Dünya adil yönetilmiyor. Okyanus ticareti, enerji kaynakları, enerji nakil yolları, bankacılık ve finans sistemi, medya ve haberleşme ağı, kendini “seçilmiş” addeden belirli ailelerin kontrolünde. Para üretme tekeli bu ailelerde. Silah ve ilaç üretiminde de orantısız bir güce sahipler. Aynı aileler, egemenliklerini yitirmemek için tatlı su kaynaklarını, tohum ve gıda sektörünü de tamamen kontrol etmek istiyorlar. Hükümetler, bu ailelerin işlerini kolaylaştırdıkları oranda makbuller. Küresel oligarşiye zorluk çıkaranlar Kuzey Kore ya da İran’a yapıldığı gibi terörist olmakla itham ediliyor.
İlginçtir, insanların ekserisi, gelir dağılımı adaletsizliğinden, nimet külfet paylaşımı dengesizliğinden rahatsız değil. Rahatsız oldukları kendi paylarına düşenin az olması. Sömürü sisteminin değil işletenin değişmesini istiyorlar. Yağma ve talan sırasının kendilerine geleceği günü bekliyorlar. İnsanların çoğu, ihtiyaçlarının ve haklarının değil, tutkuların ve gücün peşinde. İstedikleri özgürlükleri değil, köle sahibi olmak. Pek az insan hakkını istiyor. Durum böyle olunca yağma ve talan düzeniyle mücadele edenler, ezilenlerin, sömürülenlerin, haksızlığa uğrayanların ekserisini yanlarında değil karşılarında buluyorlar.
İş dünyası tanrılarından haberler geçen Forbes’in “en zenginler” listesinde yer alan sekiz kişiye, en yoksul 3 milyar 900 milyon kişiden, yani dünya nüfusun yarısından daha fazla kullanılabilir gelir sağlayan bir mekanizma var. Ya da 825 milyon insan, her gece aç yatarken bir müzayedede Leonardo da Vinci’nin Salvator Mundi adlı tablosuna 450,3 milyon dolar verilebiliyor. Açlığın, işsizliğin ve topraksızlığın sistematik olarak üretildiği, her 10 saniyede bir, bir çocuğun açlıktan öldüğü, 5 yaş altı 160 milyon kadar çocuğun kronik bir şekilde kötü beslendiği ve buna karşın kuzey ülkelerinde 750 milyar dolarlık gıda israfının olduğu bir çağda, olup biteni görmezden gelenler, kutsal metinlerde tarif edilen şeytanlardır.
Gelir dağılımında, nimet ve külfet paylaşımında adaletsizliği sürdürebilmenin yolu, orta sınıfı ve yoksul kitleleri, mümkün olduğunca dünyanın matematiğinden uzak tutmaktır. Uydurulmuş kutsallar ve uydurulmuş düşmanlar, bunun için paha biçilmez kaftandır. Zaten sermaye sahipleri ve çocukları, halka karşı zırhlarla çevrili konforun zirvesinde ve her türlü çatışma ortamından izole yaşarken, birilerini hain / terörist ilan edilmesi ya da dövebileceğiniz ülkelere ve bölgesel aktörlere savaş açılması, hem gündemi değiştirir hem de savaşın / ölümün kutsallığına dair kurulan cümlelerle yoksulların çocukları taltif edilerek eksiltilir.
İlahına “Cenabı Hak” diyen bir inancın mensuplarının ekserisinde, yaşamın gerçeklikleriyle, hakkaniyetle ve adaletle aralarında mesafeler oluşmuşsa, hak, hakikat ve adalet kavramları ya ölüm ve ötesine tehir edilmiştir ya da bu kavramların içi boşaltılmıştır.Elbette İsrail, işgalcidir, zalimdir; elbette Filistin halkı mazlumdur; ancak, dünyada tek zalim yönetimi İsrail, zulme maruz kalan tek halkı da Filistinliler olarak görmek, bunu da sorgulanmaz bir gerçeklik kabul etmek, hem İslam’ı hem de matematiği bilmemenin sonucudur.
Dünya adil yönetilmiyor. Adaletsizlik varsa kriz kaçınılmazdır. İlkesizlik ve sabitesizlik, küresel ısınma ve iklim değişikliği, çevre kirliliği ve çöp, savaşlar ve çatışmalar, gelir dağılımında adaletsizlik, hak ihlalleri, göç ve yabancı düşmanlığı, ırkçılık, bölgecilik ve mezhepçilik, inanç fanatizmi, teknolojik bağımlılık, ailenin dağılması ve bireyselleşme, taklitçilik ya da hamaset ve hurafe ile akılların iğdiş edilmesi, toplumların tek tipleştirilmesi ve toplumsal hafızanın yitirilmesi yönetimsel krizin yansımalarıdır. Küresel sömürüye, küresel krizlere karşı çözüm, farklı ülkelerde farklı bayraklar altında yaşayan, iyinin, doğrunun, güzelin, faydalının, adaletin ve barışın arayışındaki farklı renklerden, ırklardan ve dillerden insanların organize olabilmesindedir.