Hayatı
Muhacir olan dedesi Tilimsân bölgesinde yaşayan Berberî Ticâne kabilesinden evlendiği için ailesi Ticânî nisbesiyle tanınır. Hakkındaki biyografik bilgilerin temel kaynağı Ali Harâzim’in Cevâhirü’l-meânî ve İbnü’l-Müşrî’nin Kitâbü’l-Câmi’ adlı eserleridir. Her iki müellif de Ticânî’nin halifesidir. Soyunun Hz. Hasan’a ulaştığı kabul edilen Ticânî, ilim tahsili sürerken annesini ve müderrislik yapan babasını bir veba salgınında yitirdi. Kur’an, hadis, Mâlikî fıkhı gibi temel dinî ilimleri Tilimsân’da okuduktan sonra Fas’a giden Ticânî, burada Kâdirî, Şâzelî ve Nâsırî tarikatlarının zikir meclislerine katıldı. Fas’ta Şeyh Ahmed Habîb b. Muhammed’in ve Abîd’de Sîdî Abdülkâdir b. Muhammed’in hizmetinde bulunan Ticânî, daha sonra Tunus’a gidip Azvâvî Zâviyesi’nde Halvetî şeyhi Mahmûd b. Abdurrahman’ın sohbetlerine devam etti. Ardından Kahire’de Halvetî şeyhi Mahmûd el-Kürdî ile tanıştı. 1187/1773’te hac maksadıyla Mekke’ye giden ve iki yıl burada kalan Ticânî, Hindistanlı Şeyh Ahmed b. Abdullah ile tanıştı ve bu zâtın iki ay sonra vefâtının ardından onun halifesi sıfatıyla faaliyetlerine devam etti. Ayrıca Medine’de Muhammed b. Abdülkerîm es-Semmân ile görüşerek Semmâniyye tarikatından icâzet aldı. Hac dönüşünde ise Mısır’a uğrayarak daha önce meclisinde bulunduğu Mahmûd el-Kürdî’den icâzet aldı ve Cezayir’e dönerek Tilimsân’da irşad faaliyetlerine başladı.
Çevresindeki hareketliliğin şüphe uyandırması dolayısıyla Osmanlı Cezayir Beyi Muhammed b. Osman tarafından tutuklanan Ticânî, Cezayir şehirlerinde ikamet etmemesi şartıyla serbest bırakıldıktan sonra bölgeden ayrılarak Sahrâ’daki Sîdîebîsemgûn kasabasına yerleşti. Bu arada Tâze şehrinde Derkâviyye tarikatının pîri Ebû Hâmid Mevlâ Ahmed el-Arabî’yi de ziyaret etti. Sîdîebîsemgûn’daki hayatı onun tasavvufî tavrı açısından bir dönüm noktası sayılabilir. Çünkü Ticânî, burada ikamet etmeye başlamasının ardından keşfe erdiğini, tarikatına ait evrâdın rüyada Hz. Peygamber tarafından kendisine verildiğini söylemiştir. Bu mânevî vakıa dolayısıyla takipçileri 1782 yılını Ticâniyye tarikatının kuruluş tarihi olarak benimsemiştir. Ticânî, bölgedeki tarikat faaliyetleri güçlendikten sonra irşadının etkinlik alanını genişletmek amacıyla Fas’a gitmek için 1789’da buradan ayrıldı. Fas’a yerleştikten bir müddet sonra Fas Sultanı Mevlây Süleyman’ın, Ticânî’nin daveti üzerine tarikata intisâb etmesi dolayısıyla kazandığı itibar, onun kişiliğine dair ulemâ arasında tartışmaların ortaya çıkmasına sebep oldu. Tartışmalara rağmen Ticâniyye tarikatı Fas bölgesinde zemin bulmaya devam etti. Ticânî, Fas’ta ikamet ettiği yaklaşık yirmi altı yıl boyunca pek çok halife tayin ederek tarikatını Kuzey Afrika’nın tümüne yaydı. Yerine Sîdî Ali b. Îsâ et-Temmâsî’yi bırakan Ticânî, şeyhliğin kendisinden sonra Temmâsî ailesiyle kendi oğulları arasında dönüşümlü olarak sürdürülmesini vasiyet etti ve Fas’ta vefat ederek buraya defnedildi. Ticânî’nin büyük oğlu Muhammed el-Kebîr ve küçük oğlu Muhammed (Habîb) es-Sagîr’in tarikatın yayılış tarihinde dikkate değer bir konumları bulunmaktadır.
Öğretisi
Ahmed et-Ticânî kendi öğretisini konu alan herhangi bir eser yazmamış, bu yüzden onun görüşleri Ali Harâzim başta olmak üzere halifelerinin ve sonraki dönem takipçilerinin metinlerinden hareketle aktarılmıştır. Ticânî’nin hayatını ve menkıbelerini konu alan, beraberinde tarikatın dayandığı ilkelere yer veren bu metinlerde, onun kutub, kutbü’l-aktâb, hatmü’l-velâye ve hakîkat-i Muhammediyye gibi kavramları kullanarak kendi mânevî nüfûzuna dâir beyanlarda bulunduğu, kendisini bu hakikat mertebelerinin vârisi ve fiilî örneği olarak sunduğu görülmektedir. Kendisine atfettiği makamlar ve kendisini sevenlerin ereceği lütuflara dâir ifadeleri dolayısıyla muhitindeki ulemâ tarafından sert bir dille tenkit edilmiştir. Menkıbelere yansıyan karizmatik kişiliğiyle çevresinde büyük bir etki bırakmış, her sosyal sınıftan mürid edinerek tarikatının uygulama alanını sürekli genişletme imkanı bulmuştur. Dinî mükellefiyetlerin îfâsına, zâhir ve bâtın uyumuna, insan için kulluktan başka bir esas olmadığına, nâfile ibâdetlere ısrarla devamın önemine ve zühd pratiğinin sosyal hayatın ihmalini sonuç vermemesi gerektiğine dönük tavsiyeleri tarikatın dışa dönük yönünü oluşturur.
Gençliğinde Kâdirî, Şâzelî ve Nâsırî gibi çeşitli tarikatların ortamlarında bulunmuş, sonrasında Halvetî icâzeti almıştır. 1782’de tecrübe ettiği mânevî vakıalar sonrasında kendi yoluna Tarîkat-ı Ahmediyye/Muhammediyye adını vermiş, daha sonra tüm tarikatlarla bağını koparmıştır. Bu yüzden tarikat müntesipleri Ticâniyye’nin silsilesi olduğunu kabul etmeyip doğrudan Hz. Peygamber ve Ahmed et-Ticânî ile yolu başlatmışlardır. Mahmud el-Kürdî ile irtibatına binaen Osmanlı kaynaklarında Halvetiyye’nin bir kolu gibi düşünülen Ticâniyye, sağ veya ölü diğer tarikatlarla tanınmış herhangi bir velînin ziyaret edilmesini yasaklayacak kadar müstakil bir kimliğe bürünmüştür. Ticâniyye tarikatı, temelde Hz. Peygamber’in Ahmed et-Ticânî’ye verdiği kabul edilen ve Ticânî olmayanların asla fayda bulamayacaklarına inanılan “Salâtü’l-fâtih” ve “Cevheretü’l-kemâl” adlı iki salavata dayanır. Müridler, bu iki salavâta ilaveten istiğfâr, kelime-i tevhîd ve salavât okumakla yükümlüdürler. Ahmed et-Ticânî’den sonra tarikatın yayılması daha da hız kazanmış, Cezâyir ve Tunus’ta takipçi bulmasının ardından Sahrâ kabileleri arasında tarikatın benimsenmesi Osmanlı idaresi ile bir dizi politik sıkıntıların doğmasını, hattâ yer yer silahlı mücadeleyi gerektiren süreçlerin ortaya çıkmasını netice vermiştir. Bu olaylar Ticânî’nin oğlu Muhammed el-Kebîr’in 1827’de idam edilerek, kılıcının II. Mahmud’a gönderilmesine kadar ilerlemiştir. Politik gerilimler sebebiyle Cezâyir’in 1830’da Osmanlı hakimiyetinden çıkması Ticânîler arasında olumlu karşılanmış, 1832’de Emîr Abdülkâdir’in Fransız sömürgesine karşı başlattığı hareket tarikatın sosyal tabanından destek bulmamıştır. Ticânîler Emir Abdülkâdir’e karşı Fransız askerî desteğini almak amacıyla ona karşı yer yer silahlı mücadele içine de girmişlerdir. Ancak XIX. yüzyılın ikinci yarısında tarikatın Fransız idaresiyle de arası bozulmuştur.
Ticânîlik, sömürge döneminde de bir sosyal zümre olarak Afrika’da çok geniş bir alanı nüfuz etmeye devam etmiş, kurduğu zâviyelerle şehirlerdeki sosyal ve ekonomik hareketliliği yönetmiştir; bu arada medrese erbabı ile iyi ilişkilerin geliştirilmesi ulemâ ile yaşanması muhtemel gerilimlerin önünü almıştır. Sömürge döneminde Ticâniyye tarihinin en önemli isimlerinden biri, 1852 yılında 30.000 kişilik ordusuyla Fransızlar’a karşı cihad hareketi başlatan Senegal asıllı el-Hâc Ömer el-Fûtî’dir. Ticâniyye’yi Senegal’den Tinbüktü ve Sierra Leone’ye kadar yayan el-Fûtî, Tekrûr Devleti diye bilinen müstakil bir siyasî oluşuma zemin hazırlamış ve 1864 yılında Mâsînâ’daki bir savaşta şehit olmuştur. Ticâniyye’nin Afrika’daki yaygınlığı II. Abdülhamid’in de dikkatini çekmiş, tarikat II. Abdülhamid’i ziyaret eden bazı müntesibleri dolayısıyla sınırlı bir biçimde de olsa İstanbul’da tanınma imkânı bulmuştur. İslâm birliği siyasetinin bir parçası olarak II. Abdülhamid’in tarikatın başını çektiği hareketlilikten faydalanmak istediği, 1897’de İstanbul’a gelen Sîdî Muhammed el-Ubeydî ile görüştüğü, dolayısıyla İstanbul’da bir Ticânî zâviyesi açıldığı bilinmektedir. Modern Türkiye’de ise Ticâniyye, daha çok Kemal Pilavoğlu’nun Ticânî şeyhliği iddiasıyla 1940’lı yıllarda ortaya çıkması sonrasında tanınmıştır.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu