İsmail Müftüoğlu "Allah size acısın" başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Bu dünya fanidir, kimseye baki kalmaz. Çünkü insanlar mukayyet olan ömrün sonunda ebediyete intikal ediyor. Arkada kalanlar bir müddet ahlanıp, vahlandıktan sonra, miras meselelerinde birbirine karşı kılıç kuşanıyor.

Onun için akıllı insan, öncelikle hayatını düzgün yaşamalı, kazancını helalden elde etmeli, haram lokma ve maldan uzak durmalıdır. Zira her nefesin bile sorulacağı bir güne doğru koşup, duruyoruz.

Orada, dünyada yapılan gizli-açık her fiil gündeme gelecek, insanların makamları, Karun kadar zenginlikleri hesap konusu olacaktır. Kararlarının sebepleri sorulacak, kararlarında adil olup olmadıkları sorgulanacak, aile efradı dâhil kimseden yardım alamayacaktır. Menfi bir sonuçla karşılaşmamak için, dünyevileşmekten uzak durulmalı, karıncaya bile zarar verilmemelidir.

Makamlarını gayrı meşru bir şekilde kullanarak mal yığanlara, millete ait olanları ceplerine indirenlere, evlatları-mirasçıları lehine mal kaçıranlara acımak gerekir. Zira kul hakkını Allah asla affetmez.

Öyle ise akıllı insan hak yolda yürümeli, yanlış yollara saparak kazanç elde etmeye çalışmamalıdır. Zira Sultan Süleyman’a kalmayan dünya, sana mı bana mı kalacak?

Unutmamak gerekir ki; “Size ne verilmişse sırf dünya hayatının geçici menfaati ve süsüdür. Allah indindeki (sevap) ise hem daha hayırlı hem daha bâkî (ebedî)dir. Artık akıl etmez misiniz?” (Kasas/60) buyrulmaktadır. Allah’ın beyan buyurduğu bu ölçü, cümle Müslümanlar için geçerlidir.

Ama mankurtlaşmış insanların kahır ekseriyeti ölçüyü kaçırmış, çalmayı, soymayı, sömürmeyi tercih etmektedir. Onun için ailede de toplumda da huzur ve bereket kalmadı.

Oysa insanlar gani gönüllü olmaya çalışmalı, gönül alıcı olmalı, sempatik davranmalı, makamlarından dolayı tekebbürle yürümemeli, paylaşımcı olmalı, hep bana dememelidir. Dostlukları pekiştirmek için tasaddukta bulunmalı, ikram sever davranmalı, kendini değil milletini düşünerek hareket etmelidir. Köşkler, konaklar, villalar, makamlar, mallar kişileri şımartmamalıdır. Çünkü: “Dünya hayatı bir oyun ve oynaştan ibarettir.” (Ankebût/64)

Alan el değil, veren el olmalı, garip gurebayı gözetmeli, gönül kapılarını açık tutmalı, cömert davranmalı, zaman zaman hediyeleşmelidir. Zira Peygamberimiz: “Birbirinizle hediyeleşiniz. Zira hediye muhabbeti kat kat ziyadeleştirir ve kalpteki buğuzu ve soğukluğu giderir” (Taberânî) buyurmuştur.  

Bir ülkedeki bu nevi manevi yardımlaşmalar, kinin buharlaşmasına, sevginin doruklaşmasına neden olur. Böyle bir toplumda da saadet ve selamet vuku bulur.

Nefis taşkınlığını durduramayan, nefsin isteklerine teslim olan idarecilerden ise hayır beklemek boşunadır. Çünkü bu gibi insanlar ‘hep bana hep bana’ der. Etrafındaki insanlara mukayyet olmaz, her şeyi görmemezlikten gelir. Gösteriş ve israfla ülkelerin perişanlığına sebebiyet verilir ki, buna zulüm denir. Zulmedenlere rıza göstermek, onları ne pahasına olursa olsun desteklemek de zulümdür. Nitekim Allah: “Zalimlere iltifat etmeyin, sonra ateş size dokunur” (Hûd/113) buyurmaktadır.

İnsanların, olumsuzlukları terk etmediği müddetçe, sahil-i selamete ulaşması mümkün değildir. Allah kullarına her daim acır. Firavunlar ise elden geldiğince acı çektirdi, dünyanın tek sahibi olduğuna inanarak eziyet etti ama Kızıl Deniz’de boğulmaktan da kurtulamadı.

Sonuç olarak Peygamberimizin buyurduğu gibi; “Allah u Teâlâ buyuruyor ki: Eğer benim rahmetime nail olmayı arzu ediyorsanız, mahlûkatıma (in-cin dâhil) merhamet ediniz.” İnsanlara acıyın ki, Allah da size acısın. Her şey ortada, karar sizin.                

Rahman ve Rahim,         

Kadir ve Muktedir,

Gaffar ve Settar olan Allah’a emanet olunuz.

Selam doğru yola uyanlara olsun. (Taha/47). 06.03.2025