Hatırlanacağı üzere, birkaç gün önce, Cumhurbaşkanı ve Ak Parti Genel Başkanı Erdoğan’ın, AKP grup toplantısında, AKP’ye katılan Mehmet Ali Çelebi’ye, “Kaç çocuğun var?” sorusuna? “Bir tane” cevabını alınca, “Çocuk çok önemli. Bak PKK’nın 5 tane, 10 tane, 15 tane var” demişti.
Peki, PKK'lıların evlenmedikleri bilindiğine göre, bu sözle kast edilen kim? “Erdoğan, PKK’lilerin çocuklarının olmadığını bilmemesi mümkün olmadığına göre, ortaklarına ve partisine dahil ettiği ulusalcılara, sıcak bir mesaj mı vermek istedi?
Akp’ye oy vermiş olanlar dahil, görüştüğüm bir çok vatandaşta, “Kast edilenin Kürtler” olduğuna dair bir kanaat ve algı olduğunu gördüm. Ki ben de aynı kanattayım. Çünkü Kürt ailelerinde çocuk sayısı fazla ve bu tarife, yani 5-10-15 çocuğu olan, birçok Kürt ailesi uyuyor. Konuşma sonrası, bir düzeltme ihtiyacı da duymadığına göre dil sürçmesinin de olmadığı anlaşılıyor.
Gazetecilerin, bu konuda ‘Kürtleri mi kastettiniz’ sorusunu sadece Çelebi’ye çocuk tavsiyesi üzerinden yanıtlayan Erdoğan, “Ben her zaman açık açık en az üç çocuk diyorum zaten. Bu benim gizli bir politikam değil ki. Böyle bir şeyi hiçbir zaman gizlemedim zaten. Orada da söylediğim çok açık ama onların istismarı bitmez. Onların istismarına cevap yetiştirmeye de gerek yok” cevabıyla, ilgisiz, yetersiz ve cevabı olmayan bir cevap vermiştir. Yani “olur mu öyle bir şey, ben Kürt vatandaşlarımı nasıl kastedrim” dememiştir. Grup toplantısında ve sorulan soruda bir düzeltme ihtiyacı duymadığına göre, “Kürtleri kastettiği” açıkça anlaşılıyor. Ve zihin altında, Kürtlere bakışını ifade etmiş oluyor.
Milliyetçi bir partinin Genel Başkanı olarak bunu söylese, normal kabul edilebilir, Ancak bir Cumhurbaşkanının bunu söylemesi tehlikeli ve büyük bir yanlıştır.
Çünkü bir kişi, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra, kendisine oy versin vermesin herkesin Cumhurbaşkanıdır. Tüm konuşmaları, birlik, beraberlik, sevgi, barış, eşitlik, hak ve adaletten yana olması gerekir. Kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı hedef gösterici olmamalıdır. Çünkü kutuplaştırıcı ve ayrıştırıcı söylemler, oy tabanını konsolide edebilir ama tüm toplumu olumsuz etkiliyor. Maalesef bunun kötü örneklerine, zaman zaman hepimiz şahit oluyoruz.
İşte yakın zamanda Afyon İl Jandarma Komutanı Yılmaz Kırgel’in Afyonspor’un Amedspor ile maçı öncesinde söyledikleri: “Mersin’de yaşadığımız o terör eyleminden sonra gönlümden geçeni söylüyorum: Şöyle bir 5-0 eze eze yenerseniz, buradan onları göndeririz.” Söylemi iktidarın bu kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı ve hedef gösterici politikasından ayrı düşünülebilir mi? Bu komutan hakkında hangi işlem yapıldı?
Geçen gün görüştüğüm Trabzonlu bir dostum, yiğenim Muşta görev yapmakta ve oradan tanışmış olduğu bir kızla evlenmek istediğini ailesine bildirmiş. Gencin babası, dostumuz olan abisine gelerek, sıkıntılı ve endişeli bir şekilde, “oğlum bir Kürt kızıyle evlenmek istiyor ne yapacağım şimdi nasıl Kürt kızını gelin olarak getireceğim” diye sormuş. Dostumuz kendisine “endişeye gerek olmadığını ve kızın oğlunda daha iyi bir Müslüman olduğunu söylediğini” ifade etmiş.
Bir spor takımını veya bir halkı terörle ilişkili ve taraf görmek, potansiyel suçlu görmek ne kadar yanlış ve tehlikeli bir zihniyettir.
Irkçılık ve ayrımcılık kokan bu söylem, Kürt Halkını üzmüştür. Yalınız Ak Parti Genel Başkanı sıfatı olsa, belki olabilirdi ama Cumhurbaşkanı Makamında olan Sayın Erdoğan’a yakışmamıştır.
Mesela, benim her birisiyle iftihar ettiğim ve prıl prıl 14 çocuğum var. Elhamdülillah ben Müslümanım ve Kürdüm. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım ve ülkemle iftihar ediyorum. Bu ülke ne kadar Türklerinse, bir o kadar da Kürtlerindir.
Ülkemizin hak, hukuk, adalet, insan hakları ve ekonomi alanında ciddi sıkıntıları yaşandığı, bölgemizde devam eden çatışma ve savaşların olduğu, 85 milyon vatandaşımızın daha çok birlik ve beraberliğe ihtiyacı duyduğu bir dönemde, başta Ak Parti olmak üzere Cumhur ittifakı bileşenleri, vatandaşlarımızın farklılıklarını bir zenginlik görmek yerine, iktidarlarını korumak için, bu farklılıkları ayrıştırmaya sebep görmesi büyük bir yanlıştır.
Belki farklı konumda olan kişiler benzer kelimler söyleyebilir ama bütün vatandaşların Cumhurbaşkanı ve devletin başı olan bir kişinin, vatandaşlarımızı ötekileştiren ve hedef gösteren bu tür söylemleri, çok tehlikelidir.
İnancımızın temeli olan Kuran ve Sünnetin, farklılıklar ve ırklara yönelik emir ve yasakları ortadayken, Avrupa Birliği ülkeleri, kendi aralarındaki sınırları ortadan kaldırırken, bir dünya devletlerinde “ dil, din, ırk ve diğer farklılıklar” zenginlik olarak görülürken, devletimizin en tepesinde bu tür, kutuplaştırıcı, ötekileştirici, ırkçı ve ayrıştırıcı söylemler doğru değildir ve hiç kimseye bir faydası yoktur. Bununla beraber onarılması mümkün olmayan derin yaralara da sebep olabilecektir.”
Nereden Nereye?
İşin garip tarafı, Sn. Erdoğan 1991 yılında, Refah Partisi İstanbul İl Başkanıyken hazırlattığı bir raporda; daha önce “şark sorunu” diye nitelendirilen sorunun aslında “Kürt sorunu” olduğu tespitine yer veriyordu. Sorunun çözümünde resmi ideoloji ve devletin tutumunu sorgulayan Erdoğan, Kürtlerin etnik kökenleri sebebiyle çektikleri acının telaffuz edilebilmesinin çözüme giden ilk adım olduğunu, Kürtlere, dillerini öğrenme gibi kültürel hakların tanınması, anadilde eğitimin önünün açılması gereğini, Kürtlerin çoğunluğunun Türkiye Cumhuriyeti’nden kopmak istemediği, çözümün şiddet ve baskıdan değil, birleştirici bir tutumdan geçtiği vurgusunu yapıyordu.” (Erdoğan, “Kürt Sorunu Raporu” 1991) Bu raporu yazan Erdoğan’ın, son 6 yılda “Milliyetçi söylemleri ve Kürt Sorunu yoktur” demesi manidardır.
Başta Cumhurbaşkanı ve diğer siyasi liderler olmak üzere herkesin, kullandığı dil ve üsluba çok ama çok dikkat etmesi gerekir. Dış mihrakların ülkemiz üzerindeki her türlü oyunlarını, ancak birlik, beraberlik sevgi ve barış içinde olmakla bozabiliriz. Birlik ve beraberliğin de temel mayası, adil bir yönetim, kendimize istediğimizi başkasına istemek, bize yapılmasını istemediğimizi başkasına yapmamaktır. “Kardeşliğin” nutuk ve sözlerde değil, gereğini yapmaktır.
Kürdü ve Türküyle, 85 Milyon vatandaşımızın arasına, yeni sınırlar çizmeye değil, kutuplaştırma ve ötekileştirme ile gönüller arasına çekilmiş sınırları kaldırmaya ihtiyaç vardır.
Bizim her birimizin, ırkı farklı olabilir, ama ırkçı olmayacağız, partilerimiz farklı olabilir, ama partici olmayacağız, mezheplerimiz farklı olabilir, ama mezhepçi olmayacağız, Türk olabiliriz, ama Türkçü olmayacağız, Kürt olabiliriz, ama Kürtçü olmayacağız. Irkımızı sevebiliriz, ama diğer ırkları inkar ve asimile etmeyeceğiz. Farklılıklarımızı, ayrışmanın sebebi değil, birer zenginlik göreceğiz.
Soy, kabile, dil ve Irkları üstün görmek veya bunlarla öğünmek birer cahiliye adetidir. Hepimiz, bütün farklılıklarımızla beraber, birer Türkiye vatandaşıyız. Temel ortak yönümüz insan olmak ve İslam’dır. Üstünlük soy, sop ve ırkta değil, hak, hukuk, adalet ve takva sahibi olmaktadır. Hepimiz beraber, “Adil ve Yaşanabilir Bir Türkiye İçin Çalışacağız.” Bazı siyasetçilerin, “oy” amaçlı, ırkçı ve milliyetçi nutuk ve tahriklerine kanmamak ve kapılmamak için dikkat etmek gerekir.
Vesselam