyen, kişinin adil olması veya olmamasıdır. 

Vesselam