Hayatı

Safer ayının hicrî 683 senesinin salı gününde doğan Sübkî’nin künyesi Ebü’l-Hasen’dir. Tam İsmi Ali b. Abdilkâfî b. Ali b. Temmâm b. Yusuf. b. Musâ es-Sübkî el-Ensârî el-Hazrecî’dir. Mısır’ın Menûfiye şehrinin Sübki’l-‘abîd bölgesinde dünyaya gelmiş, yirmi sene sonra Kahire bölgesine taşınmıştır. Bir dönem İskenderiye’de bulunurken, hicrî 706’da hadis ilmi için Şam’a gitmiş ve birçok ulema ile münâzara ve tartışmalarda bulunmuştur. Bir sene sonra Kahire’ye dönmüş ve tedris faaliyetlerinde bulunduğu gibi fetva ve eser telif etmekle iştigal etmiştir. Ayrıca bu dönemde İbn Teymiyye’ye kabir ziyareti ve talak meseleleri hakkında reddiye kaleme almıştır. Fıkıh ilminde elde ettiği temayüz nedeniyle Mısır’daki mezhep başkanlığı kendisine tevdi edilmiştir. Hicrî 716 senesinde hacca giden Sübkî’nin bu süre zarfında İbn Talun camisinde hocalık yaptığı anlaşılmaktadır. Ancak hicrî 719 tarihinde bu görev ondan alınmış hicrî 727 senesinde bu göreve geri getirilmiştir. Hicrî 739’a kadar burada görev yaptıktan sonra Kazvînî’nin ölümüyle dönemin Memlük devletinin sultanı Muhammed b. Kalavun tarafından Dımeşk’de kaza görevine getirilmiştir. Bu süre zarfı içinde Emevî Camii hatipliğini de yürütmüştür. Hicrî 742’de Mısır’da kadılık yapmak için geri dönse de az bir süre ikamet edip Dımeşk’e geri dönmüştür. Hastalığı nedeniyle oğlu Taceddin es-Sübkî’yi kendi görevine niyabetini sağladıktan sonra ölümüne yirmi gün kala Mısır’a geri dönmüştür. Yetmiş üç sene ömür süren Sübkî, 3 Cemâziyelâhir 756’da bir pazartesi gecesi vefat etmiştir.

Birçok ilimde mahir olan ve eser telif eden Sübkî, ilk öğrenimini babasında tamamlasa da her ilmi döneminin yetkin kimselerinden okumuştur. Necmeddîn b. Ruf’a’dan fıkıh, Alâüddîn el-Bâcî’den aklî ilimleri, Seyfüddîn el-Bâğdâdî’den mantık ve hilaf, Alâüddîn el-İrâkî’den tefsir, Takiyyüddîn ibnü’s-Sâig’dan kıraat, Abdullah el-Gımârî’den ise ferâiz okumuştur. Şerefüddin ed-Dimyâtî ve Sa’düddin el-Hâris̄i’den hadis, Ebû Hayyân el-Endelüsî’den nahiv, Tâcüddin b. Atâullah’tan tasavvuf dersleri almıştır. Erken yaşlarında şöhreti yayılan Sübkî’nin başta fıkıh olmak üzere, tefsir, hadis, akaid, dil ve tasavvuf alanında birçok kitabı vardır. Ancak usûl, mantık ve tarih ilimlerine yönelik mesaisi telif bakımından oldukça azdır. Ayrıca birçok medresede müderrislik yapmıştır. el-Âdiliyyetü’l-kübrâ, el-Gazzâliyye, eş-Şâmiyyetü’l-berâniyye, Darü’l-hadisü’l-eşrefiyye, el-Medresetü’l-Mesrûriyye, el-Atabekiyye, el-Mansuriyye, Câmiu’l-hâkim, el-Kehâriyye, es-Seyfiyye, Câmi’ ibn Tâlûn Dımeşk’te ve Kahire’de görev yaptığı döneminin biliminin icra edildiği meşhur medreselerdendir.

Öğretisi

İlmi mesaisini usûl mesâilinden ziyade amelî konulara sadık olan furu’ alanına sarf eden Sübkî’nin usûl literatürüne sağladığı katkı sınırlıdır. Nitekim tam anlamıyla usûl alanında telif ettiği bir eseri bulunmamaktadır. Usûl alanında kaleme aldığı tek eseri Minhâc’ın şerhi el-İbhâc’tır. Ancak bu telifinde sadece “Vâcib’in mukaddimesi” konusuna kadar olan az bir kısmı yazabilmiştir. Geri kalan kısmı oğlu Tâceddin es-Sübkî tamamlamıştır. Bununla beraber oğlu Sübkî, babasının İbn Hâcib’in Muhtasar’ına da şerh yazmaya başladığını ancak bitirmediğini ve yazdığı kısma da vakıf olamadığını belirtir. Arap dili ve edebiyatının “kül” konusu üzerine hasrettiği “âhkâmü’l-kül fî mâ ‘aleyhi yedül” eserinde ise usûl konularından sadece âmm ve mutlak lafız konulara detaylandırmaksızın değinmiştir. Bununla beraber lafızların vaz’ının ontolojik mi yoksa epistemolojik mi olduğu hususunda müstakil bir risale yazdığı bahsedilmektedir. Sübkî’nin usûlün geri kalan alanına yönelik görüşleri ise genel olarak oğlunun yazdığı Cem’u’l-cevâmi’ ve diğer usûl eserlerinde oğlu tarafından nakledilmektedir. Dolayısıyla Sübkî’nin usûl düşüncesi bir yekûn olarak aktarılmasa da parça parça muhtelif kitaplardan elde edilmektedir. Bu nedenle Sübkî’nin usûl tasavvuru daha çok oğlunun usûl konusunda aktardıklarından hareketle tespit edilmiştir.

Sübkî’nin usûl anlayışı ve bu anlayış üzerinden şekillendirdiği kısmî mesaile bakıldığında Râzî sonrası dönemden etkilendiği açıktır. Gerek el-İbhâc’da gerekse de usûl görüşlerine yer verdiği/verildiği eserlerde döneminin nazarî dilini sıkça kullanmış ve mantık düşünürlerinin görüşleriyle karşılaştırmalarda bulunmuştur. Sübkî el-İbhâc’ta eleştirel bir dile hâkim olmakla beraber meselelere tahkik metoduyla yaklaşmaktadır. Nitekim Beyzâvî’nin ifadelerini teker teker incelemekte ve görüşlerini hangi usûlcülerden naklettiğini tespit ederek söz konusu mesâili usûl tarihi bağlamında ele almaktadır. Bu anlamda bir usûl tarihçisi olarak nitelenmesi mümkündür. Nazarî dili baskın olan Sübkî, yer yer mantığa dair açıklamalarda bulunmuş ve bazı açıklamaların tahkikini kendisinden önce kimsenin yapmadığını ifade etmiştir. Bu bağlamda mantıktaki tasavvur-tasdik ayrımını izah ederek marifetin tasavvur, tasdikin ise ilim olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca önermelerin “tasdik” lafzıyla adlandırılmasının nedeninin doğrulanmaya kabil olduğu gerekçesiyle olduğunu öne sürmüştür. Bu bağlamda usûl ve fıkha bilgi denilmesi problemini tasavvur-tasdik veçhesiyle ele almış ve fıkhın tasavvur değil tasdik olduğunu savunmuştur (Sübkî, el-İbhâc, c. 1, s. 53).

Fıkıh usûlünün tanımında yer alan icmâlî deliller ifadesini tümel deliller olarak okuyan Sübkî, tafsîlî delilleri ise tikel deliller olarak görmektedir. Ona göre delillerin zât/şahsilik ve tümel/küllîlik bakımından iki veçhesi vardır. Zât bakımından olan kısmı fakihin bilmesi gerekirken, tümellik yönünü usûlcünün bilmesi gerekmektedir. Nitekim emir-nehy, umum-husus, mutlak-mukayyet, icmal-tebyin, nesih, icma, haber-i vahid ve maslahat delillerini tümel deliller kategorisinde gören Sübkî, bu delillerin tikel kanıtların zımnında var olduğunu belirtir. Yani tikel delil kendinde, tümel olan delili içerir. Usûlcünün ise tikel delillerin zımnındaki tümelleri bilmesini gerekli görürken, fakihin tikel olan delilleri tikel olması bakımından bilmesini yeterli görür. İtibar veçhesiyle iki kısım olan delilleri zat bakımından bir gören Sübkî usûlün mahiyetinin delilleri bilmek mi yoksa bizzat kendisi mi olduğu tartışmasında, delillerin kendisi olduğunu savunarak Râzî’nin görüşünü tercih etmiştir. Müslüman olmayan fertlerin ameli konularla teklifi hususunda emir-nehy ayrımını benimseyen Sübkî’ye göre Müslüman olmayan kimseler menhiyyât ile mükellef iken emrin konusuyla mükellef değildirler. Bunun yanı sıra şer’î düzeyde mübah sayılan tüm eylemlerin, Müslüman olmayan kimseler için haram olması gerektiğini ancak kendisinden başka hiçbir usûlcünün bu yönde bir görüşü olmadığı için tevakkuf ettiğini belirtmiştir.

Dil düşüncesi bağlamında ismü’l-cins ile âlem-i cins arasındaki farkı ortaya koyan Sübkî, ilkinde tikellere bakmaksızın mahiyet’e delâleti merkeze alırken, ikincisinde tikellere bakarak mahiyete delâleti esas alır. Dile yönelik mesailden olan umum-husus konusunda olumsuz edatlardan sonra gelen nekre isimlerle anlaşılan umum anlamının zatî olmadığını ve lâzimî olduğu görüşünü savunur. Ayrıca dendisiyle husus kastedilen âmm lafızların delâletinin mecaz olduğunu savunan mütekellimîn geleneğin görüşünü eleştirerek hakikat olduğunu vurgulamıştır. Usûlcülerin düşüncelerini yorumlayan Sübkî sayı/aded mefhumunu delil kabul eden usûlcülerin görüşlerinin ancak sayı’nın var olduğu yerde geçerli olduğu, sayılan/ma’dûd’un zikredildiği durumda ise kanıt olmayacağı şeklinde yorumlanması gerektiğini ifade etmiştir. Bununla beraber mefhûmu’l-muhâlefe ile amelin sadece şer’î düzeyde mümkün olduğunu insan kelamında mümkün olmadığını belirtir. Lafızların zihni ve harici suretlere vaz’ı tartışmasında klasik gelenekte hâkim olan iki kabüle aykırı bir tutum serdetmiştir. Ona göre lafızlar zihnî veya harici olarak kayıtlanmaksızın mutlak anlamlara vaz olunmuştur. Zatlarda gerçekleşen umum anlamının zaman ve mekânda umum gerektirdiği görüşünü savunarak babasının hocası Karâfî’nin görüşünü reddetmiş ve Râzî’nin düşüncesini benimsemiştir. Mütekellimîn düşüncenin hâkim görüşüne göre âmm lafızların varlığına neden olan sebep suretinin söz konusu lafızların kapsamına girdiği kat’î olarak değerlendirilirken Sübkî, bu görüşe muhalefet ederek zannî olduğunu beyan etmiştir.

Sünnetin menşei olan Hz. Peygamber’in ismetini temellendiren Sübkî, sehven de olsa günah işlemesinin mümkün olmadığını belirtmiştir. Âhâd haberlerin kabulü hususunda râvinin adaletinde muhaddislerin vaz ettiği şartlardan ayrı ek bir şart daha ilave eden Sübkî’ye göre râvînin koşullar gerçekleştiği esnada da dengeyi koruyabilmesi gerekmektedir. Nitekim ona göre bir kimsenin sebepler gerçekleşmediği sürece günahlardan kaçınması mümkündür. Önemli olan günahı iktiza eden sebepler var olduğunda kaçınabilmektir. Dolayısıyla günahı gerektiren nedenler bulunduğunda kaçınma gerçekleşiyorsa adalet meydana gelmiş demektir. Müçtehitte varlığı gereken şartlara da değinen Sübkî, müçtehidi şer’î ilimlerin kendisinde meleke olduğu kimsenin şâri’in maksatlarını anlama kuvvesinde olacak şekilde şeriatın maksatlarını bilen kimse olarak tanımlar. Bunun yanı sıra kelamî konulardan olan ruhların kıyamet gününde yok olup olmayacağı probleminde ruhların hiçbir şekilde yok olmayacağını belirtmiştir. Ayrıca “lezzet” kavramının anlamını tartışan Sübkî, lezzeti idrakin taalluk ettiği hususlarda mümkün görmüştür. Bunun dışında vehmin veya hayalin taalluk ettiği açlık ve cinsi isteklerin veya yüksek mevki ve makamın verdiği hazları “lezzet”ten saymamış aksine bunları sadece bu arzuların aksi olan acının giderilmesi olarak görmüştür.

Öne Çıkan Eserleri

  • Fetâva’s-Sübkî: Dârü’l-Marife, Beyrut [t.y.].

  • Kadâü’l-Ereb fî Marifeti Haleb: thk. Muhammed Alim Abdülmecid el-Afgânî, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, el-Mektebetü’t-Ticâriyye, Mekke 1988.

  • el-İbtihâc fî Şerhi’l-Minhâc: thk. Avad b. Hüseyn eş-Şihrî, Yayınlanmamış Doktora Tezi, el-Memleketü’l-Arabiyyetü’s-Su’ûdiyye, Camiatü Ümmi’l-Kurâ, 2009.

  • ed-Dürretü’l-Mudiyye fi’r-Reddi ‘alâ İbn Teymiyye: Matbaatü’t-Terakkî, Dımeşk 1928.

  • Ahkâmü Kül fîmâ aleyhi Yedül: thk. Taha Muhsin, Dârü’ş-Şüûnü’s-Sikâfiyye, Bağdat 2000.

  • es-Seyfü’l-Meslûl ala men Sebbe’râsul: thk. İyad Ahmed Algoc, Dârü Feth, Amman 2000.

  • Şifâü’s-Sikâm fî Ziyâreti Hayri’l-Enâm: thk. Hüseyn Muhammed Ali Şükri, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2008.

    Kaynak: İslam Düşünce Atlası
    Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu