Anayasaya göre genel ve yerel seçimler beş yılda bir yapılıyor. Her 5 yıllık süreçte ülkeyi yönetecek ve yereli yönetecek kadrolar belirleniyor.
Genel seçimlerin, yerel seçimlerden farklı yönü, ekonomiden sosyal hayata, halkın refah seviyesi ve ülke çıkarları doğrultusunda politikalar üreterek, iç ve dış politikaların belirlenmesi, ülkenin genel politikalarına yön verilmesi için seçmeni temsil edecek kadrolar her beş yılda bir seçilmiş ve belirlenmiş oluyor.
Genel seçimlerin kabaca tarifi bu diyebiliriz. Yerel seçimler için tarif biraz daha farklı, adı üstünde seçim yerel olunca yerel konuları ilgilendiren, vatandaşa direk temas eden hizmetler olarak tanımlanıyor.
Biraz daha yerel hizmet detaylarına baktığımızda, Belediyecilik “Öncelikle su, imar, ulaşım ve kanalizasyon gibi çevre ve çevre sağlığı, kentsel alt yapı; temizlik ve katı atık; itfaiye, zabıta, acil yardım, kurtarma ve ambulans; defin ve mezarlıklar yapar.” Şeklinde tanımlanmaktadır.
Buradan hareketle varmak istediğim asıl husus şudur: 2019 yerel seçimleri ve geçmiş yerel seçim manşetlerine baktığımızda, “Sandıkta Deprem”, “Mursi’nin Özgürlüğü İstanbul’dan Geçiyor”, “Yolun Sonu Göründü”, “Milletin Zaferi”, “Netanyahu’lar Sevinmesin”, “İstibdat Yıkılıyor”, “Bir Aşk Hikayesi”, “İktidar Sallandı”, “Zillet İttifakı” benim denk geldiğim ve bizzat şahit olduğum manşet ve sloganlardı.
Yukarıda belediye hizmetlerinin genel bir tanımı yapmıştım. Manşetlere ve liderlerin konuşmalarına baktığımızda seçmen üzerinde yapılan büyük algı operasyonu olduğunu görüyoruz. Asıl olan mevcut rantların elden gitmemesi çabasından başkaca bir şey değildir. Koca koca adamların, koca koca lafları bir ilçe belediyesi, bir il belediyesini kendi partisi kazanması için her türlü çirkin iftira ve söylemlerde bulunması hem ahlaki hem insani değildir.
Seçimlerde sırf kazanma odaklı, hırsla söylenen sözlerin bu milete hiç bir faydası yoktur. Siyaset belirli etik kurallar çerçevesinde yapılmak zorundadır. Her seçim dönemi seçmen kendisine hizmet etmesi için belli kadrolara oylarını vermektedir. Bu kadrolar hangi parti olursa olsun Anayasanın ve seçim kanunlarının kendilerine verdiği haklar üzerine seçim yarışına girmektedirler.
2019 yerel seçimlerinde yaşadığımız, iktidar partisinden olmayan diğer parti adaylarının ve liderlerinin “Bunlar Kandil'le beraber hareket eden teröristler” şeklinde kara propagandaları ile devletin verdiği adli sicil kayıtlarında “herhangi bir adli sicil kaydı yoktur” ifadesini bile hiçe sayarak yerel seçimleri yapmıştık. İlçe meydanlarında tanzim çadırları kurarak patates, soğan, biber satan belediyelerle seçim yapmıştık. İşte algının tamda kendisi bu idi, hayali patates soğan baronları oluşturup halkı yoksullaştıranların, yoksullaştırdıkları hakların yoksullukları üzerinden oy devşirdiğini, ucuz domates soğan alabilmek için sabahın erken saatlerinde tanzim çadırları önünde kuyruk oluşturan insanları gördük.
Post-Truth kavramı yani hakikatin önemsizleşmesi kavramı an acımasız bir şekilde kullanılmıştı ve kullanılmaya devam ediliyor. Bu kavramın kullanılma şekilleri, Türkiye siyasetinde maalesef özellikle son 20 yıldır çok sert bir şekilde kullanılmakta olduğunu görüyoruz. Nasıl kullanıldığı üzerine bir kaç örnek verirsem konu daha açık anlaşılacaktır.
Siyasette hakikatin önemsizleşmesi, seçmenin ikna edilerek inandırılması, seçmenin zihinlerine değil, kalplerine, duygularına hitap edilmesi söz konusudur. İktidarların yapmış oldukları hataların veya vaat ettikleri projelerin sorgulanması, halk nezdinde seçim dönemlerinde verdikler oyla konsolide olur. Yani seçmen akıl yürütme, mantık yürütme, sürecine sokulmak istenmez, bunun yerine kitleler hareketlerini blok halinde tutmak için duygulara hitap eder. Bunun için seçim toplumun önem verdiği kutsallar üzerinden bir zemine taşınır ve oradan seçim kampanyası devam eder. Seçim propagandaları, kutsal kavramlar olan şehitlik, din, milliyetçilik kavramları üzerine bina edilirken, bunun karşısına konulması gereken yani halkı tercih yapmaya itecek olan korku kavramları da ekonomik kriz, savaş, terör olarak karşımıza çıkar.
Yani başta da ifade ettiğim metinlerde, bu ülkenin kanunları ile kurulmuş, seçimlere yasal süreçler ışığında giren muhalif siyasi parti adaylarını yıpratmak, seçim zeminini buraya taşımak her seçimde yürütülen kara propaganda yöntemidir. Yani liderler meydanlara çıkarlar, muhalefeti şer odakları ile hareket eden, ülkeyi ele geçirmeye çalışan, gizli gündemleri olan dış güçler ve önceki dönemlerde yaşanılan mağduriyetler üzerinden hakikatin önemsizleştirildiği bir seçim kampanyası karşımıza çıkar.
Oysa ki ifade ettiğimiz gibi yerel seçimlerde yereli yani en yakın kamu idarecesini seçmiş oluyoruz. Çöplerimizi toplayacak, imar iskan işlerimizi tanzim edecek, alt yapı, itfaiye, defin ve mezarlık işlerini, çarşı pazar yeri denetimlerini, zabıta işlerini yönetecek bir yerel sorumlu yani belediye başkanı seçeriz. Dış güçlerin bir planı varsa bunu belediye seçimleri değil genel seçimlerde bu planları uygulaması mantıklı olmaz mı sizce? Terörle iltisakı olan adaylar varsa adaylık başvuruları esnasında devletin adalet mekanizmasından alınan adli sicil kayıtları bu iltisakı neden göstermez.
Seçmen olarak seçimde sunulan bu duygu girdabına çekilmeden düşünerek, mevcutların projelerini, yaptıkları, yapmadıkları, söz verdikleri ama yapmadıkları üzerinden karar süreci yürütülebilir. Ayrıca detay görmek isteyen seçmen, belediyelerin web sitelerinde yayınlamak zorunda oldukları faaliyet raporlarını, performans programlarını ve stratejik planlarını inceleyerek karar sürecini yürütebilir.
İşin özü, yerel seçimlere gittiğimiz bu süreçte duygularımızı yönlendirmek için söylenenlere değil, yapılanlara, yapılmakta olanlara bakarak “Ainesi iştir kişinin lafa bakılmaz” atasözündeki gibi söze değil öze bakarak savaşa değil seçime gittiğimizin farkında olmalıyız vesselam…