Hayatı
Kaynaklarda savaşçı, derviş, gezgin, tezkireci, şair, nakkaş ve saray kitabdârlığı kimliği ile adından söz ettiren Sâdıkî Bey, 940/1533-34 tarihinde Safevî Devleti’nin başkenti Tebriz’in Vercû (Vîcûye) mahallesi yakınlarında doğdu. Asıl adı Sâdık olup, Türkmen Şamlu boyunun Hüdâbendelü oymağına mensuptur. Sâdıkî’nin “Külliyât”ında bu hususun açıkça ifade edilmesine rağmen, Kadı Ahmed ve İskender Bey Türkman tarafından kendisine Afşar nisbesinin atfedilmesi, Afşar emirlerinden İskender Han ve Bedir Han ile yakın ilişkilerinden kaynaklanmış olmalıdır. Klasik literatürde ismine rastlanmayan babasının aşiret içerisinde saygın bir konumda olduğu, bu nedenle de Sâdıkî’nin çocukluk ve ilk gençlik yıllarında müreffeh bir yaşam sürdüğü düşünülebilir. Fakat yirmi yaşlarındayken, takriben 1553 yılında babasının öldürülmesi üzerine hayat güvencesini kaybettiği ve Kalenderî dervişlere katılarak sergerden bir gezgin hayatı yaşadığı zikredilmektedir. Onun Mecmaü’l-Havâs’ta sarfettiği bazı ifadeler, bu yıllarda Halep, Bağdat, Necef, Kerbela, Gîlan, Lâhîcân, Abarkûh, Estarabâd, Hamedan gibi Osmanlı ve Safevî kontrolünde olan çeşitli şehirleri dolaştığını göstermektedir. Örneğin, Necâtî’den sonra Anadolu’nun şiir sultanı şeklinde övdüğü Bâkî (ö. 1600) ile Halep’te görüşmüş ve iyi bir dostluk ilişkisi kurmuştur. Bâkî, 1556-1560 yıllarında kadı naibi olarak Halep’te görev yaptığına göre, Sâdıkî’nin Halep seyahati bu tarihler arasında gerçekleşmiş olmalıdır. Aynı şekilde, Üstat Kıvâmüddîn ile bizzat görüşmesinden Bağdat’ta, Kılıç Bey hakkındaki aktarımlarından ise Necef ve Kerbela’da bulunduğu anlaşılmaktadır.
Sâdıkî’nin, Osmanlı yönetimindeki bu şehirlerde ne kadar kaldığı kesin olarak bilinmiyor. İskender Bey Türkman’in Târîh-i Âlemârâ-yı Abbâsî’de tarih belirtmeden aktardığı bilgiye göre, Sâdıkî’nin Kalenderîlerle birlikte başıboş dolaştığından haberdar olan Hamedan hâkimi Emir Han Mosullu, kendisini himayesine alıp “Kalenderî elbisesinden sıyrılmasını” sağlamıştır. S.C Welch, onun 1559 yılında Safevî topraklarına geri dönüp, 1565 yılına kadar çeşitli emirlerin hizmetinde bulunduğu, bu tarihten sonra ise şiir ve sanatla uğraştığı kanaatindedir.
II. Şah İsmail döneminde (1576-1577) Kazvin’deki saray kütüphanesinde görev aldığı kaydedilen Sâdıkî, Sultan Muhammed Hüdâbende’nin saltanatı yıllarında (1578- 1587) başkenti terkedip önce İskender Han Afşar’ın, ardından da Bedir Han Afşar’ın maiyetine girdi. 1581’de katıldığı Estarâbâd savaşında hala cesur bir savaşçı olduğunu kanıtlayan sanatkâr, savaştan sonra Yezd’de gidip bir süre Hâce Giyâs-ı Nakşbendî’nin yanında çalıştı. I. Şah Ab- bas’ın 1587’de tahta geçmesiyle birlikte Kazvin’e döndü ve kısa süre sonra kendisine kitabdârlık görevi tevdi edildi. Sâdıkî’nin söz konusu yıllarda hattat Ali Rızâ Tebrizî ile yaşadığı rekabete dikkat çeken Gazıyev, onun bu görevi 1592-1598 yılları arasında gerçekleştirdiği düşüncesindedir. Safevî tarihçilerinden Celaleddin Muhammed Yezdî’nin Tarih-i Abbâsî adlı eserine atıf yapan Gandjei de sanatkârın 1598 yılında artık kitabdârlık vazifesini sürdürmediği görüşüne katılmaktadır. Görevinden azledilip yerine Ali Rızâ Tebrizî’nin getirilmesi Sâdıkî’nin geçimsiz karakterine ve aksi tavırlarına bağlanmakla birlikte, hayatının sonuna kadar emekli maaşı almaya devam ettiği kaydedilmektedir. Türkçe kaleme aldığı mektuplarından son yıllarında hasta olduğu anlaşılan Sâdıkî’nin ölüm tarihi tartışılmışsa da 1018/1609-10 olarak ortak bir kanaatin hâsıl olduğunu söylemek mümkündür.
Sâdıkî’nin İslam minyatür sanatındaki etkisine gelince, doğrudan öğrencisi olarak zikrettiği Mîr İbrahim ve Musa Rızâ’nın eserleriyle ilgili ayrıntılı bilgi bulunmamaktadır. Bununla birlikte, Isfahan okulunun önemli bir figürü olarak gösterilen Rızâ Abbasî’yi etkilediği, hatta Avrupa (firengî) tarzını yansıtan minyatür çalışmalarına önayak olduğu kabul edilmektedir.
Sâdıkî’nin, Mecmaü’l-Havâs ve Kânûnu’s-Süver adlı eserlerinde övgüyle bahsettiği hocası Muzaffer Ali’nin gözetiminde gerçekleştirdiği ilk önemli çalışma 1573 tarihli Gerşespnâme nüshasına (British Library, Or.12985) yaptığı minyatürdür. Söz konusu çalışması beğenilmiş olacak ki II. Şah İsmail döneminde saray kütüphanesinde görevlendirilmiş ve Siyâvuş Bey Gürcî, Mîr Zeynelabidin, Şeyh Muhammed Şîrâzî, Ali Asgar Kâşî, Abdullah Şîrâzî gibi sanatkârlar ile aynı çalışma ortamını paylaşmıştır.
1576-77 tarihli II. İsmail Şehnâmesi’ne yedi tasvirle katkıda bulunan Sâdıkî’nin, 1579 tarihli Habîbü’s-Siyer nüshasına bir minyatür yaptığı kaydediliyorsa da I. Şah Abbas dönemine kadar genellikle tek sayfa çalışmalara imza attığı düşünülmektedir. I. Şah Abbas’ın saltanat yıllarında hazırlanan 1587-97 tarihli Şehnâme’deki tasvirleri ve 1593 tarihli Envâr-i Süheylî nüshasındaki minyatürler ise onun kitap resimleme çalışmalarının zirvesi olarak görülebilir. Fakat kime gönderildiği belirtilmeyen bir mektubundaki ifadelerden hareketle, sanatkârın başka kitaplar için de minyatür yapmış olması kuvvetli bir ihtimal olarak göz önünde bulundurulmalıdır. Söz konusu mektupta, Sa‘d-i Selmân Külliyât’ının kendisine emanet edilmiş nüshasının söz verdiği tasvirleri ile birlikte geri gönderdiği kaydedilmektedir. Bu kişinin Gazneli devri şairlerinden Mesûd-i Sa‘d-i Selmân (ö.1121) mı yoksa başka biri mi olduğu belirsiz kaldığı gibi kastedilen nüshanın günümüze ulaşıp ulaşmadığı da bilinmemektedir.
Nakkaşlığının yanında şairliği de olan sanatkarın gençlik yıllarında Hâfız-ı Sâbûnî’den ve daha sonrasında Fezâyî Hamedânî’den şiir eğitimi aldığı alan
ve en önemli hocasını da Nişapurlu Mîr Sun’î olduğu bilinmektedir. Gazel, kıt’a, kaside, rubai, muhammes, mesnevi vb. türden manzumeleri yaşadığı dönemden itibaren takdirle karşılanan Sâdıkî, gerek Türkçe’nin üç farklı şivesiyle, gerekse de Farsça şiir yazabilen sanatkârlardandır. 1010/1602 tarihinde bir Külliyât tamamlamıştır. Müellif nüshası Tebriz Milli Kütüphanesi 3616 numarada muhafaza edilen Külliyât, yazarın manzum ve mensur olarak kaleme aldığı on farklı eserinden oluşmaktadır.
Bunlardan Mecmaü’l-Havâs’ın yanısıra Mülemmaât adıyla bilinen Farsça ve Türkçe mektupları da Sâdıkî’nin genel yaşamına ve sanatkârlığına dair ipuçlarının takip edilmesi açısından büyük önem arzetmektedir. Kânûnu’s-Süver isimli Farsça manzum risalesi ise bir taraftan yazarın teorik sanat bilgisini yansıtırken, diğer taraftan da XVI. yüzyıl tezhip ve minyatür sanatının temel ilkeleri, bezeme üslupları ve boyar maddelerin hazırlanması hakkında bilgi veren nadir eserlerdendir.
Öne Çıkan Eserleri
- Mecmaü’l-Havâs: nşr. Abdürrasul Hayyampur, Çaphâne-yi Ahter, Tebriz 1327.
- Kânûnu’s-Süver: nşr. ve çev. Adil Gazıyev, Elm Neşriyyatı Bakü 1971; İzdatelctvo Akademii Nauk Azerbaydjanskoy SSR, Bakü 1963.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu