Hayatı
1 Haziran 1850 yılında günümüzde Arnavutluk sınırları içerisinde kalan Fraşer (Frashër) köyünde dünyaya geldi. Babası, Berat’tan göçen Tımar beylerinden Fraşerli Halit Bey, annesi ise II. Murat ve Fatih Sultan Mehmet dönemi Osmanlı komutanlarından İmrahor İlyas Efendi’nin soyuna mensup Emine Hanım’dır. Bektaşi bir ailenin altıncı çocuğu olan Şemseddin Sami, eğitimine köyünde bulunan Mekteb-i İbtidâî’de Kalkandelenli Mahmut Efendi’den dersler alarak başladı. Dokuz yaşındayken önce annesini, iki yıl sonra ise babasını kaybetmesi üzerine beş kardeşiyle birlikte ağabeyi Abdül Bey’in yanına Yanya’ya gitti. Şehrin en prestijli okullarından Zossimaia Skoli adlı Rum ilkokuluna ağabeyi Naim (Fraşeri) ile beraber kaydoldu. Modern öğretim usûllerinin uygulandığı bu okulda klasik ve modern Yunanca, Latince, İtalyanca ve Fransızca öğrenimi aldı. Doğu dillerine olan ilgisi henüz Fraşer’deyken başlamış olan Şemseddin Sami, Yakup Efendi gibi müderrislerden aldığı özel derslerle Arapça ve Farsçasını ilerletti. Normal eğitim süresi sekiz yıl olan bu okulu yedi yılda bitirdi.
Bir müddet Yanya Mektûbî Kalemi’nde de çalıştıktan sonra 1871’de İstanbul’a gelerek Matbuat Kalemi’ne girdi. Memur olarak kalemde çalıştığı sırada daha sonra yayınlamaktan vazgeçtiği bir umumî tarih kitabı kaleme aldı. 1872’de Madame de Saint-Ouen’dan tercüme ettiği muhtasar nitelikteki tarih kitabını Tarih-i Mücmel-i Fransa adıyla yayınladı. Bu esnada Yeni Osmanlılar’la tanışan Şemseddin Sami, bu topluluğun mensuplarından Ebüzziya Tevfik’e ait günlük yayınlanan Hadika gazetesinde yazılar yazdı ve Fransızcadan çeşitli tercümeler yaptı.
Türk edebiyatının ilk telif romanı kabul edilen Taaşşuk-ı Tal’at ve Fitnat adlı eserinin Hadika sayfalarında tefrika usûlüyle yayımı 1872’nin sonlarına doğru tamamlandı. 1873 Nisan’ında Namık Kemal’in Vatan yahut Silistre adlı tiyatro oyunun sahnelenmesinin ardından çıkan olaylar sebebiyle Ebüzziya Tevik’in sürgün edilmesi üzerine gazeteyi devraldı. Hadika’nın kapatılmasının ardından Sirac gazetesine geçtiyse de, bu gazete de kısa bir süre sonra yayımını sonlandırmak zorunda kaldı. Fransız dram yazarı Dumanoir’dan tercüme ettiği İhtiyar Onbaşı (Le Caporal et la Payse) adlı piyesin kamuoyunda ilgi uyandırması üzerine, Arnavut milletinin ahlakını ve adetlerini tasvir etmek amacıyla 1874’de Besa yahut Ahde Vefa adlı bir oyun kaleme aldı.
1874’te Matbuat İdaresi tarafından Trablusgarp’a tayin edildi ve Trablusgarp valisi olan Samipaşazâde Sezâi’nin babası Sami Paşa’nın himâyesinde sekiz seneden beri yayınlanmakta olan Türkçe-Arapça Vilayet gazetesinde dokuz ay müddetle başmuharrirlik yaptı. 1876’da Mihran Efendi ile birlikte, kaliteli içeriğiyle kısa sürede geniş kitlelerin ilgisini çekmeyi başaran günlük Sabah gazetesini yayınlamaya başladı. 1877’de bu kez Tercüman-ı Şark gazetesinde başmuharrir olarak çalışmaya başladı. Bu gazetede yazdığı “Şundan Bundan” başlıklı yazıları ilgi topladı.
1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi sonrasında Balkanlar’da yaşanan kargaşa esnasında Arnavutların yaşadıkları bölgelerin farklı bölgesel güçlerin egemenliği altına girmesi tehlikesine karşı, ağabeyi Abdül Bey’in lideri olduğu Arnavut hareketine yakınlaştı ve Rumeli’de yaşananları ele alan siyasi yazılar kaleme aldı. 1879’da İstanbul’da Cemiyyet-i İlmiyye-i Arnavudiyye’nin kurulmasına öncülük etti. Arnavutçanın grameri üzerine çalışıp Arnavut dilinin Latin harfleriyle yazımını mümkün kılacak bir alfabe hazırlaması da bu döneme rastlar.
Tercüman-ı Şark gazetesinin 1878’de kapatılmasının ardından Victor Hugo’nun meşhur romanı Sefiller’i Fransızca aslından Türkçeye tercüme etti. Kamus-ı Fransevi adlı sözlüğünün Fransızcadan Türkçeye kısmını 1882’de, Türkçeden Fransızcaya kısmını ise 1885’te neşretti. Bu büyük eseri sebebiyle II. Abdülhamid tarafından İftihar Madalyası ile ödüllendirildi. Bu tarihlerden itibaren ilmi faaliyetlere öncelik veren Şemseddin Sami önce 1896’da Kamus-ı Arabi’yi, ardından 1899-1900 tarihleri arasında ise iki cilt halinde Türkçenin en kapsamlı sözlüklerinden biri olan Kamus-ı Türki’yi yayınladı. Ömrünün kalan yıllarını Türk diline dair araştırmalara hasreden Şemseddin Sami, Orhon Âbideleri, Kutadgu Bilig, et-Tuhfetü’z-Zekiyye fî lugati’t-Türkiyye ve Lehce-i Türkiyye-i Memâlik-i Mısır gibi eserler üzerine hazırladığı çalışmalarını tamamlama fırsatı bulamadı. Önce Erenköy’de bulunan kabri daha sonra Feriköy’de bulunan aile kabristanına taşınmıştır.
Öğretisi
Roman ve oyun yazarlığının yanı sıra gazetecilik, sözlükçülük, ansiklopedi yazarlığı gibi birbirinden farklı birçok alanda verdiği eserlerle Tanzimat sonrası Osmanlı kültür tarihinin öne çıkan aydınlarından olan Şemseddin Sami’nin çalışmalarının bir bölümü hâlen başucu kaynağı olma özelliğini sürdürmektedir. Gazetecilik ve tercümanlıkla başlayan yazı hayatı kaleme aldığı roman ve oyunlarla yaratıcı bir nitelik kazanmış; roman ve tiyatro gibi yeni edebi türlerin Türkçede tecrübe edilmesi sürecine katılarak kendisinden sonraki kuşaklar için örneklik teşkil etmiş ve edebiyatın modern bir suret kazanmaya başladığı dönüşüm sürecinde kritik bir rol üstlenmiştir.
Türk edebiyatında roman türünün ilk numunesi sayılan Taaşşuk-ı Tal‘at ve Fitnat adlı eserinde geleneksel toplum normlarına eleştirel bir tarzda yaklaşarak Tanzimat romanının başlıca temalarından biri olacak kadın-erkek ilişkilerini ilk defa problematik haline getirdi. İlk telif roman denemesi olmasından kaynaklanan teknik kusurlarına ve olay örgüsündeki abartılı rastlantıların hikâyenin inandırıcılığını zedelemesine rağmen görücü usûlü evliliğin eleştirisini yapan ve kadın haklarını gündeme getiren eser, sosyal problemlerin de anlatıya dahil olduğu yeni bir edebiyat anlayışının gelişmesine katkı sağlamıştır.
Şemseddin Sami’nin kültür alandaki faaliyetleri, Türk modernleşmesinin aydınlanmacı karakterinin bütün belirleyici özelliklerine sahiptir. Astronomi, jeoloji, antropoloji gibi bilimlere dair temel bilgileri derleyen “Cep Kitapları” dizisinin yayımını üstlenerek Batı’daki rasyonel bilgi birikiminin Türkçeye aktarılmasına öncülük etmiş, yine aynı motivasyonla Fransızcadan yaptığı edebiyat ve tarih tercümeleriyle de okuruna eğitici bir formasyon sunmaya çalışmıştır. Bütün Tanzimat devri aydınları gibi toplumun edebiyat eserleri yoluyla eğitilebileceğini düşünen Şemseddin Sami, bu pedagojik yaklaşım doğrultusunda piyeslerinde günlük konuşma dilini yakalayan diyaloglar kullanmış ve sahneye uyarlanmaya müsait bir teatral yapı kurmuştur. Fakat her ne kadar oyunları tiyatro tekniğine uygunluk bakımdan çağdaşlarının denemelerine nispeten daha başarılı sayılsa da devrinde yeterince ilgi görmedi. 1874 tarihli Besa yahut Ahde Vefâ adlı oyunu Gedikpaşa’daki tiyatroda sahnelenmiş olması bakımından önem taşır. Seydi Yahya adlı piyesini Endülüs tarihinden ilhamla yazdı. Gâve ise Şehnâme’deki demirci Gâve ile Dahhâk’ın hikâyesinden uyarlanmıştır.
Edebî kimliği bir kenara bırakıldığında, Şemseddin Sami’nin en ayırt edici özelliği, linguistik alanındaki yetkinliğidir. Yazı dili ile konuşma dili arasındaki uçurum sebebiyle kendilerine bir okur kitlesi bulmakta zorlanan edebiyatçıların halka hitap edecek bir edebiyatın inşası için yeni çözümler aradığı bir dönemde, çalışkanlığı ve araştırmacılığıyla öne çıkan Şemseddin Sami, dilin sadeleşmesine olan ihtiyacı en erken fark eden isimlerden biri olmuştur. Türkçenin kelime dağarcığının tespitine yönelik çabalarının neticesi olan Kamus-ı Türki adlı sözlüğüyle bu sahada bir ilke imza atmış, dilin gramer yapısının modern linguistik usûllere uygun biçimde ortaya çıkarılmasına yönelik çabalarıyla ilerleyen yıllarda daha bilimsel bir veçhe kazanacak olan dil çalışmalarının öncülerinden olmuştur.
Kelimenin tam anlamıyla bir Osmanlı aydını portesi çizen Şemseddin Sami, Arnavut tebaasından oluşu, Arnavutça üzerine yaptığı dilbilim çalışmaları ve Arnavut milli hareketi içerisinde aktif rol oynayan ağabeyi dolayısıyla zaman zaman siyasi tartışmaların ekseninde yer alan bir figürdür. Arnavut tarafı onu bir milli kahraman olarak mitleştirilirken, Türkiye’deki milliyetçi tarihyazımı geleneği belirtilen özelliklerini bütünüyle görmezden gelmeyi tercih etmiştir. Çalışmalarıyla hem Türkçenin hem de Arnavutçanın gelişiminde kurucu bir vazife üstlenen Şemseddin Sami’nin her iki dile olan vukufiyeti ve alakası, aynı anda hem Türk-Osmanlı hem de Arnavut kimliklerine aidiyet duymakta bir tezat görmediğini ortaya koymaktadır.
Öne Çıkan Eserleri
-
Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat: Elcevaib Matbaası, İstanbul 1872.
-
Besa yahut Ahde Vefa: Matbuat-ı Ceyyide, İstanbul 1875.
-
Kamus-ı Fransevi (Fransızcadan Türkçeye Sözlük): Mihran Matbaası, İstanbul 1882.
-
Kamus-ı Fransevi (Türkçeden Fransızcaya Sözlük): Mihran Matbaası, İstanbul 1885.
-
Kamusü’l-A’lam: Mihran Matbaası, İstanbul 1888-1898.
-
Kamus-ı Arabi: Mihran Matbaası, İstanbul 1895.
-
Kamus-ı Türki: Mihran Matbaası, İstanbul 1889-1900.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu