Hayatı
Mahmud Esad Seydişehrî 1273/1856 yılında Konya’nın Seydişehir kazasında doğdu. Sülalesi birçok âlim ve kadı yetiştiren Çopur Kadıoğlularına dayanır. Babası nâiblik, dedesi de kadılık yapmıştır. İlk tahsilini Seydişehir’de Ali Hoca Sibyan Mektebi’nde yaptıktan sonra İstanbul’a geldi. Fatih Medresesi’nde İlbasanlı Abdülkerim Efendi’den uzun yıllar İslâmî ilimleri tahsil ederek 1881/1298’de hem âlet hem de âli ilimlerinden icâzet aldı. Aynı yıl Bâb-ı Vâlâ-i Fetvâ’da (Şeyhülislâmlık) kurulan ilim kurulunun huzurunda imtihan vererek dersiâm oldu. Bu arada Menşe-i Muallimîn-i Askerîye Mektebi İdâdî kısmından cebir, fen bilimleri ve sosyal bilimler alanında dersler alarak bu okuldan mezun oldu. Eğitim hayatına 1880’de açılan hukuk mektebinde devam ederek devrin önde gelen ilim ve devlet adamlarından hukuk, ticaret, siyaset, ahlak ve mantık gibi çok çeşitli alanlarda dersler okudu. Hukuk düşüncesini oluşturan Münif Mehmet Paşa ve Hasan Fehmi Paşa gibi hocalarından dersler alarak 1886’da bu okulu ikincilikle bitirdi. 1882’de Adliye Nezareti’nde imtihan vererek avukatlık ruhsatnamesi aldı. 1879’da Gülhane Askerî Rüşdiyesi’nde kavâid-i Osmaniyye ve ilm-i hal dersleri vererek memuriyet hayatına atıldı. Mekteb-i Hukuk’ta Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, Kitabü’n-Nikâh, Mukayese-i Kavânîn; Mekteb-i Mülkiye’de iktisat, devletler hukuku; Darülfünûn Edebiyat Şubesi’nde İslâm tarihi; Mekteb-i Kuzât’ta devletler hukuku ve İslâm tarihi dersleri verdi. Öğretmenlik sürecinde devrin ihtiyaçlarına cevap verecek birçok ders kitabı telif etmiştir. Daha sonra mahkeme reisi olarak geldiği İzmir’de on bir yıl kaldı. Hâkimlik görevini yürütürken bir yandan da İzmir İdâdîsi’nde müsbet ilimler okuttu. Halit Ziya Uşaklıgil ve Tevfik Nevzat’la beraber Hizmet ve Âhenk gazetelerinin çıkarılmasına katkıda bulundu ve makaleler yayımladı. Akabinde resmi davetle Maliye Hukuk Müşaviri olarak tekrar İstanbul’a döndü. İstanbul’da ilim ve kültür çevreleriyle ilgisini arttırarak dönemin meşhur yazarlarından Ahmed Mithat Efendi ile yakınlık kurmuştur. Ayrıca bu süre zarfında Fransa Milletlerarası Tarih Akademisi Derneği daimî üyeliği yapmıştır. 1909’da Defter-i Hâkâni Nâzırlığı’na (Tapu Kadastro Bakanlığı) getirilmiş, ileride kendi adıyla anılacak olan taşınmaz mallar tasarruf hukukuna ait mevzuatın Batı’daki standartlara uygun olarak çıkartılmasını sağlamıştır. Tapu Kadastro Bakanlığı yaptığı dönemde aynı anda Adliye Nâzırlığı görevine de vekâleten devam etmiştir. Meşrutiyet devrinde ortaya çıkan yeni terimlerin kullanımı, imla kaideleri, sözlüklerin güncellenmesi gibi tartışmalı konular hakkında 1913’te kurularak bir yıl kadar faaliyetlerine devam eden Istılâhât-ı İlmiyye Encümeni’nin başkanlığını da Mahmud Esad yaptı. 1914’te açılan İnâs Darülfünun’unda verilen hanımlara mahsus serbest derslerden bazılarında hocalık yaptı. 1913’te Şûrâ-yı Devlet (Danıştay) Tanzimat Dairesi reisliğine getirilen Mahmud Esad, 17 Ekim 1915’te Isparta mebusluğuna seçilmiştir. Bu görevde sadece on yedi gün kaldıktan sonra istifa etmiş fakat istifası kabul edilmediğinden mebusluğu 1917 yılındaki vefatına kadar sürmüştür. 1916’da Hayri Efendi’den boşalan şeyhülislâmlık makamı için ismi geçmişse de Said Halim Paşa kabinesi bu göreve Mûsâ Kâzım Efendi’yi getirmiştir. 1869-1876 yılları arasında kademeli olarak yürürlüğe giren Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’de ele alınmayan konuları hazırlamak ve yapılması düşünülen değişiklikleri gerçekleştirmek için bazı komisyonlar kurulmuştur. Bunlardan sadece Hukûk-ı Âile Komisyonu görevini tamamlayabilmiştir. Aile hukukunu ilgilendiren kuralların tespit ve kanunlaştırılması amacıyla kurulan komisyona o sırada Isparta mebusu olan Mahmud Esad Efendi başkan olarak seçilmiştir. Hukûk-ı Âile Kanunnâmesi Mahmud Esad’ın vefatından sonra 25 Ekim 1917 yılında yürürlüğe girmiştir. 27 Mart 1917’de kalp krizinden vefat eden Mahmud Esad’ın na’şı Fatih Camii hazîresine defnedilmiştir.
Öğretisi
Mahmud Esad Efendi’nin yaşadığı dönemi aşan fikir yapısı ve çalışmalarının temelinde yatan en önemli etken geçirdiği eğitim sürecidir. Geleneksel usûlde uzun süre medrese eğitimi gördükten sonra Osmanlı’da yeni ihdâs edilen okullara da devam etmiş, bu arada kendi imkânlarıyla Arapça ve Farsça dışında yabancı diller öğrenerek Batı’yı yakından takip etmiş, Fransızca, Almanca ve İngilizce dillerinde tercüme yapacak ve Avrupalı fikir adamlarıyla yazışacak bir düzeye getirmiştir. Daha Mekteb-i Hukuk’ta öğrenci iken (1882) Redd-i Tahlîl ve İtmâm-ı Temyîz isimli iki risale neşrederek Osmanlıca belâgat ve bazı kelâmî konulardaki tartışmalara katkı sunmuştur. Aynı yıllarda (1884) Ravza-i Hukuk adıyla yayınladığı altı kitaptan oluşan seri; Hukuk Felsefesi, Ceza Hukuku ve İktisat içeriklidir. Osmanlıca’nın güncellenmesi amacıyla kurulan Istılahât-ı İlmiyye Encümeni başkanlığını yürüterek dilde reform çalışmalarında aktif rol oynamıştır. Gençlik çağlarından itibaren vefatına kadar devam ettiği eğitim faaliyetlerinde Avrupa neşredilen birçok fen ve sosyal bilimler eserini tercüme ederek okutmuştur.
Sosyal olaylara da oldukça duyarlı olduğundan Balkan Savaşı’nın başlamasından kısa süre sonra kurulan, yerli mallarının üretim ve tüketiminin artmasını amaçlayan İstihlâk-ı Milli Cemiyeti’nin başkanlığını üstlenmiştir. Osmanlı’da misyonerlik ve oryantalizm faaliyetlerinden duyduğu rahatsızlıktan dolayı Müdâfaa I-II ve Şeriat-ı İslâmiyye ve Mister Carlyle eserlerini kaleme alarak onların iddialarına cevap vermekle kalmamış, Hristiyan dünyanın inanç sorunlarını tenkit ederek dönemin oksidentalizm çalışmalarının öncülerinden olmuştur. Târîh-i Edyân (Dinler Tarihi) eserinde Batı kaynaklı din tartışmalarını da içine alan bir tahlil yapmış, Şüûn-i İslâmiyye’de Hindistan’dan Amerika’ya Müslüman halkın, iktisad, eğitim gibi sorunlarından ve İslâm âleminin genel durumundan bahsetmiştir. Aile hukuku ile ilgili çalışmalarında evliliğin faydalarına ve sosyal yönden topluma sağladığı yararlara dikkat çekmiştir. İmam nikâhı hususunu toplumun yanlış anladığını, nikâh kıyılırken imamın hazır bulunmasının nikâhın bir şartı olmadığını, nikâhta imamın var olmasının evlenecek olanlara yardım etmek ve evlilik akdini usûlüne uygun olarak kayda geçirmek olduğunu düşünmektedir. Mahmud Esad, Meşrutiyet’in ilanından beri kadın meselesinin sanki tesettür konusundan ibaretmiş gibi sürekli işlendiğini belirtmekte, tesettür konusuyla uğraşanların konu şer’î bir zemine sahipken akıl yürütme yolu ile bunu halletmeye çalışarak çıkmaza girdiklerini düşünmektedir. Tesettür konusunun şekle bağlı ve şeriat nazarında halledilmiş bir meseleyken hala tartışmayı sürdürmenin kadınların ilerlemesine katkı sağlayıp sağlamadığını sorgulamaktadır. Toplum olarak ilginç bir yapıya sahip olduğumuzu, öncelikli meseleleri bırakıp şekille uğraştığımızı, asıl halledilmesi gereken konunun kadınların eğitimi ve terbiyesi olduğunu vurgulayarak, konuyu gündemde tutanlara eleştirilerine devam etmektedir. Kadın doktor yetiştirmek ve daha birçok problem dururken şekle ait bir meseleye takılmanın ve çözümü olmayan bu şekilci bakışın zararlı olduğunu düşünmektedir. Bu konu insanlar arasına ayrılık sokmaktan başka bir işe yaramamaktadır ve ülkenin selameti açısından bir an evvel gündemden düşürülmelidir. Ayrıca “tahîrü’l-mer’e/kadınlara özgürlük” sloganıyla gündeme getirilen sun‘î tartışmanın sebebi Avrupa’yı bilirken kendi hukukumuzu bilmememizdir. Müslümanlar şeriatın kendilerine verdiği hakları bilmediklerinden, öğrenilmeyen bu haklar mevcut olamamaktadır. Asıl hürriyetin cehaleti ortadan kaldırmakla meydana geleceğini ve cahil bir toplumla esaret zincirlerinin kırılamayacağını söylemektedir. 1913’te Orta Asya Türklerinin ahvalini öğrenmek ve bu konuda başkalarını da bilgilendirmek için Rusya’ya bir seyahat gerçekleştirmiştir. Seyahat esnasında Rusya’daki bilim merkezlerini ziyaret etmiş, Müslüman din adamları ve üst düzey bürokratlarla görüşerek siyasi istişarelerde bulunmuştur. Bu ziyaret Türk Dünyası’nda yakından takip edilerek, kendisi hakkında birçok haber ve röportaj yapılmıştır. Devrindeki birçok ilim adamının aksine Sultan II. Abdülhamid hakkında herhangi bir eleştiride bulunmayan Seydişehrî, Emile Von Vevazen’in kendi döneminde yaşayan önemli Batılı şahsiyetlerin II. Abdülhamit hakkında, övgülerini bir araya getirdiği Fransızca eserini Âsâr ve Müberrât-ı Hilâfet Penâhi adıyla tercüme ederek neşretmiştir (1311).
Mahmud Esad, temel İslâm bilimlerinin birçok alanına vâkıf olup eser vermekle birlikte özellikle hukuk ve tarih alanında uzmanlaşmıştır. Telhis-i Usûl-i Fıkıh eseri hakkında Ahmed Cevdet Paşa kendisine bir tebrik yazısı yazmıştır. Mısır mahkemelerinde görevli aynı zamanda da Mısır Hukuk Mektebi’nde hoca olan Mösyö Ocean Klavel tarafından dilinin sadeliği, konuların maddelenerek anlatılması gibi pratik faydaları sebebiyle, kitap hakkında Hukuk-i İslâmiye Mecmuası’nda bir yazı kaleme alınmış ve eserin Fransızca’ya bir an evvel tercümesi temenni edilmiştir. Uzun yıllar farklı okullarda fıkıh ve hukuk alanında dersler vermiş, bu ilmi birikimini Adliye teşkilatı ve çeşitli kademelerdeki devlet memurluğu görevlerinde kendisini göstermiştir. Mekteb-i Hukuk süreciyle birlikte Batı’da gelişen Hukuk disiplinlerine uyarlanmaya çalışılan eğitim reformunda hem öğrenci hem de hoca olarak bulunmuştur. Adliye teşkilatındaki görevleri içerisinde şüphesiz en önemlisi başkanlığını yürüttüğü Hukuk-ı Aile Kararnâmesi komisyon başkanlığıdır. 1869 yılında oluşturulmaya başlanan Mecelle’de ele alınmayan konuları ele almak ve yapılması düşünülen değişiklikleri gerçekleştirmek için birçok komisyon kuruldu. Bunlardan sadece Hukûk-ı Âile Komisyonu görevini tamamlayabildi. Evlenme, boşanma gibi medeni hukuka ait konuların kanunlaştırılması amacıyla Mahmud Esad Efendi’nin başkanı olduğu bir komisyon tarafından Hukûk-ı Âile Kararnâmesi hazırlanmış ve 25 Ekim 1917 tarihinde yürürlüğe konulmuştur. İslâm ve Osmanlı hukuk tarihinde aile hukuku alanında çıkarılan ilk kanun olan bu çalışmada, esas itibariyle Müslümanlarla ilgili hukuki düzenlemeler yapılmakla birlikte Yahudiler ve Hıristiyanlar gibi azınlıklar için ayrı hükümler getirilmiştir. Teaddüd-i zevcât, erkeğiyle kadınıyla birçok Osmanlı aydınını meşgul eden ve Mahmud Esad’ın, Ahmed Cevdet Paşa’nın kızı Fatma Aliye Hanım ile karşıt görüşlerini neşrederek tartıştığı bir konudur. Karşılıklı yazılan bu makaleler zamanla kitaplaştırılmış, İstanbul dışında da takip edildiğini gördüğümüz Seydişehrî’nin yazıları Kırım Türklerinden İsmail Gaspıralı tarafından tenkit edilmiştir. Zamanla İslâmcılar, Türkçüler ve Batıcıların ayrışma noktası haline gelen meseleyle ilgili farklı kanuni düzenleme beklentileri oluşmuştur. Nikah Talak eserinde konuyu aslında fıtrat ekseninde değerlendiren Mahmud Esad, Batı kaynaklı tabii hukuk fikrinin etkisinde kalmakla suçlanmıştır. Çok eşlilik ve kadının boşanma hakkı gibi Tanzimat’la birlikte Osmanlı’da güçlenen Feminizm akımından kaynaklanan meseleler, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Batıcı kanadının baskılarına rağmen Mahmud Esad’ın mücadeleleri sayesinde İslâm hukuku çerçevesinde çözüme kavuşturulmuştur. Bununla birlikte Mecelle’de gördüğümüz Hanefî eksenli yazım metodu yerini farklı mezheplerden aldığı kararlarını Kanunnâme’nin sonunda gerekçeli olarak izah etmek zorunda kalan telfikçi bir anlayışa bırakmıştır. Zaten süreli olarak çıkarılan bu kararname, içten ve dıştan gelen yoğun baskılar nedeniyle sadece bir buçuk yıl yürürlükte kalabilmiş ve nihayet 19 Haziran 1919 yılında yürürlükten kaldırılmıştır. Ancak özellikle Arap coğrafyasında uzun yıllar etkisini sürdürmüştür. Avrupalıların fıkıhla ilgili çalışmalarını yakından takip eden Mahmud Esad’a göre bu çalışmaların nedeni sadece akademik bir merak değil, hâkimiyetleri altındaki Müslüman nüfusla ilgili bilgi sahibi olmaktır. Hindistan’da İslâm hukukunun İngiliz hukukuna adaptasyonu için Hamilton tarafından 1791’de ilk defa İngilizceye tercümesi yapılan Hanefî fıkıh kitabı el-Hidâye bunlardan sadece bir tanesidir.
Tarih-i İlmi Hukuk eserinde Mısır, Babil, Çin, Japon, Türk ve Moğol Hukuku, Brahman ve İran Hukukları ve İslâm Hukuku’nu mukayeseli bir şekilde işlemiştir. Batıda benzerleri yazılan hukuk tarihi eserlerinden farklı olarak, hukukun doğuşu ve gelişiminde “Doğu”yu merkeze almıştır. İslâm hukukuna ayırdığı bölümde fıkıh mezheplerinin tanıtımı, tabakâtü’l-fukahâ, hilafiyat, adliye teşkilatı ve muhakeme usûlü başlıklarına değinmiştir. İçtihat kapısının kapanmasıyla ilgili bölümde; İslâm hukuk tarihinde mutlak içtihat bir dönemden sonra dursa da fakihlerin farklı seviyelerde içtihat faaliyetlerinin devam ettiğine dikkat çekmiştir. Ona göre tablonun bu şekilde olmasının fıkhın donukluğuna delâlet etmemektedir. Bu vaziyet dış görünüş itibariyledir ve fıkıh değişen durumlar karşısında kendini yenileme özelliğine her zaman sahiptir. Fıkhın mezhepler üzerinden devam etmesi, sosyal ve siyasi olaylar dolayısıyla ortaya çıkan ihtiyacın tabii bir sonucudur. İslâm hukukunun genişlemeye ve yenilenmeye müsait olduğuna örfî hükümlerin değişimini ve tazir cezalarını örnek veren Mahmud Esad, bu cezaların devlet başkanının inisiyatifine bırakıldığını belirmektedir. İslâm hukukunun Roma hukukundan kaynaklı olduğuna dair iddiaları da ele alıp birçok delille reddetmiştir. Fıkıh usûlü, hadis ve kelam alanlarında eserler veren Seydişehrî, genellikle fıkıhta Hanefî, kelâmda Mâtürîdî mezhebinin dışına çıkmamış, farklı görüşleri olursa bunları kendi telifi olan risaleler ve gazete makalelerinde serdetmiştir.
Tarih alanındaki uzmanlığını İslâmi ilimlerin diğer alanlarında yazdığı eserlerde de görmek mümkündür. Bu alanda verdiği eserler ders kitabı olmak ve Avrupa’da çoğu İslâm tarihi hakkında manipülatif bilgiler içeren kitapların etkisini kırmak amacıyla, sade ve akıcı bir Türkçe kullanılarak yazılmıştır. Seydişehrî’nin bazı eserlerin hakkında takdirini dile getiren Ahmed Cevdet Paşa, tarih yazım metodu olarak Tanzimat sonrası birçok tarihçi gibi Seydişehrî’yi de etkilemiştir. İslâm Tarihi’nde sadece nakille yetinmeyip cahiliye dönemi sosyal, siyasal ve kültürel atmosferi de derinlemesine tetkit etmiştir. Birçok eserinde olduğu gibi bu eserde de konular maddeleştirilerek kullanışlı hale getirilmiştir. Kitapta dikkat çeken yönlerden bazıları; Medine döneminin Mekke dönemine göre farklı konumu dikkate alınarak değişen şartlara göre emir ve yasakların gelmesi, devletleşme ve hukukileşme sürecinin işletilmesi, diğer siyasi otorite ve devletlerle ilişkiler, cihad ve savaş gibi konuların incelenme üslubudur. Bu dönemin dini inaçlarını tahlil ederek metafizik, panteizm, materyalizm ve teslis gibi çok sayıda konuyla bağlantı kurarak bir tür tarih felsefesi yapmıştır. Dinler tarihi alanında yazdığı ve ilklerden sayılan Tarih-i Edyân eseri; dinlerin doğuşları hakkındaki teorilerden ve ilkel dinlerden bahsetmekte olup, dinler tarihinin mahiyeti, dinin tarifi ve kaynağı, tabu, animizm, fetişizm, totemizm, kehanet, dinlerin taksimi, dinde tekâmül, ibadetlerin gelişimi ve dini liderler gibi konulardan oluşmaktadır. Tefsir ve tasavvuf alanına dışında hemen her alanda eser veren Mahmud Esad’ın kırka yakın kitabı içerisinde tasavvufla ilgili görüşleri hakkında net bir bilgi yoktur. Fakat Liverpool İslâm cemaati reisliğini yapan ve II. Abdülhamid tarafından İngiliz adaları Şeyhülislâmı olarak takdir edilen Abdullah Quilliam Efendi’nin yazdığı Akhlak A Book on Morals kitabını, Ahlak Risalesi adıyla İngilizce’den tercüme ederek neşretmiştir. Seydişehrî’nin dikkat çeken yönlerinden birisi de hocalık yaptığı derslerle ilgili çoğu tercüme olan ancak dönemin öğrencilerinin ihtiyacını karşılayacak şekilde genişlettiği ve düzenliği eserlerdir. Tarih-i Sanayi İzmir Mülkiye Mektebi öğrencileri için ders kitabı olarak üç cilt halinde hazırlanmıştır ve Sanayinin dünya tarihindeki gelişiminden bahsetmektedir. İktisat Mülkiye’de iktisat derslerini okuttuğu sırada çoğu yabancı kaynaklardan alıntılar yaparak ders kitabı olarak hazırladığı eseridir. Tarih-i Tabiî altı yıl boyunca okuttuğu doğa tarihi ders notlarından, Langlebert’in Historia Natural isimli kitabını esas alarak yeni bir eser meydana getirmiştir. Çalışma; canlıların hücre yapısından, hayvanların anatomisine, bitkilerin ve yer katmanlarının yapısına kadar, histoloji, anatomi, zooloji, botanik, jeofizik gibi birçok farklı alandaki bilgileri içermektedir. Sonunda İngilizce terimlerin Osmanlıca karşılıklarına dair bir bölüm bulunmaktadır. Eserin orijinal halinin 652 sayfa olduğu, Osmanlıcasının ise 1000 sayfayı bulduğu düşünülürse Mahmud Esad Efendi’nin kitaba katkılarının oldukça fazla olduğu görülür. Kamer ve Şems Astronomi alanında verdiği iki eserdir. Önce Amede Victor Guileimain’nin The Moon isimli eserini Kamer adıyla ders kitabı olarak tercüme etmiş sonrasında bu eserdeki amaca uygun olarak The Sun isimli eseri Şems adıyla tercüme edip ders kitabı olarak okutmuştur. Bahsi geçen eserleri dışında, hukuktan, ahlaka, akaid konularından kelâma kadar çok çeşitli konularda gazete yazıları mevcuttur.
Öne Çıkan Eserleri
-
Telhis-i Usûl-i Fıkıh: M. Nikolaydi Matbaası, İzmir 1313.
-
Usûl-i Hadis: Cemal Efendi Matbaası, İstanbul 1316.
-
Tarih-i Din-i İslâm: Matbaa-i Hayriyye, İstanbul 1327-1329.
-
Tarih-i İlmi Hukuk: Matbaa-i Amire, İstanbul 1332.
-
Hukuk-ı Husûsiye-i Düvel: M. Nikolaydi Matbaası, İzmir 1312.
-
Tarih-i Edyân: Hukuk Matbaası, İstanbul 1330-1333.
-
Tarih-i Tabiî: Cemal Efendi Matbaası, İstanbul 1313.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu