Hayret ediyorum,
Sedat Peker,
Muhammed Yakut ve en son,
Ali Yeşildağ,
Her birisinden çok ciddi iddialar duyuyoruz. Eğer bu iddialar doğru ise ki -doğru olma ihtimali çok yüksek, çünkü hem içerden konuşuyorlar hemde hepimiz çevremizden irili ufaklı benzer bir çok yolsuzluk ve rüşvet olaylarını fısıltı gazetesiyle duyuyoruz- Türkiye'de yer yerinden oynaması, iktidarın istifa etmesi bazı kişilerin milletin içine çıkamaması lazım idi. Ama maalesef tık yok.
Sedat Peker ve Muhammed Yakut’un iddialarında olduğu gibi, Ali Yeşildağ’ın da bu kadar açık ve net iddia ve ifşalarına rağmen, iktidar mensuplarından ve AKP teşkilatlarının ne üst makamlardan ne il ve ilçe teşkilatlarından, ne de üyelerden bir istifa duymadık.
Milletin parasını hile/hurdayla çalanlarla beraber, “Milletin(vekili) olmam” diyerek adaylıktan çekilen hiç kimseyi duymadık?
Yine bu iddialardan rahatsız olan, Cumhur İttifakından tepki veren veya ayrılan bir partiyi de henüz duymadık.
Bu iddiaların muhataplarından, “milletten özür dileyerek siyaseti bıraktım” diyen bir kişiyi de duymadık,
Hatta bu kadar ağır iddialara karşı Cumhur ittifakının “Cumhurbaşkanı” adayının bile adaylıktan çekilmesi gerekirdi.
Yine bu üç kişinin iddia/ifşalarına yönelik açılan bir soruşturma veya görevden almayı da duymadık. Halbuki iddia sahipleri isim, yer, zaman ve çeşitli belgeleri de açıklıyor. Cumhuriyet Savcılarımız bir an evvel İtalya’daki temiz eller operasyonu gibi gereğini yapmalıdır. Neden yapmaz?
İddia/İfşalarda bulunan Ali Yeşildağ’ın ayrı bir önemi var. Çünkü iki abisiyle beraber saray ve iktidar mensubu kişiler adına ortak ihaleler aldığını ve bu alanı organize ettiklerini iddia ediyor.
Hiç kimse, “duymamazlıktan gelemez” “yalandır” iftiradır” deyip ilgisiz kalamaz/kalmamalıdır. “Kim söylüyor ve neden söylüyor” üzerinde durmaktan ziyade, iddiaların içeriğine bakmak lazım.
Bu iddiaları doğru veya yalan olduğunu ortaya çıkaracak olan, yargı mekanizmasıdır.
Türkiye bir hukuk devleti olduğuna göre yapılan açıklama ve paylaşılan belgeler üzerine gidilmeli ve iddialar doğru ve adil bir şekilde aydınlatılıp kamuoyu ile paylaşılmalıdır.
Eğer bu iddialar iftira ise muhataplar aklanmış, yok doğru ise milletin hakkı bu yağmacılardan alınıp cezalandırılmış olur.
İktidar mensupları eğer kendilerinden eminse soruşturma için gerekli adımları hemen atmalı yarına bırakmamalıdır. Eğer duymamazlıktan geliyor ve soruşturmalar için gereğini yapmıyorsa, bir şeyler var demektir. Bu soruşturmalar, bugün yapılmasa da 14 Mayıs sonrası mutlaka yapılmalı/yapılacaktır.
Diğer taraftan bir de şöyle bir gerçeklik var;
“Faiz, hırsızlık, yolsuzluk, israf, torpil, adaletsizlik, kul hakkı yeme”
“Faiz, hırsızlık, yolsuzluk, israf, torpil, adaletsizlik, kul hakkı yeme”
“Faiz, hırsızlık, yolsuzluk, israf, torpil, adaletsizlik, kul hakkı yeme”
“Faiz, hırsızlık, yolsuzluk, israf, torpil, adaletsizlik, kul hakkı yeme” gibi
haberleri öyle çok duyar hale geldik ki artık bu tür ahlaksızlıklar normalleşti, sıradanlaştı ve toplum olarak bu olaylara maalesef duyarsız ve tepkisiz hale geldik!
Hatta “çalıyorlar ama hizmet yapıyorlar” “birazda bunlar yesin” “kim gelse çalar” gibi akla, insanlığa ve İslam’a ters bir inanç, zihinlerde yer etmiş durumda.
Burada en büyük sorumluluk ve vebal, günümüz alim, hoca, şeyh ve STK'alara aittir diyebiliriz.
Çünkü alimler, toplumu ayakta tutan kolon ve toplumu aydınlatan ışıktırlar. STK’lar ise toplum yararına hizmet etmek için kurulmuş bağımsız, politik, sosyal ve kültürel kuruluşlardır. Bunların temel görevi toplumu uyutmak ve yanlış yönlendirmek değil, aydınlatmak ve doğruya yönlendirmektir.
Yine Alimler ve STK yetkilileri, “sarayın sofralarında” oturanlar “iktidarın arka bahçesi” olanlar değil, yanlış karar ve icraatlarında iktidarı ikaz eden ve sivil dayanışma ile baskı unsuru olanlar olmalıdır.
Ama maalesef alimlerimiz olsun STK’ar olsun ifşa olan bu tür olaylara karşı ciddi tepkiler koymadılar. Avrupa ülkelerinde İslam’i değerlerimize yönelik bir hakaret olsa, haklı olarak hemen basın açıklamalarıyla en sert tepkiyi gösterirlerken, ülkemizde iktidar hakkında çıkan yolsuzluk, usulsüzlük, hırsızlık iddialarına, yargı mekanizmasının siyasallaşmasına, her alanda görülen adaletsizliklere, kul hakkı ve din istismarına "bizdendir" diyerek sessiz kaldılar, duymadılar, görmediler. Elbette doğruya doğru yanlışa yanlış deyip ikaz görevini yapan âlimlerimiz ve STK'larımız vardır, bunları istisna tutuyorum. Ama bunlar da kaç kişiler ve yalnız kalmışlardır.
Alim ve STK yetkilileri, öneri ve eleştirilerini dikkate almadıkları halde, iktidar yetkililerinin "görsellik" olsun diye zaman zaman yaptıkları "kanaat önderleri ve STK’a" toplantılarına katılıp fotoğraf verdiler. Bu toplantılarda doğruları cesaretle haykırıyor ve yanlışlar söyleniyorsa bu toplantılar elbette faydalıdır. Ama kaç alim veya STK Başkanı bunu yapabiliyor? Yapanları tebrik ve takdir ediyorum.
Bir çok hoca ve STK Başkanları, Akp teşkilatları, iktidar ve Erdoğan’ın yanlışlarını kabul ettikleri halde, --hakkı savunan Saadet Partisi varken- "ehveni şer" ve “CHP zihniyeti” korkutmasıyla her seçimde AKP'ye destek verdiler, vatandaşı da yönlendirdiler. Haliyle vatandaşlarımız da, yaşanan "yolsuzluk, hırsızlık, israf, torpil, adaletsizlik, haksızlık, din ve vatan istismarını normal görmeye başladılar.
Şunu da açık ve net söyleyelim ki, Cumhuriyetin ilk yılları ve 28 Şubat dahil, hiç bir dönemde, AKP’nin İslama verdiği zarar bu kadar olmamıştır. Çünkü hiçbir dönemde İslam’ın içi bu kadar boşaltılmamış, din bu kadar suistimal edilmemiş, camiler, seccade ve Kuran siyaset malzemesi yapılmamış, toplum dindar/dinsiz ve toplum bu kadar yozlaşmamıştır.
1920-45 ve 28 Şubatta, yasaklar ve baskılar olmuşsa da “İslam ve Müslümanlar” temiz kalmış, bugünkü kadar, “Müslümanlar kirlenmemişti.”
Belki AKP iktidarlarında yasak ve baskılar olmamış hatta medrese, kuran kursu ve camiler destek görmüş, başörtüsü serbest bırakılmış, Ayasofya camisi açılmış, ama diğer yandan din istismarı çok yapılmış, Müslümanlar güven kaybı yaşamış, başta gençlerimiz olmak üzere toplumun ciddi bir oranı İslam’dan uzaklaşmasına sebep olmuştur. Bu da, İslam ve Müslümanlara yönelik yasak ve baskılardan daha tehlikeli ve acı bir durumdur. Gençler arasında “Deizm” neden artıyor hiç düşündük mü?
Elbette biz yasak ve baskıları savunmuyoruz ama biz söylemlerde samimiyet, dürüstlük istiyor, din istismar yapılmasın diyoruz.
Dolaysıyla, toplumu bu hale getirenlerin manevi sorumluluğunun çok ağır olacağını düşünüyorum.
Bizler, 14 Mayısta ya algılara ve iftiralara kanarak, “din istismarına, rüşvet, torpil, israf, yolsuzluk, yalan, talan ve tek adam düzenine devam deyip, mevcut bir avuç kişiye kazandıracağız,
Ya da, değişimden, ortak akıl ve ortak yönetimden, ehliyet ve liyakattan, hak, hukuk ve adaletten yana, 85 Milyon vatandaşımıza ve Türkiye’ye kazandıracağız.
Vesselam