Hayatı

Karâfî, 626/1228-1229 yılında Mısır’da doğmuştur. Kaynaklarda hayatı ile ilgili bilgiler yok denecek kadar azdır. VII/XIII. yüzyılda Mısır’da hayat sürmüştür. Çocukluğu ve ilk gençlik yılları, Eyyûbîlerin güçten düşerek tarih sahnesinden çekilmesine ve onun enkazı üzerine Memlük Devleti’nin kurulmasına tanıklık etmiştir. Karâfî’nin olgunluk çağı ise Bahrî Memlükler (647/1250-783/1382) döneminde geçmiştir.

Karâfî hayatı boyunca yalnızca ilim öğrenme ve öğretme işiyle meşgul olmuştur. Temel dînî bilgilerini ve eğitimini dönemin genel eğilimine uygun olarak babası Ebü’l-Ulâ İdris’den almıştır. Daha sonra nispeten daha merkezî bölgelerdeki medreselerde ders görmeye başlamıştır. Bu medreselerden biri olan Sâhibiyye Medresesi’nde eğitim almanın yanında, diğer öğrenciler gibi medreseye tahsis edilen vakfın gelirleriyle geçimini sağlamıştır. Yine Mâlikî fıkhının okutulduğu önemli bir ilim merkezi olan Kamhiyye Medresesi ile Karâfî’nin hocalarından İbnü’l-Hâcib’in de bir dönem ders verdiği Fâzıliyye Medresesi’nde de ilim tahsil etmiştir.

Kadılık vb. herhangi bir resmi görevde bulunmayan Karâfî, bir yandan ilim tahsiline devam ederken diğer taraftan erken yaşlarından itibaren ders vermeye başlamıştır. Mısır’ın en büyük camisi olan Amr b. As Camii (el-Câmiu’l-Atîk) ile birlikte, kendisinden önce İbn Şâs’ın (616/1219) da müderrislik vazifesinde bulunduğu Kamhiyye Medresesi ile Sâlihiyye Medresesi’nde bir süre ders veren Karâfî, bir müddet sonra Sâlihiyye’den azledilmiştir. Ancak bir süre sonra tekrar bu göreve iade edilmiş ve vefatına kadar burada tedris faaliyetlerinde bulunmuştur. Karâfî ayrıca (eski) Zâhiriyye Medresesi’nde ilk ders veren Mâlikî fakîhi olma özelliğini de elde etmiştir.

Karâfî’nin vefat tarihi tartışmalıdır. Bir görüşe göre 682 (1283-84) yılında, diğer bir görüşe göre ise 684 yılının Cemâziyelâhir ayında (1285) Kahire’de vefat etmiştir. Öldüğünde hicri tarih bakımından 58, miladi olarak ise 56 veya 57 yaşındadır. Mısır’da, Karâfe bölgesinde yer alan kabristanda defnedilmiştir.

Öğretisi

Şihâbeddin Karâfî, (VII/XIII.) asırda Mısır’da yaşamış Mâlikî fıkıh bilginidir. Mezhebinin doğu ve batıdaki ekollerinin fürû-i fıkıh görüşlerini bir araya getiren Karâfî, aynı zamanda kendisinden önceki mezhep birikimini geleceğe taşıma misyonunu üstlenmiş ve bu başarısı nedeniyle mezhebinde imam olarak kabul edilmiştir.

Yaşadığı dönemin özellikleri ve sahip olduğu şahsî melekeleri yanında Karâfî’nin fıkıh düşüncesini etkileyen birden fazla husus bulunmaktadır. Bunun ilk ayağını mensup olduğu Mâlikî mezhebinin usûl ve fürû birikimi oluşturur. İkinci olarak hocası İzzeddin b. Abdüsselâm vasıtasıyla elde ettiği Gazzâlî ve Cüveynî geleneği ve nihayet yaşadığı döneme usûl anlayışı ve telif metodu bakımından damgasını vuran Eş’arî kelamcısı ve Şâfiî fakîhi Fahreddin Râzî’nin ortaya koyduğu müktesebat gelmektedir.

Karâfî’nin hukuk tefekkürünün oluşumunda yaşadığı çevre ve dönemin de etkisi olmuştur. Zikri geçen devir, maruz kaldığı varoluşsal tehditler sebebiyle İslam dünyasının bunalımlı yıllarına tekabül etmektedir. Müslüman topraklarında tefrikaların ve hızlı bir çöküşün yaşandığı söz konusu yıllar, siyasi baskılar ve mezhep ulemasının bazı hatalı tasarrufları sebebiyle özelde Mâlikîliğin de Mısır’da zayıf düştüğü bir zaman dilimine tekabül etmektedir. Karâfî İslam dünyasının ve özellikle fıkhın karşı karşıya kaldığı tehlikeyi görmüş, ictihad mekanizmasının işletilmesindeki aksaklıkları ve bundan dolayı fıkıhta donukluğa doğru bir gidişi fark etmiştir. Yaşanan olaylar sebebiyle Müslümanların meydana getirdiği eserlerin yok olmaya yüz tuttuğu bir dönemde bu kaybın nelere yol açacağının farkındalığını taşıyan bir idrakle Karâfî, nispeten güvenli bir muhitte ilmi çalışmalarını sürdürme imkânını bulmasıyla birlikte o devre göre geniş ve detaylı sayılabilecek kitaplar telif etmeye koyulmuştur. 

Karâfî kısa sayılabilecek bir ömür sürmesine rağmen telif ettiği eser sayısı bakımından velûd bir yazar olarak nitelendirilebilir. Onun mahzâ usûl konularını içeren Nefâis, Tenkîh, Şerhut-Tenkîh ve el-Ikdul-manzûm’unun yanında farklı bir düşünce ve sistematikle kaleme aldığı Furûk, İhkâm ve el-İstiğnâ gibi eserleri bulunmaktadır. Ayrıca bilginimizin fürû alanında telif ettiği Zehîra’sı da ele aldığı meseleleri izah bağlamında pek çok usûl meselesini hâvîdir. Arap diline hâkimiyeti ile birlikte güçlü bir muhakeme kabiliyetine ve berrak bir zihne işaret eden satırları ile karşımıza çıkan Karâfî, yaşadığı dönem ve aldığı eğitim gereği eserlerinde yoğun bir biçimde kelâmî konulara değinmiştir.

Eserlerinde bu döneme büyük etkisi bulunan Fahreddin Râzî’nin oluşturduğu ilmî geleneğin üslûbunu yansıtan Karâfî, bunun sonucunda mahiyeti itibariyle anlaşılması güç olan soyut usûl konularını izah ederken mantık ve metafizik kavramlarının ağırlıklı olarak kullanıldığı bir dili tercih etmiştir. Ele aldığı meseleleri mukayeseli bir yöntemle gözden geçiren Karâfî; bunlarla ilgili Hanefî, Şâfiî ve Mutezilî bilginlerin görüşlerine yer vermiş ve muhaliflerin delillerinin tartışılmasına gayret göstermiştir. Nihayet nedenleriyle birlikte kendi görüşünü ortaya koyan Karâfî, görüşlerini temellendirmede zaman zaman cedel ve münazaracı üslubu kullanmaktan çekinmemiştir. Karâfî mezhep içi görüşlerden söz ederken nassa, icmâa ya da genel kurallara aykırı kavillerin bütün mezheplerde var olabileceğini belirterek bunlardan sakınmanın mümkün olmadığının altını çizmiştir. Böyle bir durumda gerektiğinde mezhep görüşünün terk edilerek başka mezheplerin ictihadlarına yönelmeyi ya da yeniden o konu ile ilgili ictihad etmeyi önermiştir. Bu tutum Karâfî’nin sık sık, delili zayıf olan görüşü benimsemeyi caiz görmediğini ifade eden satırlarıyla uyum arz etmektedir.

Diğer mezheplere karşı taassuptan uzak yaklaşımıyla dikkat çeken Karâfî’yi, Suyûtî (ö. 911/1505), ulemâ biyografilerine de yer verdiği Hüsnü’l-muhâdara isimli meşhur eserinde isabetli bir şekilde Mâlikî fukahâsına ayırdığı bölümden farklı bir yerde ve Mısır’ın müctehid fakîhleri arasında saymaktadır. Ancak mezhep taassubu anlayışının hüküm sürdüğü bir dönemde yaşadığı gerçeğinin farkında olan Karâfî, satır aralarında sık sık Mâlikîliğe müntesip olduğuna dikkat çekme gereği hissetmiştir. Onun geniş çaplı bir fürû-i fıkıh eseri olan Zehîra’sı, özellikle kendisinden önce yaşayan Mâlikî mezhebi bilginlerinin görüşlerini bir araya getirme niyetiyle kaleme alınmıştır. Telif ettiği diğer eserlerde de mezhebinin yüzyıllar boyu oluşmuş birikimini mezcetmek sûretiyle geçmişten geleceğe ve doğudan batıya taşıma görevini yerine getiren Karâfî, bu esnada yalnıza pasif bir aktarıcı rolü üstlenmemiş; aynı zamanda ortaya koyduğu ictihadlarıyla da “mezhepte müctehid”lik sıfatını hak edecek çalışmalara imza atmıştır.

Karâfî’nin fıkıh ilmine dair geçmişe ait müktesebatı eserlerinde değerlendirmesi yalnızca Mâlikî mezhebine mensup ulemânın görüşleriyle sınırlı kalmamıştır. O, Fahreddin Râzî’nin Mahsûl’ü üzerine yaptığı şerh olan Nefâis’i de fıkıh usûlünün mümtaz simalarının birikiminden istifade ederek yazmıştır. Karâfî eklektik şahsiyetinin özelliklerini ortaya koyduğu diğer yapıtlarında da sürdürmüştür. Daha ziyade fıkıh usûlü ilmine yaptığı katkılarla şöhret bulan Karâfî, usûlde kimi zaman geleneksel söylemin dışına çıkmış ve önceden kesin bilgi ifade ettiği kabul edilen bazı hususları tartışmaya açmıştır. Keza usûl konularında daha önce benzeri görülmemiş açılımlar gerçekleştirmiştir. Hz. Peygamber’in tasarruflarının tasnif edilmesi ve bunun yol açacağı sonuçlar konusunda yaptığı açıklamalar ve ictihadında maslahata ayırdığı yer bunlar arasında en dikkat çekici olanlarıdır. Karâfî ayrıca kavâid-i fıkhiyye literatürüne yaptığı mümtaz katkıyla şöhret bulmuştur.

Zehîra adlı eserinin telifi sırasında Karâfî, fıkıh kitaplarında pek çok dağınık mesele ve bu meselelerin benzerlerinin yer aldığını görmüştür. Söz konusu dağınıklığın yüzlerce meseleyi kapsamına alan genel ilkeler vasıtasıyla giderilebileceği kanaatinde olan Karâfî, Zehîra’yı yazarken fıkhın üzerine kurulu olduğu kaideleri daha yakından görme imkânına sahip olmuştur. Bir fürû-i fıkıh eseri niteliğinde olan Zehîra’da bu kaidelerin tamamına yer vermenin imkânsızlığını fark eden Karâfî, yıllar sonra fıkhî melekesinin iyice olgunlaştığı bir dönemde bu amaç için zirve eseri Furûk’u kaleme almıştır. Karâfî bu eserinde, bir yandan fıkhın genel ilkelerini oluşturan kaideleri derlemeye, diğer yandan da söz konusu kaideler arasındaki farkları izah etmeye koyulmuştur. Bu bakımdan, Karâfî’nin genç yaştan itibaren telif ettiği eserleri ile ömrünün son demlerinde kaleme aldığı kitapları arasında üslup ve sistematik açısından olmasa da fikrî bakımdan gittikçe olgunlaşan bir sürekliliğin bulunduğunu söylemek mümkündür. 

İlmî serüveninin başından itibaren fıkhın temelini oluşturan genel ilkeler konusundaki arayışı Karâfî’yi en temel ilkeye, Şârî‘in maksadının kulların maslahatlarını temin ve onlardan mefsedeti uzaklaştırmaktan ibaret olduğu düşüncesini ifade eden, makâsıdü’ş-şerîa ilkesine ulaştırmıştır. Bu bağlamda onun ilk teliflerinden biri olan Zehîra’sı dahi, maslahatın Şârî’in dikkate aldığı bir mana olduğu sonucuna varan bir şuurla yazılmıştır. 

Karâfî usûl eserlerinde maslahata başlı başına bir bölüm olarak yer vermemiş, maslahatların teşrîdeki yerine sadece kıyasta münasebet bahsi ve mürsel maslahatlar kısmında kısaca değinmiştir. Ancak o, temelde bütün hukuk düşüncesini maslahata dayalı makâsıd ictihadı üzerine bina etmiştir. Bu bağlamda Karâfî’de nassları anlama ve yorumlamada maslahatın rolü tartışmasız bir biçimde kabul edilirken, söz konusu kavramın çok yönlü olarak usûl ilminin kaynaklarıyla birlikte ve iç içe ele alındığı müşahede edilir. Sedd-i zerâi‘ ve feth-i zerâi‘ delillerinin işletilmesinde ve kıyasta illetin tespiti meselesinde maslahatlar, hakem vazifesi görerek hayati bir rol oynarlar. Karâfî ayrıca Tenkîh’inde âdet, mürsel maslahat ve sedd-i zerâi‘ delillerini bir arada zikretmek ve ele almak suretiyle her üç delilin makâsıd ictihadındaki yerine ve aralarındaki sıkı ilişkiye de işaret etmiş olmaktadır. Bu bağlamda sedd-i zerâi‘ ve mürsel maslahatların Karâfî’nin maslahat teorisinin sadece küçük bir kısmını oluşturduğu unutulmamalıdır. Diğer yandan Karâfî’nin şer‘î hükümler konusundaki yaklaşımları; illet meselesine bakışı; hükümleri makâsıd ve vesâil olarak tasnif ettikten sonra zerâi‘ delilini vesâil çerçevesinde değerlendirmesi; örfe itibar etmesi; muhtevası bakımından sünneti tasnif etmek suretiyle Hz. Peygamber’in tasarrufları arasındaki farklara işaret etmesi; kavaide yaptığı vurgu; mürsel maslahatı şer‘î bir delil olarak tasvir etmesi ve meseleler arasındaki farklara temas ederken ve tercihte bulunurken maslahat-mefsedet dengesini temel bir ölçüt olarak alması, Karâfî’de maslahat düşüncesinin ne denli kuvvetli olduğuna işaret eden önemli göstergelerdir. 

Makâsıd, Karâfî’de şer‘î hükümlerin özü ve ruhudur. Fıkhî meselelerde ortaya koyulan ictihadların tamamı, müctehid tarafından değerlendirilirken matematikteki sağlama işleminde olduğu gibi, maslahat-mefsedet dikotomisi bakımından değerlendirmeye tâbî tutulur. Bu nedenle ilmî yönden titizliği ile tanınan Karâfî’nin müctehidde bir zan husul edecek bütün delilleri muteber kabul etmesi, zihninde var olan söz konusu mana bilinmeden anlaşılamaz. Bu bağlamda onun, sünnet bahsinde râvîde aradığı şartlar; icmâ konusunda yaptığı açıklamalar ve kıyas mevzuunda illetle ilgili yaklaşımları hep söz konusu bakış açısının bir tezahürüdür. Karâfî’nin hukuki tefekküründe var olan makâsıd ve maslahat düşüncesi, bir bakıma ictihadların doğruluğunu kontrol etme mekanizması gibi bir işlev görmekte böylece fakîh de yanlış ictihadlar yapmaktan korunmaktadır.

Karâfî, makâsıdü’ş-şerîa konusunda görüşlerini ortaya koyan ilk bilgin olmasa da tespit edebildiğimiz kadarıyla bu ilmi kendi mezhebinin usûlüne bu derecede vurgulu ve ayrıntılı bir biçimde dâhil eden ilk kişidir. Yıllar boyu bu düşüncenin ana dokusunu örmek suretiyle art arda fıkhî şaheserler ortaya koyan Karâfî, kendisinden sonra gelecek ulemâya çok kıymetli bir hazine sunmuştur. Bâkıllânî’den başlayarak Cüveynî, Gazzâlî, İzzeddin b. Abdüsselâm, Karâfî, Şâtıbî ve İbn Âşûr şeklinde devam eden bir silsilenin önemli bir halkasını oluşturan Karâfî; makâsıd konusunda geçmişin birikimini geleceğe aktaran bir rol üstlenmiştir. 

Diğer yandan Karâfî, her ne kadar maslahat ve makâsıd konularında tartışmaları günümüze uzanacak görüşler ortaya koysa da nihâî anlamda onun radikal bir şekilde geleneksel söylemin dışına çıkmaktan uzak durduğunu söylemek mümkündür. Bu bağlamda bilginimizin, hikmetle ta‘lîle izin vermeye yol açma ihtimali bulunan söylemlerde bulunmasına karşın net bir ifadeyle bu tür ta‘lîli caiz görmediğini vurgulamasının; hükümlerin teabbüdî yönünü ihmal etmeyerek buna teslim oluğunu ifade etmesinin; her bir kul hakkında Allah hakkının bulunduğuna işaret etmesinin ve kullar için konulan hükümlerde bile mutlaka teabbüdî bir yön olduğunu vurgulama gereği duymasının söz konusu kaygıdan kaynaklandığını vurgulamak gerekir.

Öne Çıkan Eserleri

  • el-İnkâd fi’l-İ‘tikâd/el-İntikâd fi’l-İtikâd.                 

  • Şerhu’l-Erbaîn fî Usûli’d-Dîn: thk. Nizâr Hammâdî, Dâru İbni Arafe, Tunus 1438.

  • el-Ecvibetü’l-Fâhire ‘ani’l-Es’ileti’l-Fâcire: Kahire 1322/1904 (Abdurrahmân Bâçecîzâde’nin el-Fârik beyne’l-Mahlûk ve’l-Hâlik adlı eserinin kenarında); Beyrut, 1406/1986 (İbn Kayyim el-Cevziyye’nin Hidâyetü’l-Hayârâ’sının kenarında); nşr. Bekîr Zeki Avaz, Kahire 1406/1986, 1407/1987; thk. Mecdî Muhammed eş-Şehâvî, Kahire 1990.

  • Edilletü’l-Vahdâniyye fi’r-Reddi ale’n-Nasrâniyye: thk. Abdurrahmân b. Muhammed Said Dımeşkıyye, Riyad 1988/1408.

  • el-İstibsâr fîmâ Tüdrikühü’l-Ebsâr/Yüdrekü bil-Ebsâr: ez-Zâviyetü’l-Hamziyye, nr. 229; Esad Efendi, nr. 1270; Dâru’l-Kütüb-Kahire, nr. 83; El Escorial Ktp., nr. 9/707; Hıdiv Ktp., nr. 22.

  • Nefâisü’l- Usûl fî Şerhi’l- Mahsûl: nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd-Ali Muhammed Muavvaz, Mektebetü’l-Bâz, Mekke-Riyad 1418/1997; nşr. Muhammed Abdülkadir Atâ, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2000.

  • Tenkîhu’l-Fusûl fî ‘İlmi’l-Usûl: nşr. Muhammed Abdurrahmân Şâğûl, el-Mektebetü’l-Ezheriyye li’t-Türâs, Kahire 2005.

  • Şerhu Tenkîhi'l-Fusûl: Kahire: el-Matbaatü’l-Hayriyye, 1306 (İbn Kâsım el-Abbâdî’nin el-Varakât hâşiyesi ile birlikte); Tunus 1910 (Hulûlû’nun Tenkîh şerhi ile birlikte); Tunus 1912 (Şeyh Muhammed Cuayt’in hâşiyesi ile birlikte); Tunus 1341/1922 (Muhammed Tâhir b. Âşûr hâşiyesiyle birlikte); nşr. Taha Abdürrauf Sa'd, el-Mektebetü’l-Ezheriyye li’t-Türas, Kahire 1393/1973; thk. Ahmed Ferîd Mezîdî, Dâru’l-Kütübi’lİlmiyye, Beyrut 2007; thk. Nâcî es-Süveyd, el-Mektebetü’l-Asriyye li’t-Tıbaa ve’n-Neşr, Kahire 2011.

  • el-İhkâm fî Temyizi'l-Fetava ani'l-Ahkâm ve Tasarrufâti'l-Kâdi ve’l-İmâm: nşr. Mahmud Arnûs, Matbaatu’l-Envâr, Kahire 1357/1938; nşr. Abdülfettah Ebû Gudde, el-Mektebetü’l-İslâmiyye, Halep 1387/1967, 1416/1995; nşr. Mahmûd Arnûs, el-Mektebetü’l-Ezheriyye li’t-Türâs, Kahire 2007; nşr. Abdüsselâm Bilâcî, Dâru İbn Hazm, Beyrut 2010.

  • el-Furûk: Tunus 1302/1885 (İbnü’ş-Şât’ın İdrâru’ş-Şurûk’u ile birlikte); Dâru İhyâi’l-Kütübi’l-Arabiyye, Kahire 1928/1347 (Muhammed Ali el-Mekkî’in Tehzîbu’l-Furûk’u ile birlikte); thk. Halil Mansûr, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1998 (İbnü’ş-Şât’ın İdrâru’ş-Şurûk’u ve Muhammed Ali el-Mekkî’in Tehzîbu’l-Furûk’u ile birlikte); thk. Muhammed Ahmed Serrâc, Ali Cum’a Muhammed, Darü’s-Selam, Kahire 2001/1421; thk. Abdülhamîd Hindâvî, el-Mektebetü’l-Asriyye li’t-Tıbâati ve’n-Neşr, Kahire 2002; thk. Muhammed Osman, Mektebetü’s-Sekâfeti’d-Dîniyye, Kahire 2009 (İbnü’ş-Şât’ın İdrâru’ş-Şurûk’u ile birlikte).

  • el-Ikdü’l-Manzum fî’l-Husus ve’l-Umum: Mektebetü Bahri’l-Ulûm, 1900; nşr. Muhammed Alevî Bunsur, Vezâratü’l-Evkâf, Fas 1418/1997; nşr. Ahmed el-Hatm Abdullah, Dâru’l-Kütüb, Mekke 1420/1999; thk. Ali Muhammed Muavvad, Âdil Ahmed Abdülmevcûd, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2001.

  • el-İhtimâlâtü’l-Mercûha: nşr. Celâleddîn Ali Âmir el-Cihâni, Min Hızâneti’l-Mezhebi’l-Mâlikî, Dâru İbni Hazm, Beyrut 2006.

  • Ta‘lîkât ala’l-Müntehab: Muhammed Abdülkadir Atâ, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2000.

  • ez-Zehîra: nşr. Saîd Ahmed A'râb-Muhammed Bû Hubze ve Muhammed Hacci, Dâru’l-Garbi’l-İslâmî, Beyrut 1994; thk. Ebû İshâk Ahmed Abdurrahmân, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2001.

  • el-Ümniyye fî İdraki’n-Niyye: thk. Ebû Abdurrahmân el-Ahdar, Dâru’l-Yemâme, Tunus 1900; Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1404/1984; nşr. Müsâid b. Kâsım el-Fâlih, Mektebetü’l-Haremeyn, Riyad 1988/1408.

  • el-Beyân fîmâ Eşkele mine’t-Teâlîk ve’l-Eymân: nşr. Selman b. Muhammed Sicilmâsî, Dâru’n-Nûri’l-Mübîn, Amman 2015.

  • el-Yevâkît fi Ahkâmi’l-Mevâkît: nşr. Cerrah Nâyif el-Fazlî, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut-Dımışk 1432/2011.

  • Şerhu’l-Cellâb.

  • el-Munciyât ve’l-Mûbikât fî Fıkhi’l-Ed‘iye: nşr. Muhammed b. Yunus Tevzerî, Dâru İbni Hazm, Beyrut 2014.

  • Şerhu’t-Tehzîb (Şerhu Tehzîbi’l-Müdevvene).

  • el-Bâriz li’l-Kifâhi fi’l-Meydân.

  • el-İstiğnâ fi'l-İstisnâ (fî Ahkâmi’l-İstisnâ). nşr. Tâhâ Muhsin & Kiyân Ahmed Hâzim, Matbbatü’l-İrşâd, Bağdat 1402/1982; nşr. Muhammed Abdülkâdir Atâ, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1406/1986.

  • el-Hasâ’is fî Kavâ‘idi’l-Lugati’l-‘Arabiyye (el-Hasâis fi’n-Nahv): thk. Taha Muhsin, Vezâreti‘s-Sekâfeti ve’l-İ‘lâm, Bağdat [t.y.].

  • el-Kavâ‘idü’s-Selâsûn fî İlmi’l-Arabiyye: nşr. Tâhâ Muhsin, Mecelletü Âdâbu’r-Râfideyn, sy. 12 (1980), s. 211-242; nşr. Osmân Muhammed Sıynî, Mecelletü Câmiati Ümmü’l-Kurâ, sy. 10/15 (1997/1417), s. 179-252.

  • el-Ecvibetü ani’l-Es’ileti’l-Vâride ‘alâ Hutabi İbn Nübâte.

    Kaynak: İslam Düşünce Atlası
    Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu