Hayatı
Alâiye’li yörük bir aşirete mensup olan dedesinin İstanbul’a gelip yerleşmesiyle babası ve diğer aile fertleri gibi Es‘ad Efendi de artık İstanbulludur. Hızlı ve oldukça yoğun geçen eğitim süreçlerinden sonra 25 yaşında Müderris olur. Sonra Teftîş-i Harameyn ve Emânet-i Fetvâ hizmetlerinde bulunur; daha sonra Bilâd-ı Erba’a Pâyesi ile Selânik Kadılığı’na tayîn edilir. Bu görevden ma’zûlken 1146/1733 tarihinde Medîne rütbesini alır. Kardeşi İshâk Efendi’nin şeyhulislâmlığı döneminde, Muharrem 1147/ Haziran 1734 tarihinde İstanbul Pâyesi ile Mekke Kadısı olur ve burada Hâc ibâdetini yerine getirir.
Es‘ad Efendi 1150-52/1737-39 tarihlerinde Sadrâzam Mehmed Paşa kumandasında Avusturya’ya karşı yapılan Adakale Seferi’nde ve Belgrad Fütûhâtı’nda Anadolu Kazaskerliği pâyesi ile 23 Zilkâde 1150/14 Mart 1737 tarihinde Ordu Kadısı olarak tayîn olur. Burada cesaretle birçok faâliyetlerde bulunur ve Mehâdiye önünde Osmanlı kuvvetlerinin uğradığı muvaffâkiyetsizliği telâfî için, düşman üzerine gönderilecek askere kumandan nasbedilmek istenen ‘İvaz Mehmed Paşa’nın tereddüdünü giderir ve onu ordunun başına geçmeye ikna eder. Bundan sonra yapılan muhârebede Avusturyalılar mağlup edilerek Adakale fetholunur. Daha sonra Es‘ad Efendi, bu seferin sulh müzâkeresinde murahhas olur; müzâkereden sonra diğer murahhaslarla birlikte Belgrad’a girer; Koca Râgıp Paşa ile birlikte Belgrad Andlaşması’nın bâzı maddelerindeki ihtilâfları halletmek için Bâb-ı Âlî ile Avusturya ve Rusya elçileri arasında akdolunan sayısız mükâleme meclislerinde murahhaslıkta bulunur.
Bu akid sırasında Es‘ad Efendi’ye 27 Muharrem 1157/13 Mart 1744 tarihinde Rumeli Pâyesi verilir. Onyedi ay kadar sonra 27 Cemâziyelâhir 1158/24 Temmuz 1745’te azledilse de bir yıl sonra 10 Şevvâl 1159/27 Teşrîn-i Evvel 1746’da kendisine ikinci defa aynı pâye verilir. Fakat süresi bitmeden tekrar azledilir ve 24 Receb 1160/1 Ağustos 1747 tarihinde Hisar ile Bebek arasındaki yalısında ikâmete mecbûr tutulur.
Es‘ad Efendi, 24 Receb 1161/20 Temmuz 1748 tarihinde, kendisine dâimâ iltifât eden I. Mahmûd tarafından Boğaziçi’nde Defeterdar’daki Neşatâbâd kasrına çağrılarak Şeyhülislâmlığa tayîn edilir. Sadrâzâm Seyyid Abdullah Paşa’nın tesiriyle ve gösterdiği dürüstlüğe rağmen çağın gereklerine uygun hareket edememe gerekçesiyle 27 Şaban 1162/12 Ağustos 1749 azledilerek, Halefi Sa’îd Efendi’nin tavsiyesi üzerine Şam tarîki ile Mekke’ye nefyedilmek istense de menfâsı pâdişâh tarafından Sinop’a, sonra da Gelibolu’ya çevrilir. 16 Rebi’ulâhır 1165/4 Mart 1752’de affedilip, tekrar İstanbul’a döner ve yaklaşık bir yıl sonra burada vefat eder.
Öğretisi
Es‘ad Efendi nesir ve şiirde usta, ileri derecede Arapça ve Farsça bilen, âlim ve mûsikîde oldukça mâhir bir kişiliğe sahiptir. Onun Atrabü’l-âsâr fî tezkiret-i urefâi’l- edvâr adlı eseri kültür tarihimizin ilklerinden sayıla bilecek bir niteliktedir. Tezkire-i hânendegân veya Tezkire-i mûsikîşinâsan olarak da bilinen eser Nevşehirli Dâmâd İbrâhîm Paşa’ya ithâf edilerek yazılır ve içeriğinde Sultan I. Ahmed (1603-1617) ile III. Ahmed (1703-1730) devirleri arasında yetişen 100 kadar bestekârın biyografileri yer alır.
Eser ağdalı ve sanatkârâne bir üslûbla kaleme alınmış olup Mukaddime kısmında besmele, hamdele ve salveleden sonra makâm ve usûller hakkında bilgilerle devam eder. Burada kullanılan kelimeler hem lugat hem de nazarî anlamlarıya birlikte kullanılarak çok ustaca işlenen sanatlarla ele alınmıştır. Klasik edvâr kitaplarındaki gibi mûsikî sanatının nasıl meydana geldiği, mûsikînin faydaları, bu sanatı bilenlerle bilmeyenler arasındaki farklar gibi konular ele alınır. Bu konular Fârâbî, Urmevî ve Merâğî gibi bazı edvâr sahibi üstâdların isimleri zikredilerek anlatılır. Dâmâd Îbrâhîm Paşa’ya sunulduğunu belirten bir dörtlükten sonra kitabın asıl konusu olan bestekârların biyografilerine geçilir.
Eserde bestekâr ve sanatkârlar alfabe sırasına göre ve her biri ayrı bir başlık altında ele alınıp önce doğdukları ve yaşadıkları yerler zikredilip hayatlarından bahsedilir. Sanat değerleri üzerinde durularak besteledikleri güftelerden bir veya iki örnek verilir. Konunun sonunda bestekârın eserlerinin sayısı bildirilirken bazı bestekârların vefat tarihi ile bunları belirten tarih mısraları da kaydedilir.
Eserin hâtimesinde I. Ahmed ile III. Ahmed arasında burada zikredilenlerin dışında 30 kadar daha bestekârın yaşadığı belirtilmiş, ancak bunların hayatlarıyla ilgili bilgi bulunamadığı veya ilmî değer itibariyle diğerleri seviyesine ulaşamadıkları sebebiyle esere alınmayıp sadece sayılarının bildirilmesiyle yetinildiği kaydedilmiştir. Bu açıklamalardan, müellifin eserini yazarken şahısları ilmî mevkî ve bestekârlıktaki başarıları yönünden objektif bir tasnîfe tâbî tuttuğu anlaşılmaktadır.
Es‘ad Efendi’yi mûsikî alanında yetiştiren devir, kültür ve özellikle mûsikî tarihimizin en ileri düzeyi sayılan Lale Devri’dir. Meselâ Hâfız Post, Nazîm, Seyyid Nûh, Ebû Bekir Ağa ve Zaharya’yı o zamanın şöhretleri arasında sayabiliriz. İstanbul o devirde Enderûn ve sarayın teşvik ve himâyesi sebebiyle mûsikînin beşiğidir. Es‘ad Efendi de hayatının çoğunu burada ve bu çevrede geçirmiştir. Es‘ad Efendi’nin Şeyhülislâm olduktan önce ve sonra kendi bestelediği eserlerini pâdişâh huzurunda meşk ettiği, hattâ pâdişâhın kendisine yeni eserlerinin olup olmadığını sorduğu, varsa okumasını rica ettiği anlatılır. Osmanlı’da genel olarak pâdişâhlar mûsikîyi iyi bildiklerinden, mûsikîyi ve mûsikîşinâsları himaye ettiklerinden Es‘ad Efendi’nin de ilmi ve besteleri ile bu taltife mazhar olduğu aşikardır.
Es‘ad Efendi ilmî, askerî ve meslekî başarısını, te’lîf ettiği eserler ve mûsikîşinâs bir pâdişâh tarafından dahi beğeni görecek tarzda yaptığı bestelerle mûsikîde de göstermiştir. Onun bize ulaşan bestelerine bakıldığında Hicâz ve Hüseynî gibi temel makâmların yanı sıra, Nühüft, Dügâh, Arazbâr, Isfahân gibi bileşik makâmları da büyük bir maharetle kullandığı ilâhî formu yanında sanat değeri yüksek olan Beste, Ağır Semâî, Yürük Semâî, Peşrev ve Sâz Semâîsi gibi formları da hassasiyetle nakşettiği; ayrıca, Düyek ve Ağır Düyek gibi temel usûller yanında Darb-ı Fetîh gibi büyük usûlleri de fevkalade bir başarıyla işlediği göze çarpar. Kezâ bestelerinin bazısının güfteleri de kendisine aittir.
Mûsikî konusunda prensiplerinden tâviz vermeyen, asla riyâya tenezzül etmeyen Es‘ad Efendi’nin çok hassâs bir karaktere, haysiyetli, mümtâz akl-ı selîm ve tatlı sözlü bir kişiliğe sahib olduğu anlatılır. Onun böyle bir kişiliğe sahip oluşunda kanâatimizce mûsikîşinâslığının payı büyüktür.
Es‘ad Efendi’nin mûsikîde gelişmesine en büyük pay dînî mûsikîye âit olmalıdır. Hayatı boyunca başta İstanbul olmak üzere çeşitli illerde dînî vazifeler yapması sonucu o, dâimâ Câmi Mûsikîsi’nin en iyi icra edildiği yerlerde bulunmuş, güzel sesli ve kâbiliyetli müezzin ve imam-hatipleri dinlemiştir. Bu durum onun mûsikîşinâs karakteriyle bütünleşerek daha da gelişmesini sağlamış, hatta günümüze kadar ulaşan ilâhi formunda eserler dahi bestelemesine sebep olmuştur. Nitekim biyografilerini verdiği mûsikîşinâşlar arasında imam ve müezzinler de vardır.
Es‘ad Efendi’nin sâzendeliği hakkında da bazı bilgiler yer almaktadır. Örneğin Hüseyin Sâdeddin Arel onun aynı zamanda bir sâzende olduğunu söyler. Ruşen Ferit Kam ise Es‘ad Efendi’nin saz eserlerine bakarak muhtemelen ney ve tanbûru veyahut herhangi diğer bir sazı kuvvetli bir ihtimalle çalmış olabileceğini anlatır. Bestelediği saz eserlerine bakılırsa bu kanaatlerin doğruluğu muhtemeldir.
Yazma ve matbû olan mûsikî mecmûalarında onun güftelerine rastlanmakta ve bunlardan bâzılarının besteleri gibi güftelerinin de kendisinin olduğu bilinmektedir. Sâmî’nin Kâr-ı Nâtık’ına da bir beste yaptığı söyleniyor. Mûsikî eserlerini nota ile tespit etmek çok yaygın olmadığı için Es‘ad Efendi’ye ait bestelerden çoğunun kaybolduğu muhakkaktır.
Es‘ad Efendi, hem dinî hem de din dışı sahalarda ve ayrıca sözlü ve sözsüz saz eserleri gibi türlerde eser vermiş çok yönlü bir bestekar olmakla birlikte güftelerinin bazısı kendisine aittir.
Zamanımıza ulaşan besteleri şunlardır:
-
Râst Kâdirî İlâhîsi, Düyek, Nesîmî, mülk-i cihân sultânı.
-
Nühüft Saz Semâîsi, Yürük Semâî.
-
Dügâh Ağır Çenber Beste, izârın gül gül olmuş bûseden, dil, dâğ-dârındır.
-
Dügâh Nakış Sengin Semâî, Nâilî, sayd eder bin dili bin dâm ile zülf-i siyehin.
-
Dügâh Nakış Yürük Semâî, der-yemenî pîş-i menî, pîş-i menî der yemenî.
-
Arazbâr Nakış Yürük Semâî, ey nâm-ı cemâl-i yâr bürdîm.
-
Hüseynî Nakış Yürük Semâî, ey şeh-i kişver-i nâz ü nahvet.
-
Isfahân Nakış Yürük Semâî, Rûhî, ey nesîmî seheri cânda yerin var mı senin.
-
Hicâz Peşrevi, Darb-ı Fetîh, 5 hâne.
-
Hicâz Sâz Semâîsi.
-
Nühüft Peşrevi, Ağır Düyek.
-
Nühüft Peşrevi, Düyek.
Es‘ad Efendi’nin fetvâlarından oluşan 20 kadar örneği Hâfız Mchmcd Efendi toplamıştır. Es‘ad Efendi ayrıca, yattığı hazîrenin yanındaki İsmâîl Efendi’nin yaptırdığı câmiinin kitâbesini, bu câmiinin avlu kapısı üstündeki taş mektebi, avluya açılan üzerinde 1161 târîhli Arapça kitâbeli Dârulhadîs binasını yaptırmıştır. İçinde çok değerli yazmaların yer aldığı kütüphânesi, bugün Süleymâniye Kütüphânesi bünyesindedir.
Öne Çıkan Eserleri
-
Atrabü’l- Âsâr fî Tezkiret-i ‘Urefâi’l- Edvâr.
-
Lehcetü’l- Lugât: İstanbul, 1795.
-
Bülbülnâme.
-
Dîvân.
-
İtbâku’l- Etbâk.
-
Gülzâr-ı İbrâhîm.
-
Hülâsâ et- Tebyîn fî Tefsîr-i Sûre-i Yâsîn.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu