(Okuyucuya Not: Bu alışılagelmiş bir Muammer Bilgiç yazısı değildir. Fena halde veri içerir. Okurken sıkılmanız kaçınılmazdır. Sabırlar diliyorum.)
İnsan, heterotrof bir canlıdır, yeşil bitkiler gibi karbondioksit özümlemesi yapamaz, ihtiyaç duyduğu tüm besinleri dışarıdan alır. Kıtlık, insanın en kadim korkusudur. Âşık Veysel, “Karnın yardım kazmayınan belinen/ Yüzün yırttım tırnağınan elinen/ Yine beni karşıladı gülünen/ Benim sadık yârim kara topraktır“ mısralarıyla on binlerce yıllık yalın bir hakikati dile getirir: Toprak, insanı besler.
Pandemi yahut bir başka nedenle uzun süre sokağa çıkma yasağının belirdiği ya da yasağın ilan edileceğine dair bir endişenin olduğu ülkelerde, şehirlerde, çok katlı binalarda topraktan yalıtılmış, istiflenmiş bir yaşam süren insanların market önlerinde kuyruklar oluşturması kaçınılmazdır. Reklamlarda buyrulduğu üzere sütü marketten almak inekten sağmaktan daha zahmetsizdir ama uzun süreli sokağa çıkma yasağı olasılığında marketle aranızda sıralı dağlar vardır ve üstelik rakipleriniz az sayıdaki stok için yola sizden önce koyulmuşlardır.
Kendilerinden mutluluğun resmini çizmeleri istendiğinde, yetenekleri nispetinde, dere kenarında, çayır çimen içerisinde, ormanın hemen önünde, dağ manzaralı, küçük bir baraka çiziktiren insanların, bahçesi, avlusu, tandırı olan, üretim yapılan, taş ve ahşaptan mütevazı bir evde yaşamayı terk edip çok katlı binalarda rızaya dayalı istiflenmeye götüren sürecin mutlaka oturup konuşulması gereken bir ekonomipolitiği vardır.
Lacivert’e verdiği mülakatta Mimar Mehmet Öğün, “İnsan komşusunun altında ya da üstünde olmaz, yanında olur, insani duruş yan yana olmaktır.” derken, çok katlı yapılaşmalarda topraktan uzaklaştıkça komşuluğun da bittiğini dile getirir. Türkiye’nin hemen her şehrinde, sıfır komşulu 8-10 katlı binalar arz-ı endam eder. Büyükşehirlerde, farklı dünyaların insanlarının iletişimsiz birlikte yaşadığı, 20-30 katlı binalar göğü delen beton bloklardır. Köyünden, yaylasından, kasabasından, toprağından, tarlasından koparılan insanlar, sefer taslarıyla mesaiye çıkmadan önce apartmanlarda istiflenmişledir. İstiflenen insan sayısı arttıkça, yapılaşmanın boyu yükselmiş, atıl kalan merdivenin yerini asansör almıştır.
Bir zamanlar tarla olan bereketli toprakların üzerine, 75- 100 metre genişliğinde, kilometrelerce uzunlukta asfalt döküp, beton ekerek yol yapmak, bu yolun sağına ve soluna 20-30 katlı göğü delen bloklar kondurmak marifettendir. Diyarbakır’da, genişliği 75 metre olduğu için adına Cadde 75 denilen Mahabad Bulvarı, sağındaki solundaki 15 katlı beton bloklarla, buğdayın, arpanın, mercimeğin, kavunun, karpuzun evinin talanı üzerinden var olmuştur.
İstifleme insanı sadece topraksızlaştırma değildir, aynı zamanda nesneleştirme ve kimliksizleştirmedir. Kürtler, inkâr ve asilmilasyon politikalarına karşı, başta ana dillerini kullanma haklarıyla ilgili mücadele ederlerken, çok katlı beton bloklarda istiflenme sürecinde tandırlarını yitirmişlerdir. Tek tip mekânlarda tek tip kimlikler kaçınılmazdır.
Gazze Şeridi, Doğu Akdeniz kıyısında kilometrekareye en çok bomba yağışının düştüğü yerdir. “Gazze Şeridi” deniliyor, çünkü Doğu Akdeniz’in kıyısında 41 km uzunluğunda, 6 ila 12 km genişliğinde dar bir bölgedir. Yüzölçümü 365 kilometrekare, nüfusu 1.899.291 (2018), kilometrekareye düşen insan sayısı 5.203. Gazze Şeridi, işgalci İsrail’in topraksızlaştırdığı Filistin halkını istiflediği iki bölgeden biridir.
Asya ile Avrupa arasında 783. 562 kilometrekare yüzölçümüne sahip Türkiye’de, 2019 sonu itibariyle 83.154.997 kişi yaşamaktadır ve kilometrekareye 108 kişi düşmektedir. 5.313 kilometrekare yüzölçümüyle Türkiye’nin 147’de biri kadar olan İstanbul, 15.519.267 (2019) kişiyle ülke nüfusuna kayıtlı her beş kişiden birinin ikametgâh adresidir. İstanbul’da kilometrekareye düşen insan sayısı 2.987’dir ve bu Türkiye ortalamasından yaklaşık olarak 28 kat daha fazla bir yoğunluktur. İstanbul, Türkiye’nin Gazze Şeridi’dir.
Henüz Hatay’ın Türkiye Cumhuriyeti’ne katılmadığı 1935 yılında ülke nüfusu 16.200.694’tür. Türkiye’nin yüzölçümü 778.862 kilometrekaredir ve 1935 yılı nüfus sayımına göre kilometrekareye düşen insan sayısı 21’dir. O yıl İstanbul’un nüfusu 883. 414’tür ve İstanbul, yine Türkiye’nin en kalabalık ilidir. Ancak aynı yıl en az nüfusa sahip olan ilimiz Burdur’dur ve nüfusu 96.152’dir. İstanbul’un nüfusu en az nüfusa sahip olan Burdur’un nüfusunun sadece 9 katıdır. 2019 yılında ise İstanbul nüfusu, toplam nüfusu 84.660 ile Türkiye’nin en az nüfusa sahip ili Tunceli’nin neredeyse 184 katıdır. Türkiye, yerleşik hayata geçememiştir.
İstanbul’la hemen hemen aynı yüzölçümüne sahip (5485- 5861 kilometrekare arası) illerimizden kilometrekareye düşen insan sayısı Nevşehir’de 56, Uşak’ta 69, Amasya’da 59, Siirt’te 60, Sinop’ta 38, Ordu’da 127’dir. Türkiye’nin en tenha ili Tunceli’de kilometrekareye düşen insan sayısı 11’dir. Kilometrekareye Ardahan’da 19, Kars’ta 29, Iğdır’da 56, Erzurum’da 30, Bayburt’ta 23, Gümüşhane’de 26, Erzincan’da 20, Sivas’ta 22 insan düşmektedir ve bu yoğunlukların her biri Türkiye ortalamasının altındandır.
1935 yılı nüfusu 96.152 olan Burdur, 2019 yılı sonunda nüfusunun yaklaşık 3 kat artığı ve 270.796 kişinin ikamet ettiği bir il olurken, aynı tarihler arasında İstanbul’un nüfusu yaklaşık 18 kat artarak 883.414’ten 15.519.267’ye çıkmıştır. İstanbul, tek başına 84 yıl önceki ülke nüfusu kadar insanın istiflendiği bir toplama merkezi olmuştur.
Türkiye’de 2019 yılı sonu itibariyle hane halkı sayısı 24.001.940’dır. Her hanenin 1 dönüm yani 1000 metrekare toprağı olsa bu alan 24.001.940.000 metrekare yapar. Yani yaklaşık 24.002 kilometrekarelik bir alandır. Sadece Konya’nın yüzölçümü ise 40.838 kilometrekaredir. Her hane, 1 dönüm alanın 80 metrekaresini ev, 920 metrekaresini bahçe olarak kullansa, hem ayağı toprağa değmeyen kimse kalmaz hem de on binlerce yıldır devam eden ekip biçme, sebze ve meyve yetiştirme kültüründen kopulmamış olur. Bahçede ekmek pişirilir, reçel, turşu, pekmez yapılır. 24 milyon hane halkı için 80’er metrekareden konut için ülke toraklarından alınan alan ise sadece 1921 kilometrekare yapar. Bu alanda Konya merkez ilçelerinden Meram’ın yüzölçümünden biraz fazladır. Diğer taraftan 80 metrekare alandaki müstakil bir ev borum, zemin, bir katla ve çatı katıyla birlikte 300 metrekareyi bulur.
15.519.267 kişi nüfusa sahip İstanbul’da kilometrekareye düşen insan sayısı 2.987 olurken, biz tüm Türkiye’yi Konya’ya toplasak kilometrekareye düşen insan sayısı 2036 olur ve bu oran İstanbul’daki yoğunluğun yine de altındadır. İstanbul’un tartışmasız bir istifleme merkezidir. Kilometrekareye 541 kişinin düştüğü Kocaeli, 281 kişinin düştüğü Bursa ve 166 kişinin düştüğü Tekirdağ, göç almaya devam ederek Marmara Bölgesi’nin bereketli topraklarını yutmaktadırlar.
İnsanlar, nüfus kütüklerinin bulundukları adreslerde yaşasaydı Türkiye’nin (2018 verilene göre) en kalabalık ili 2.270.690 kişiyle Şanlıurfa olacak, onu 2.574.093 kişiyle Konya, 2.540.686 kişiyle İstanbul, 2.254.049 kişiyle Diyarbakır ve 2.001. 664 kişiyle Ankara takip edecekti. Böyle bir durumda nüfusu en az olan ilimiz 257.608 kişiyle Tunceli’dir. 272.814 kişiyle Bilecik, 277.801 kişiyle Bayburt, 322.199 kişiyle Kilis, 335.442 Hakkâri, Türkiye’nin toplam nüfusu az olan diğer illeri olacaktı. Yine böyle bir Türkiye’de en kalabalık ilin nüfusu en az nüfusa sahip ilinin sadece 10 katı kadardır; insan, Anadolu’nun her yerindedir, her köyde ocak tütmektedir, on binlerce yıl birlikte yaşadığımız at, eşek, inek, manda, koyun, keçi, hindi, kaz, ördek, tavuk, köpek, kedi mezbelelik alanlara ya da endüstriyel üretime terk edilmemiştir.
Türkiye’nin en geniş coğrafyasına (40.838 kilometrekare) sahip ili olan Konya’nın yüzölçümü neredeyse Hollanda’nın yüzölçümü (41.526 kilometrekare) kadardır. Hollanda’nın nüfusu 17.302.923 (2019), Konya’nın 2.232.374 (2019) olan nüfusunun yaklaşık 8 katı kadardır. Hollanda'nın en kalabalık şehri Amsterdam’ın nüfusu 854.047’dir. 17 milyonu aşkın nüfus Hollanda’nın tamamına yayılmış iken Konya’da nüfusunun üçte ikisi, 1346.330 kişi Konya’nın üç merkez ilçesine, Karatay, Meray ve Selçuklu’ya toplanmıştır. Üç merkez ilçenin nüfus yoğunluğu ortalaması kilometrekareye 204 kişiyken geri kalan Konya topraklarında kilometrekareye düşen insan sayısı 25’dir. İstanbul’un 8 katı yüzölçümüne sahip Konya’da da insanlar dar alanda çok katlı binalarda istiflenmiştir.
Öne sürülen tez, çok katlı binaların, alandan tasarruf için olduğudur. Gerçekte olup bitense toprağı korumak değil, insanı topraksızlaştırmaktır. Bir dokuyu ele geçiren kanserli hücreler gibi betonlaşma hızla artıp yayılırken, ne ormanlık alanlar ne de tarım arazileri gözetilmektedir. İstanbul, yoğunlaşıp çirkinleşirken, insan da topraksızlaştırılmaktadır. Anadolu’da da toprak insansızlaştırılmaktadır, İstanbul’da toprağı olmayan, çok katlı binalarda istiflenmiş yaşamlar süren milyonlar, üretimden koparılmışlardır. Ne biber yetiştirip kurutabilirler ne çilek üretip reçelini yapabilirler ne tavuk besleyip yumurtasını alabilirler ne de inek besleyip sütünü içebilirler.
İstanbul, Türkiye’nin felaketidir. Kilometrekareye 2.987 kişinin düştüğü, çok katlı beton blokların dar alanda kısa paslaşmalar yaptığı bir şehirde olası bir depremde sağ kalanlar, bu sefer yetersiz toplanma alanlarında istiflenecektir. İstanbul’un matematiği kötüdür. Kilometrekareye düşen insan sayısı Güngören’de 41.355, Gaziosmanpaşa’da 40.976, Bahçelievler’de 35.944, Bağcılar’da 32.396, Bayrampaşa’da 30.526, Kâğıthane’de 27.868, Beyoğlu’nda 25.925 ve Esenyurt’ta 22.119’dur. Adalar kilometrekareye düşen 1385, Beykoz 800, Silivri 225, Çatalca 65, Şile 47 insanla İstanbul ortalamasının altındaki ilçelerdir.
Kilometrekareye düşen insan sayısının 4301 olduğu Başakşehir’de, henüz Gazze Şeridi’ndeki istiflenme yoğunluğuna ulaşılamamıştır ama İstanbul’un 26 ilçesi Gazze Şeridi’nden beterdir. Üstelik görünürde – baraj yapımı nedeniyle ya da çatışmalı süreçler gerekçe gösterilerek boşaltılan köyler hariç- insanları zorla topraklarından koparan bir İsrail de yoktur. Bir elektrikli süpürgenin halının üzerindeki tozları toplaması gibi, İstanbul, Anadolu insanını çekmektedir. Nüfus İstanbul’da istiflendikçe, sermayenin, bilginin, iktidarın ve toprak kullanımının belirli ellerde toplandığı bir dönüşüm yaşanmaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü, kişi başına düşen 15 metrekare yeşil alanı ideal alt sınır olarak belirlemiş. İstanbul’un birçok ilçesinin taşı toprağı betondur. Bağcılar’da kişi başına düşen yeşil alan miktarı 0,7, Zeytinburnu, Esenler ve Gündören’de 1, Avcılar’da 1,1, Kartal ve Gaziosmanpaşa’da 1,2 Kâğıthane 2,3, Adalar 2,7, Kadıköy 2,8 metrekaredir. İnsanda selüloz sindiren enzimler yoktur ve zaten çayır çimen karın doyurmaz. İstanbul’da kişi başına dökülen beton miktarı arttıkça gelişip semiren, palazlanan, şirket olan müteahhitler vardır.
Koronovirüs günlerinde insanlardan birbirleriyle aralarına en az 1 metre sosyal mesafe koymaları istenmiştir. Oysa İstanbul tıkış tıkıştır ve kilometrekareye düşen insan sayısının 40 bini geçtiği ilçeleri vardır. Pandemi, dar alanlarda toplu konutlarda istiflenmiş halkları sever.
İstanbul’da fenalığın bir başka merkez üssü İstanbul Havalimanı’dır. Doğadan 77 kilometrekare çalınmıştır. Yüzölçümü olarak Kartal’ın 2, Bağcılar’ın 3, Beşiktaş’ın 4, Kâğıthane’nin 5, Zeytinburnu’nun 6, Şişli’nin 7, Beyoğlu’nun 8 katından fazla bir yaşam alanı bitirilmiştir. Diğer taraftan 90-150 milyon yolcu kapasiteli bir havalimanı dünyanın herhangi bir yerinde ortaya çıkan bir virüsün en önemli aktarma merkezlerinden biridir. İstanbul’u her türlü salgına açık hale getirmiştir. Türkiye’de yaşam İstanbul’da istiflenmeye dönüşse de İstanbul Havalimanı bir zorunluluk değildi. Anadolu’da kalan insanların İstanbul’a göçünü hızlandıracak projelerden biriydi.
Bir kurbağayı sıcak su dolu bir kaba bıraktığınız anda kurbağa zıplar, bu bir reflekstir. Ilık suya alınan bir kurbağa ise, su kısık ateşte ısıtılmaya başlandığında ne olduğunu anlamaz, su ısındıkça mayışır, zıplayıp kurtulması gerektiğinde ise gerekli enerji bulamaz. Refleksler körelmiştir. Türkiye, ılık suya alınmıştır, su kısık ateşte ısıtılmaktadır. İstanbul’daki her metrekare yeni imar alanı, yeni bir metro hattı, yeni bir köprü, yeni bir tüp geçit bu suyun sıcaklığını bir derece daha artırmaktadır. Türkiye, battaniyesini çekmiş, kedisini yanına almış, çay, patlamış mısır, Netflix’ten dizisini izlemektedir.
Kanal İstanbul Projesi, kim ne derse desin, Anadolu’dan hatırı sayılır bir göçe sebebiyet verecek, İstanbul’da istiflenecek insan sayısını artıracaktır. İnatla bu proje sürdürülürse on yıl içerisinde İstanbul’a bir İstanbul daha eklenecektir. Marmara ile Karadeniz arasına açılacak olan kanal asılında suya yataklık yapmak yerine, Anadolu’daki binlerce köyün, yüzlerce kasabanın defin yeri olacaktır.
Taş ve ahşabın yerini beton ve asfalt almıştır. Toprağa asfalt dökmek, beton ekmek ve gökdelen dikmek moloz ve hafriyat biriktirmektir. İstanbul’da Bizans döneminin taş ve ahşap içiren eserleri muhtemelen yüz yıl sonraya da taşınacaktır. Ama bugünün beton blokları yüz yıl içerisinde hafriyat kamyonlarına yüklenip ya denize ya bir dere yatağına ya da bir doğal yaşam alanına kent kusmuğu olarak boşaltılacaktır.
İstanbul, neresinden tutsanız elinizde kalmaktadır. Kim İstanbul’un ulaşım, güvenlik, sağlık, yeşil alan, depremde toplanma alanı sorununu çözmeye çalışıyorsa hepimizin canına okumaktadır. Çünkü İstanbul’un çözülmeyi bekleyen ulaşım, güvenlik ya da sağlık sorunu yoktur, sorun bizzat İstanbul’dur. İstanbul, mutlaka tahliye edilmelidir.
İstanbul’un tahliyesi, İstanbul’u bu hale getiren asfalt/ beton/ deterjan belediyeciliğine ya da TOKİ aklına devredilirse, İstanbul’un çirkinliği Anadolu’da metastaz yapar. Doğa ve topluma saldırarak servet yığan kapitalist aklın yerine, suyun, toprağın, havanın, çiçeğin ve böceğin hakkını gözeten, iklim ve ekoloji dostu bir anlayışı ikame etmemiz gerekir. Geçmişin aynısını tekrar etmemiz ne mümkündür ne de gereklidir. Ancak, yaşanabilir mekânlar oluşturmak ve bunu yaparken insanlık tarihinin doğru birikimlerinden, sürdürülebilir enerji kaynaklarından yararlanmak bir fantezi değil bir zorunluluktur.
(Sabrınız için teşekkür ederim, yazı bütünüyle tartışmaya açıktır.)