Hayatı

970/1562-63 senesinde “Acemioğlanı” olarak Rumeli’den devşirilen Mehmed Ağa, 970-975/1562-1567 yılları arasında 5 yıl ulufesiz durmuş, 975/1567-68’de ise ulufeye yazılmıştır. 975-976/1567-68 senesinde Sultan Süleyman Han (Kânûnî) türbesinde bir yıl bahçe bekçiliği yapmış, muhtemelen Sinan’ın İstanbul mimarlık tarihi açısından en önemli eserlerinden biri olan türbenin yapımına veya yapım başlangıcına tanıklık etmiştir. 976/1568-69 ise mimarbaşı olana kadar sürecek sedefkârlık ve mimarlık eğitimine ilk adımı atmış ve Hasbahçe’ye yani Topkapı Sarayı’na alınmıştır. 977/1569-70’den 997/1588’e kadar yaklaşık 20 yıl Mimar Sinan ve onun halifesi Üstad Mehmed’den hendese ilmi, sedefkârlık ve mimarlık sanatı öğrenmiştir. 998/1589-90’da Mimar Sinan’ın önerisi üzerine Sultan III. Murad’a bir hediye olarak tilavet iskemlesi sunmuş ve Dergâh-ı Âlî kapıcısı (dergâh-ı âlî bevvâbı) olmuştur. Bu sırada aynı zamanda “Sedefkârîler Halîfesi”dir. Böylelikle müstakbel mimarbaşının sedefkârlık ve mimarlık sanatına ek olarak saraydaki diğer bürokratik görevleri de başlamıştır. Mısır’a eşkıya Şehla Mahmud’u Üveys Paşa’ya teslim etmek için gider ve Suriye ve Arabistan’ı gezer. 999/1591’de ise diğer istikamete, Rumeli’ne kaleleri teftiş için gitmiş ve Selânik, Arnavutluk, Bosna, Eflak, Boğdan, Kırım, Kefe, Silistre, Niğbolu, Belgrad gibi birçok beldeyi görmüştür. Dönüşünde padişaha teftiş raporunu sunar. 1000/1592’de padişaha bir başka hediye (yaylık, kemândân) takdim eder ve bir diğer bürokratik görevi elde eder: dört kadıya muhzırbaşılık. 1000-1002/1592-94 yılları arasında “Kulle sufisi”dir. Daha sonra Hüsrev Paşa’nın Diyarbekir ve Şam (1593) müsellimi olur. Şam’da Hüsrev Paşa’ya görevi teslim eder ve bir süre Havran nahiye hâkimliği yapar. Bütün bu görevlerden sonra, bilebildiğimiz kadarıyla, artık mesleği ile ilgili yüksek görevlere gelir. 1006-1007/1598’de su nazırı (nâzır-ı âb), toplam sekiz yıl da “nezâreti mutasarrıf”dır. Dalgıç Ahmed Ağa mimarbaşı olduğu sürece su nazırıdır. 1015/1606 senesinde mimarbaşılıktan başka bir idari göreve geçen ve Silistre mutasarrıfı iken ölen (ö. 1608) Dalgıç Ahmed Paşa yerine mimarbaşı olur.

Sedefkâr Mehmed Ağa’nın hayatıyla ilgili en önemli bilgiler 1614’te Ca’fer Efendi’nin kaleme aldığı Risâle-i Mi’mâriyye’dir. Bu kitap bir mimar hakkında yazılmış ilk ve tek bir menanâkıbnâme olarak görülebilir. Bu açıdan Osmanlı ve İslâm literatüründe biricik bir eserdir.  Risâle-i Mi’mâriyye’de, Mehmed Ağa ile ilgili şunlar yazılıdır:

İslam Düşünürleri

“… Ve Koca Mi’mâr merhûm Sinân Ağa vefât edince andan san’at taalüm edip ba’dehû yerine mi’mâr olan Dâvud Ağa ile yine ihtilât edip ve merhûm Dâvud Ağa dahi vefât edip yerine mi’mâr olan Dalgıç merhûm Ahmed Ağa ile has bağçede sadefkârlık san’atında bir üstâd şâkirdi olmağla anın zamânında ne kadar ki ebniye ki ihdâs olunmuşdur cümlesi müşârünileyh Mehmed Ağa Hazretleri yedinden geçmişdir…” (s. 30-31).

“… sâhibi’l-fütûh ve’l-megâzî es-sultân Ahmed Han el-gâzî eazzâllâhü teâlâ serîre mülkihî bi-vücûdihî ve efâza ale’l-enâmi  âsâre adlihi ve cûdihî Hazretleri’nin saltanat-ı devlet-disâr ve şevket-i izzet-şiârlarında hâssa-i mi’mârân ağâsı olan sâhib-i izz ve’t-temkîn Mehmed Ağa ibn Abdülmuîn Hazretleri dâimâ cevâmi’-i şerîfe ve mesâcid-i münîfe binâsında olup andan gayri dahi nice medrese ve nice köprü ve yüzden mütecâviz çeşme, kimini gayri kimesneler mâliyle ve ba’zını dahi kendi mâliyle binâ ve ihdâs etmiş olup…” (s. 8-9).

Mimarbaşı Mehmed Ağa’nın inşa ettiği en önemli eser, yapımına 1018/1609 senesinde başlanan ve 1026/1617 yılında ibadete açılan Sultan Ahmed Camii ve külliyesidir. Külliyenin camiden başka diğer unsurları şunlardır: Camiye bitişik hünkâr kasrı, imaret, medrese, dârülkurrâ, sıbyan mektebi, dârüşşifâ, hamam, dört adet sebil, arasta ve kiralık odalar. İmaret, dârüşşifâ ve hamam ya yıkılmıştır ya da bazı parçalar mevcut ise de orijinal hallerinden epey uzaktırlar. Diğer birimler caminin tamamlanmasından iki yıl sonra, 1619’da tamamlanmıştır. Türbe ve medrese cami bahçe duvarlarının kuzeydoğu köşesine yerleştirilmiştir. Sultan Ahmed Camii İstanbul ve Osmanlı mimarlık tarihinde her daim Mimar Sinan’ın büyük camilerindeki tercihleriyle kıyaslanır. Erken bir karşılaştırmayı Evliya Çelebi yapar: “Hemân Şehzâde câmi‘i cirminde ve ol tarz üzre tarh olınup vaz‘ı esâs olınmışdur. Ammâ bunda olan kâr-ı şîrînkârlık bir diyârın cevâmi‘lerinde yokdur.” Modern dönem karşılaştırmalarında çoğu zaman haklı olarak Mimar Sinan’a büyük payeler verilir ama mukayese bakımından farklı yaklaşımlar söz konusudur (Necipoğlu, Sinan Çağı, s. 695). Modern zamanların bireyi olarak mimar Turgut Cansever ise her devrin kendi tercihleri olduğunu vurgular. Sinan’ın yapı bileşenlerini birbirinden bağımsızlaştırarak ya da kendi şahsiyetlerini koruyarak bir araya getirme yolları aradığını söyler. Sinan’ın gerilimli ifade arayışına karşın Mehmed Ağa ise bu bileşenleri daha iç içe ve uyum halinde düşünür:

“Şehzade Camii’nde olduğu gibi, merkezî kubbeyi dört yarım kubbeyle destekleyen Sedefkâr Mehmet Ağa da Sultanahmet Camii örtülü mekânının, yarımadanın son odak noktası olarak belirmesini sağlamıştır. Sultanahmet Camii, son cemaat yeri, cami ve minarelerinin düzenleriyle de Süleymaniye ve Selimiye’deki mimarî çözümlemelerin yeni bir yorumudur. Sedefkârlık eğitimi almış Mehmet Ağa’nın mimarisi, –gençliğinde marangozluk ve birbirine takılarak vücuda getirilen ahşap bütünlükler oluşturma sanatını öğrendiğini önemle zikreden–Sinan’ın mimarisinden farklılaşır. Sultanahmet Camii’nin mimarisinde belirleyici olan husus, uyum ve âhengin ifadesidir. Bu yaklaşım Sinan mektebinin diğer üyelerinin muhalefeti ile karşılaşmıştır. Geçişleri gerilimli ifadelerinden arındırıp yumuşatarak sağlayan pandantifler Sultanahmet’te hâkim unsurlardır. Sinan’ın mimarisinde ise bu satıhlar mukarnaslarla örtülüdür. Bu yaklaşım kubbenin altındaki alanın bir geometrik düzen ve onun uzantıları ile oluşmasını ve kubbenin tam yuvarlak halinin aşağılara sarkmadan yukarıda kendi başına, bağımsız şahsiyetini koruyarak yer almasını sağlar” (Cansever, s. 399-400).

1611-1612 yıllarındaki Kâbe tamiratları Mehmed Ağa’nın kesin olarak bilebildiğimiz yapı faaliyetlerindendir. Bu sebeple de olmalı ki, Risâle-i Mîmâriyye’de Mehmed Ağa Mi‘mâr-ı Hâdimü’l-Harameyn olarak tavsif edilmiştir. Kâbe tamiratları için Eylül 1611 sonlarında Mekke’ye doğru yola çıkar, 4 Mart 1612’de onarıma başlanır ve 18 Mart 1612’de onarım biter. 19 Mart 1612’de Kâbe gülabla yıkanır ve buhurlar yakılır; 20 Haziran 1612’de ise onarımın haberi İstanbul’a ulaşır. Risâle-i Mi‘mâriyye’ye göre yüzden fazla çeşme yapmıştır.

Sultan Ahmed Külliyesi haricinde Kuyucu Murad Paşa Külliyesi (1606-1609) ve Ekmekçizâde Ahmed Paşa Külliyesi (1606-1618’den önce), Mehmed Ağa’nın mimarbaşı olduğu dönemde inşa edilmiş en önemli eserlerdir. Ayasofya’nın onarımı (1609) ve Haseki Camii’ne kubbe eklenmesi (1611) diğer önemli işler arasında zikredilebilir. Dönemin küçük mescitleri ise şunlardır: Vefa Mescidi, Kürt Çelebi Camii (1611), Kadıköy Osman Ağa Mescidi (1612), İstavroz Mescidi/Camii (1613), Kürkçübaşı Mescidi (1613), Arabacılar Mescidi (1614), Kara İmam Mescidi (1615), Halil Paşa Camii (1617), Gedik Abdi Mescidi (1621), Gülşeni Tekkesi Mescidi (1622), Sormagir Odaları Mescidi (1622), Üsküdar Kavak Sarayı Mescidi.

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu