Geçen hafta Kayseri, Gaziantep ve Suriye'de meydana gelen olaylar hepimizde büyük bir endişeye sebep oldu. Ve mülteci sorununu gündemin en sıcak konusu haline getirdi.

Mülteciler/sığınmacılar, neden evinden, yurdundan ve işinden kopup başka yerlere gitmek zorunda kalır. Meselenin temel sebebi görülmez ve bunun önlemi alınmadığı sürece mülteciler dünyada sorun olmaya devam edecektir.
 
“Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), dünya genelinde (savaş, işgal, şiddet veya aşırı zulüm nedeniyle) evlerini terk etmek zorunda kalmış, mülteci, sığınmacı veya kendi ülkeleri içinde yerinden edilmiş mülteci sayısının Nisan ayı sonunda 120 milyona ulaştığını açıkladı. (20 Haziran 2024)
 
Mültecilerin oluşmasının temel sebebi, iş, ev ve yurtlarından koparılan mağdur insanlar değil, emperyalist ülkelerin sömürü düzenlerini sürdürmek için, şiddet, terör, işgal ve savaş olarak hazırladıkları, küresel planları ve bölge ülkelerindeki işbirlikçi iktidarların yanlış politikalardır. İşte bugün Türkiye olarak bu planlara destek, alet ve figüran olmanın sıkıntılarını yaşıyoruz. Ki iktidar yetkilileri de, Suriye politikasında hatta ettiklerini itiraf ettiler.
  
Hatırlanacağı üzere, ABD Başkanı Obama, “Esad yürüyen bir ölüdür. En kısa zamanda gidecektir” dedikten sonra, dönemin Başbakanı olan Erdoğan, “Suriye'deki olaylar Türkiye'nin iç meselesidir. Sen orada oturamazsın” deyip hemen taraf oldu. Halbuki iki kardeş ve komşu ülke, aradaki vizeler kaldırılmış, ortak askeri tatbikatlar, Bakanlar Kurulu toplantıları ve karşılıklı ziyaretler yapılmıştı.
 
Ne oldu da Erdoğan bunların hepsini birden tepip ABD’nin yanında Esed’e karşı pozisyon aldı? Erdoğan, ABD’ye güvenerek Esed’in gideceğini, ömrünün haftalarla ölçüldüğüne inanarak, Esed rejimiyle köprüleri attı ve “Emevi Camiinde namaz kılacağız inşallah” dedi. Ama geçen 13 yılda ne Esed gitti ve ne de Emevi camisinde namaz kılabildi! Ama geride işgal edilmiş ve yıkılmış bir ülke, yüzbinlerce ölü ve milyonlarca mülteci kaldı.
 
Halbuki, savaşın yeni başladığı aylarda, Esed’i ziyaret eden Saadet Partisi dönemin Genel Başkanı Sayın Mustafa Kamalak, Türkiye’nin “taraf değil ara bulucu rolünde olması gerektiğini, belki bir hafta da Suriye girilebileceği ancak 15 yılda çıkılamayacağına dair iktidarı ikaz etmişti.” Ama maalesef Erdoğan, Saadet Partisinin ikazlarını dikkate almamış, ABD ile işbirliği yaparak, başta ABD ve İsrail olmak üzere bazı Arap ülkeleriyle beraber, 2011 yılında kurulan Özgür Suriye Ordusu adlı silahlı örgütü hem askeri ve hem de parasal olarak desteklemişti.
 
Hatta hızını alamayan Erdoğan, 19 Şubat 2014'te ABD, Türkiye ve Özgür Suriye Ordusu arasında 2 bin kişinin Türkiye'de Türk ve Amerikalı askerler tarafından Kırşehir'de eğitilmek üzere bir eğit-donat anlaşmasını yaparak var olan ateşi harlamıştı.
 
Böylece Suriye’de artan savaş, şiddet ve katliamlardan dolayı Suriyeli vatandaşlar mülteci/sığınmacı olarak başta Türkiye olmak üzere komşu ülkelere sığınmaya başladı. Bugün ülke olarak mülteci sorununu yaşıyorsak, hep Erdoğan’ın yanlış savaş politikaları yüzündendir.
 
Bugün itibariyle açıkça görülmektedir ki, AK Parti iktidarının yıllar içinde sürdürdüğü Suriye ve çözemediği hatta eline ve yüzüne bulaştırdığı mülteci politikası çökmüştür. 
 
Her ne kadar İçişleri Bakanlığı Türkiye’deki Suriyeli mülteci sayısını 3 milyon 115 bin 536 kişi olarak açıklasa da diğer ülkelerin mültecileriyle beraber bu sayının 10-13 milyon civarında olduğu iddia edilmektedir. 
 
Hükümetin, ülkenin en önemli meselelerinden biri olan mülteciler konusunu çözüp yönetemediği aşikardır. Milyonlarca yabancının Türkiye'deki hukuki statüsü ve geleceği belirsizdir. Bu belirsizlik, yabancı karşıtı söylemleri ve toplumlar arası kırılmayı da  beslemektedir.
 
Tüm bu tablo içinde yapılması gereken, konuyu ciddiyetle ele alıp evrensel hukuka ve insan haklarına uygun bir çözüm üretmektir. Bazı Muhalefet partileri de popülist, ırkçı, tahrik edici, hedef gösterici ve mülteci karşıtlığı söylemlerinden vaz geçmelidir. Bu çözülemediği takdirde, ülkemizin huzur ve barışını tehlikeye koyacak ve provokasyonlara açık, bir sorun  olmaya devam edecektir.
 
İktidar, mültecilerin ülkelerine dönüşü için, Suriye'deki savaşın sona ermesiyle ilgili gerekli adımları atmalı, bu süreç tamamlanıncaya kadar, mültecilerin başta yaşam hakkı olmak üzere tüm temel insan hak ve özgürlüklerini güvence altına almalıdır. Ve her türlü yabancı düşmanlığı söz ve saldırılarına karşı onları korumalıdır. Çünkü bu mülteciler, canları sıkıldığı için yurtlarını terk etmiş değiller. Ancak mülteciler arasında suçun şahsiliği prensibi gereği suç işleyenler olursa, elbette gerekli hukuki işlemler yapılmalıdır. 
 
Mülteci sorunlarının son bulması için ABD ve diğer Batılı emperyalist devletlerin işbirlikçisi olmayan ve başta İslam ülkeleri olmak üzere bütün mağdur ve mazlum ülkeleri bir araya getirecek ve bunlara rehberlik edebilecek bir lidere ve iktidara ihtiyaç vardır. Bunun Erdoğan olmadığı Irak, Libya, Suriye ve Gazze politikalarıyla görülmüştür. 

Diplomatik dile uygun olmayan söylemler, U dönüşleri ve zikzaklarla dolu bir yönetim anlayışıyla, toparlayıcı ve itibarlı bir dış politika oluşturulamaz. 

Bir hatırlayın, Erdoğan’ın Esed için söylediklerini.

2011 öncesi “Kardeş Esed" iken ABD Başkanı Obama’nın söylemi sonrası, “Zalim Esed” oluverdi. Ve yıllarca "Bu katilin dünyada hesap vereceğini göreceğiz", "Bana göre teröristtir" söylemlerine uygun savaş politikalarına devam etti. Ama Esed'in gitmediği görülünce İran ve Rusya üzerinden görüşmeler yapılmaya başlandı ve geçen hafta bir Erdoğan klasiği olan yeni bir  U dönüşüne şahit olduk. "Esed’le yeniden ailece görüşebiliriz, Suriye’nin iç işlerine karışmak gibi bir hedefimiz derdimiz asla yoktur” dedi. 

O zaman sormazlar mı, ÖSO’yu neden desteklediniz ve askerlerimiz neden Suriye'de?

Vesselam