Fesih Bozan "Suriye ve Son Gelişmeler" başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Suriye ve Son Gelişmeler
Suriye, BOP dahilinde 13 yıldır iç savaş, kaos, bölünme riski ve İsrail için bir tehlike olmaktan çıkarılıp, İsrail’e yumuşak lokma haline getirilme sürecini yaşamaktadır.
Halkına karşı en acımasız işkence ve katliamları yapan, zalim Esed ve karanlık döneminin, son bulması, Suriye halkının özgürlüğü açısında elbette sevindirici olmuştur. Yaşanan baskı, zulüm ve acılara karşı, hem içerde hem dışarda bunun bir zafer olarak görülmesi gayet normaldir. Ancak leh ve aleyhte aşırıya kaçmamak ve temkinli olmakta fayda vardır.
13 yılda yıkılmayan bir rejim, 13 günde yıkıldı!
HTŞ’ye göre uçak, tank ve asker üstünlüğü olan Suriye ordusunun savaşmadan ülkeyi teslim etmesi düşündürücüdür,
ABD, Avrupa ülkeler ve Türkiye’nin terör listesinde bulunan HTŞ’nin, ABD, İsrail, Batılı ülkeler ve Türkiye tarafında direk veya dolaylı desteklenmesi düşündürücüdür,
ABD dahil birçok Batılı devletin Colani ile görüşmesi, görüşmek için sıraya girmesi, terör listesinden çıkarma girişimleri ve ABD’nin Colani’nin başına koyduğu 10 milyon dolar ödülü hemen kaldırması düşündürücüdür,
HTŞ ve SMO’nun, Suriye’deki işgalini genişleten ve Suriye’nin bütün askeri tesislerini, donanmasını ve resmi binaları bombalayan İsrail’i hedef almaması ve bugüne kadar bir kurşun sıkmaması düşündürücüdür,
HTŞ’nin lideri Muhammed Colani (Ahmed eş-Şara), İsrail’i değil de “en büyük düşman olarak İran ve Hizbullah’ı görmesi, Suriye üzerinden, İsrail’e herhangi bir saldırının yapılmasına müsaade edilmeyeceği ve İsrail’le savaşmak istemiyoruz” gibi sözleri, düşündürücüdür.
Gazeteci: “El Kaide döneminde neden Iraklıları öldürdünüz ve pazarları havaya uçurdunuz? Ahmed eş-Şara: Beni affedin, gençtim” diyen bir kişinin birden bu duruma taşınması düşündürücüdür.
Bütün sorularla beraber, yeni yönetimi, yapacağı icraatlarıyla, yakın zamanda daha iyi tanımış olacağız.
Şu gerçeği de biliyoruz, Emperyalizmin siyasi, ekonomik ve askeri planlarına tabi olan, İsrail’i düşman değil dost gören kişinin ve sistemin adı, ne olursa olsun özgürlük ve bağımsızlığından bahsedilemez.
Emperyalist ülkeler de, kendileriyle işbirlikçi olan ülkenin yönetim şekli, Demokrasi, Şeriat, Diktatörlük, Darbeci, Irkçı, Krallık; Müslüman, Hristiyan, Sünni veya Şii olmasına bakmaz.
Ayrıca algılarla yönetildiğimiz garip bir dünyada yaşıyoruz. Bilgi kirliliği ve ciddi bir dezenformasyonla karşı karşıyayız. Öyle ki, “dostu düşman, düşmanı dost” dün Cumhurbaşkanı dediklerini bugün terörist ve yine dün terörist dediklerini bugün Cumhurbaşkanı, diye tanıtabiliyorlar!
Her şeye rağmen, temennimiz zalim Esed sonrası, yeni Esedlerin, yeni işkencecilerin çıkmadığı, birlik içinde güçlü ve bağımsız bir Suriye’nin kurulmasıdır. Bunun için bir an önce iç çatışma ve kaosun son bulması, Suriye’deki bütün kesimleri kapsayan adil bir yönetimin oluşturulması gerekir. Yoksa grupların, etnik ve mezhep çatışmalarından endişe duyuyorum.
Ne yapılmalı?
Artık geçmişi konuşmaktan ziyade mevcut durumuyla, Suriye’de iç barışın sağlanabilmesi için, HTŞ, Kürtler, Türkmenler, Aleviler, Hristiyanlar… kim varsa bütün taraflar yönetime ortak edilmeli ve eşit yurttaşlık ve adalet temelinde yeni bir anayasa yapılmalıdır.
APO’nun TBMM’de konuşmaya davet edildiği ve umut hakkının konuşulduğu bir süreçte Türkiye’nin terör listesinde olsa da, PYD’le çatışmak veya çatıştırmak yerine, bunu Suriye’nin iç sorunu olarak görmesi, HTŞ ve SDG/PYD’nin barışması, uzlaşması ve çatışmaya girmemesi güçlü bir Suriye ve Türkiye’nin güvenliği için daha doğru bir seçenek olur.
Ki HTŞ, Türkiye, ABD ve diğer Avrupalı ülkelerin terör listesinde idi ve lideri Ahmed eş-Şara’nın başına 10 Milyon dolar ödül konulmuşluktan mevcut duruma gelindi.
Diğer tarafta ABD Başkanı Trump’ın: “Kürtler, Türklerin doğal düşmanıdır” ki yalandır, sözünün derinliğini ve sonuçları düşünüldüğünde barışın önemi daha çok anlaşılmış olacaktır.
Türkiye, SDG/PYD ile eforunu, ekonomisini, enerjisini buraya harcamak, ABD ve İsrail’in kucağına itmek yerine onları kazanmayı da değerlendirmelidir. Ki geçmişte Salih Müslim’le Türkiye’de bir kaç görüşme sağlanmıştı.
PYD’de de, PKK ile herhangi bir iş birliği içinde olmayacağını, Türkiye’ye karşı bir saldırı ve terör eylemi yapmayacağını destek olmayacağını, güçlü bir şekilde açıklamalı, ABD ve İsrail’in tahriklerine ve oyunlarına gelmemelidir. PYD ve PK Kda ABD Başkanı Trump’ın: “Kürtler, Türklerin doğal düşmanıdır” sözündeki kışkırtma ve Türk ve Kürt düşmanlığını nasıl körüklediğini görmelidir.
Diğer yandan Türkiye, nasıl ki Balkanlar, Irak ve Suriye başta olmak üzere dünyanın neresinde bir Türk /Türkmen varsa soydaşımız diye savunuyorsa, aynı şekilde, Avrupa, İran, Irak ve Suriye’deki Kürtlere de soydaşımız deyip kendi ülkelerinde eşit yurttaş ve barış içinde yaşayabilmeleri için her türlü haklarını savunmalıdır.
Çünkü Türkiye, Türkiye’nin dışındaki Türkmenleri nasıl ki, kendi soydaşları olarak görüyorsa, aynı şekilde Türkiye’nin dışındaki Kürtlerde, Türkiye’deki Kürtlerin soydaşlarıdırlar.
Mardin’deki konuşmasında Erdoğan da bunu teyit etmiştir: "Mardin asla sıradan bir şehir değildir. Mardin'in bir mahallesi Bursa ise diğeri Halep'tir Humus'tur. Bir nakışı Artuklu ise diğeri Osmanlı'dır"
Türkmen ve Kürtlerin arsına fark koymak, Kürtleri potansiyel bölücü görmek, onları İsrail ve ABD’nin kucağına itmektir. Bu da Türkiye’nin lehine değil aleyhinedir.
Türkiye, elbette ülkenin ve vatandaşlarının güvenliği, iç barış ve huzuru için her türlü terör girişimine fırsat vermeyecek, sınır güvenliğini koruyacak ve her türlü saldırı için gereğini yapacaktır, yapması gerekir.
Ayrıca şuna da dikkat çekmek isterim ki, Suriye’de, yaklaşık bir Milyon insanın ölümüne, 16 Milyon kişinin mülteci durumuna düşmesine ve Suriye’nin bu hale gelmesinde payı olanların bugün “Suriye fatihi” olarak gösterilmesi, geçmişi unutmaktır.
Suriye kendi kendine mi bu hale geldi?
Suriye rejimini diyalog ve barışçı yollarla değiştirip dönüştürmek yerine neden savaş seçeneği tercih edildi?
Emevi camisinde namaz kılmak, ölen bir milyon insanın ve mağdur olan milyonlarca mülteciye sebep olmanın yüklediği günahı siler mi?
Bugüne kadar olan gelişmelere baktığımızda gerçek zafer sahibinin İsrail olduğunu görüyoruz… Gazze gündemden düştü, Suriyede'ki işgal alanlarını genişletti…
Bizimkiler, Emevi camisinde namaz kılmak ve Şam'ın seyir tepesinde çay içip, zafer pozları vermekle meşgul iken, İsrail, işgalini genişletmeye devam ediyordu ve Suriye'yi avuçlarının içine alan ve hava sahasını kitleyebilecek Hermon dağında radar üssü kurdu.
Türkiye, İran, Irak, Suriye ve bir bütün olarak İslam Coğrafyasına, huzur ve barışın gelmesi, işgal ve sömürünün son bulması için, ABD ve İsrail’in inadına, Türkler, Kürtler, Araplar, Farslılar, Sünni, Şii, Alevi… herkesin diyalog içinde olması, sorunlarını kendi aralarında çözmesi, Kürt halkının İslami ve insani taleplerini hak, adalet, eşit yurttaşlık, kardeşlik ve ümmet çerçevesinde çözerek kucaklaşması gerekir.
D-8’le başlatıldığı gibi Müslüman ülkelerin, mezhepsel farklılıklarını bir kenara bırakarak, siyasi, ekonomik ve askeri konular başta olmak üzere her alanda dayanışması içinde olmalıdırlar. AB ülkeleri gibi.
Türkiye, Irak, İran, Suriye ve Kürtler, kendi aralarında savaş ve yok etmek için değil, dayanışma, barış ve yaşatmak için çaba göstermelidirler. Bu daha ucuz ve herkes için daha karlı olacaktır.
Vesselam