Hayatı
2 Muharrem 948 (24/25 Nisan 1541) yılında Gelibolu’da dünyaya geldi. Asıl adı Mustafa, baba adı Ahmed’dir. Kaynaklarda dedesinin adı Abdullah veya Abdülmevlâ olarak geçmektedir. Önceleri Çeşmî mahlasını kullanan Mustafa Efendi, 17 yaşından itibaren bunun yerine yüce, ulu anlamına gelen “Âlî” mahlasını kullanmaya başlamıştır. Böylelikle de Gelibolulu Âlî Mustafa olarak tanınmıştır. Eğitimine altı yaşında başlamış, on altı yaşında İstanbul’a gelerek Rüstem Paşa, Haseki ve Semâniye medreselerinde öğrenim görmüştür. Hocası Habîb-i Hamîdî’den Arapça dilbilgisi kitabı olan Kâfiye okumuştur. Ayrıca kendisi gibi Gelibolulu olan şair Musluhiddin Sürûrî’den (ö. 969/1562) tefsir ve fıkıh eğitimi almıştır. Medrese eğitimini yirmi yaşında tamamlayan Âlî Mustafa Efendi, ilk eseri olan Mihr ü Mah’ı mülâzemet görevi esnasında kaleme almıştır. Esasında müderris olmak ve ilim yolunda ilerlemek istemişse de bu eserini Şehzâde Selim’e (II. Selim) sunması ile birlikte hayatı farklı bir mecraya kaymıştır. Şehzâde Selim’in teklifi üzerine iki yıl Kütahya’da onun divan kâtibliğini yapmıştır. Zaman zaman şehzâde ile bir araya gelen Âlî Mustafa Efendi, bir av partisi esnasında şehzâdenin kendisini altında atı, kolunda doğanı olduğu halde anlatan bir beyit söylemesi isteğine hazırlıksız yakalanmış fakat söylediği beyit şehzâdenin hoşuna gidince ona yüz sikke altın vermiştir. Şehzâdenin lalası Tütünsüz Hüseyin Bey ile geçinememesi üzerine, daha önce tanıdığı Lala Mustafa Paşa’nın daveti ile Şam’a gitmiş ve altı yıl onun divan kâtipliğini yapmıştır. Lala Mustafa Paşa’nın Yemen’in fethi için görevlendirilmesi üzerine onunla beraber Mısır’a gitmiş, lakin Paşa’nın Yemen’e gitmek istemediği İstanbul’a bildirilince Lala Mustafa Paşa ile beraber azledilmiştir. Lala Mustafa Paşa İstanbul’a giderek kendisini tayin ettirmiş, boşta kalan Âlî Mustafa ise Manisa’ya giderek Şehzâde Murad’a (III. Murad) sığınmıştır. Mihr ü Vefâ ve Nâdirü’l-Mehârib adlı eserleri sunduğu şehzâdenin isteği üzerine Râhatü’n-Nüfûs adlı eseri tercüme etmiştir. Şehzâde Murad aracılığıyla İstanbul’a gelen Âlî Mustafa Efendi, hazırladığı Heft Meclis adlı eserini Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa’ya sunmuştur. Gerek şehzâdenin aracılığı gerekse bu eser vesilesi ile yüksek bir görev bekleyen Âlî Mustafa Efendi’ye Bosna Beylerbeyi Ferhat Paşa’nın divan kâtipliği verilmiştir. Uzun süre burada kalan Âlî Mustafa Efendi, şehzâdeliğinde tanıdığı III. Murad’ın tahta çıkması üzerine (1574) daha iyi bir vazife almak ümidiyle İstanbul’a gelmiş ve ona bazı kasideler ile birlikte Zübdetü’t-Tevârîh adlı eserini takdim etmiştir. Umduğuna yine nail olamayan Âlî Mustafa Efendi tekrar Bosna’ya dönmek zorunda kalmıştır. Lala Mustafa Paşa’nın Gürcistan ve Şirvan Seferi’nde münşî vazifesiyle bulunması için 1578 yılında hem kendisi hem de Lala Mustafa Paşa Sultan III. Murad’ın hocası Hoca Sâdeddin Efendi’den ricada bulunmuşlardır.
Hoca Sâdeddin Efendi vasıtasıyla arzusu yerine gelen Âlî Mustafa Efendi bu vazîfesinden dolayı iki yıl Kafkasya’da bulunmuştur. Burada Kafkas toplumları hakkında malumat elde etme fırsatı bulan Âlî Mustafa Efendi topladığı bilgileri daha sonra Nusretnâme adlı eserinde yayınlamıştır. Başkomutanın mektuplarını kaleme alan ve kendi ifadesi ile fetihnâmeler yollayan Âlî Mustafa Efendi, artık daha yüksek bir makam bekliyordu. Hizmetlerinden dolayı maliye defterdarlığı isteğinde bulunmuş, hatta padişahın berat ve fermanlarını hazırlayan nişancılık görevinin kendisine verilmesini talep etmiştir. Şiirinde dile getirdiği bu arzusuna ulaşamayan Âlî Mustafa Efendi, Halep timar defterdarlığına tayin oldu ve bu vazifeyi altı yıl sürdürdü. Bu vazifeden azledilince bir süre daha düşük bir görev yapmak zorunda kaldı. Daima kendisine daha yüksek görevleri layık gören Âlî Mustafa Efendi iyi bir vazife almak için İstanbul’a gelip, Nusretnâme ve Câmiü’l-Buhûr adlı eserlerini sundu. Nişancı veya Mısır’da bir sancak kadısı olma isteği gerçekleşmediği gibi Halep’teki vazifesinden de oldu. İki yıl açıkta kalan Âlî Efendi bir müddet Erzurum ve Bağdat’ta mal defterdarlığı görevinde bulundu. Lakin bu görevleri de kısa sürdü. İstanbul’a gelen ve bir ara vazife alamayan Âlî Mustafa 997/1588 yılında Sivas Defterdarlığına atandı. Bu vazifede de uzun kalamadı. Kısa süren vazifeler üzerine Âlî Mustafa Efendi “Hangi eyalete defterdar olduysam görevden alınma haberim oraya benden önce varıyor” diyerek sitemini ve şikâyetini dile getirmiştir. 1592 yılında Yeniçeri kâtipliğine getirildi. Bu görevden de azledilip tekrar getirildi. 1595 yılında Sultan III. Mehmed’in tahta çıkış törenine dönemin şairleri ile beraber katıldı ve yeni sultana kaside sundu. Burada, isterse iki yüz bin akçe has ile emekli olabileceği bildirildi. Künhü’l-Ahbâr adlı eserini yazmakta olan Âlî Mustafa Efendi bunu kabul etmedi ve eserini tamamlamak için en uygun kaynakların Mısır’da bulunduğunu belirtti. Mısır Defterdarlığının kendisine verilmesinin uygun olacağını saraya bildirdi. Fakat Sivas Defterdarlığı ve Amasya Sancak Beyliği’ne getirildi. Aynı yıl içinde Kayseri Sancak Beyliği’ne iki defa atandı ve toplamda iki ay on gün görev yaptı.. Son olarak Cidde Sancak Beyliği’ne atanan Âlî Mustafa Efendi artık yaşı ve sıhhati sebebi ile iyi durumda değildi. 1008/1600 yılında burada vefat etti.
Öğretisi
Medrese mezunu olup, müderrislik yapmak isteyen Âlî Mustafa Efendi ne müderris ne de kadı olarak vazife almıştır. II. Selim’in şehzâdeliği sırasında başladığı divan kâtipliği ile beraber uzun süre çeşitli yerlerde, çeşitli görevlerde bulundu. Fırtınalı geçen hayatına ve sürekli değişen görev yerlerine rağmen, başta tarih ve edebiyat olmak üzere çeşitli alanlarda çok sayıda eser kaleme almış, tercümeler yapmıştır. Bunda, sahip olduğu güçlü öğrenme arzusunun, sorgulayıcı düşünme biçiminin yanı sıra sürekli ilim meclislerinde bulunmasının etkisi büyüktür.
Tarih Görüşü
Bu alanda başta Künhü’l-ahbâr, Nusretnâme, Fursatnâme, Nâdirü’l-mehârib, Heft meclis, Fusûlü’l-hal ve’l-akd, Hâlâtü’l-Kahire olmak üzere tarihi konularda çeşitli eserler kaleme almıştır.
Ona göre tarih; geçmiş milletlerin ve toplumların başından geçen olayların gelecek nesillere ibret olması için aktarılmasıdır. Bu bakımdan daha çok tarihin faydası üzerinde durmaktadır. Ona göre, ilim ve sanat sahibi geçmiş kimselerin davranışlarından öğüt alınacak bilgileri okumak gerekir. Bunlar büyük peygamberlerin hayat hikâyeleri, şeyhlerin ve velilerin haberleri ile bilginlerin ileri gelenlerinin görüşleri olduğundan bunların okunması, tesbih çekmek ve vaaz dinlemek gibi ibadettir. Böylelikle geçmişlerin ruhaniyeti ile sohbet edilerek onların güzel ve yararlı hikâyelerinden ibret alınarak, içinde yaşanılan dünyanın geçiciliği bilinerek, uyanık bulunması sebebiyle, mutluluğu kazanmak mümkündür. Ayrıca karşılaşılan zor durumlarda tarih insana önderlik eder. Çünkü tarihteki birçok geçmiş olaylar ve örnekler sebebiyle o işe bir çare bulunur ve büyüklerin ma’nen yol göstermeleri onların yaptıklarını öğrenmek suretiyle kabil olur. Ayrıca peygamber, evliya, bilginler gibi tarihi büyük şahsiyetlerin içine düştükleri belalı ve sıkıntılı durumların insanlar tarafından öğrenilmesi keder ve sıkıntıların dağılmasına vesile olur. Diğer bir husus ise tarih ilmine sahip olan bilginlerin, ilmi tartışmalarda karşılarındakine üstün gelmiş olmalarıdır. İnsanlar için dünyayı sadece görerek öğrenmek mümkün değildir. Zaten buna ömür de yetmez. Tarih ilmi insanların görerek öğrenemediği bilgiyi öğretir. Tarih ilmini okumak herkes için gerekli olmakla beraber özellikle padişah ve idareciler için farz ve vacip derecesinde ehemmiyetlidir. Böylelikle onlar yaptıkları icraatlarında iyilik ve kötülük hususunda geçmişten örnek alırlar.
Âlî Mustafa Efendi tarihçiler için uyarılarda bulunmakta ve bir tarihçide olması gereken vasıfları sıralamaktadır. Tarihçi olan kimse öncelikle sağlam bir akideye ve temiz mezhebe sahip olmalıdır. Haricî ve Şiî görüşlere kapılarak, mutaassıp kimselerin yazdıkları ile sahte hikâyeleri nakletmekten sakınmalıdır. Tarihçinin vazifesi hadiseleri bir hakikat içerisinde yansıtmaktır. Yazılan mevzu düşman hakkında da olsa yalan yanlış iftiralara kalkışmayıp, olan ne ise o yazılmalıdır. Olayların saptırılmadan ve abartılmadan nakledilmesini savunan Âlî Mustafa Efendi buna uymuş, daha önceki tarihçilerin eserlerinden bilgiler nakletmiştir.
Şöyle ki Künhü’l-ahbâr’ı kaleme alırken iki yüz civarında tarihî kaynağa başvurmuştur. Zikredilen kaynaklar arasında Kur’an-ı Kerim, hadis külliyatları, biyografi ve ansiklopediler, tarih, ahlak, siyaset, coğrafya, hukuk, edebiyat alanından eserler yer almaktadır. Taberî, İbnü’l-Esir, İbnü’l-Kesir, Adudüddin el-Îcî ve Diyarbekrî onun faydalandığı yazarlardan sadece birkaçıdır. Kendisinden sonra gelen meşhur tarihçilerden Peçuylu, Naîmâ, Solakzâde, Hezarfen Hüseyin Çelebi onun eserlerinden yararlanmıştır.
Edebî Yönü ve Şairliği
Divan şiirinin zirve dönemi olan ve Fuzulî (ö. 1556), Bâki (ö. 1600), Rûhî (ö. 1605), Taşlıcalı Yahya (ö. 1582) gibi birçok meşhur şairin yetiştiği bir dönemde Âlî Mustafa Efendi kendisine edebiyat alanında da yer edinmiştir. Bu alanda manzum ve mensur olmak üzere birçok eser vermekle beraber Arapça, Farsça ve Türkçe divanları vardır. Başlıca edebî eserleri Mihr ü Mâh, Mihr ü Vefâ, Tuhfetü’l-uşşâk, Vâridatü’l-enîka Lâyihatü’l-hakika, Riyâzü’s-sâlikîn, Sadef-i Sad-büher, Gül-i Sad-berk, Bedî’ü’r-rukûn’dur.
Âlî Mustafa Efendi, yukarıda zikredilen birçok divan şairi ile ya medresede arkadaşlık etmiş ya da daha sonra dostluk kurmuştur. Özellikle şair Bâki onda büyük hayranlık uyandırmış ve edebî yönünün gelişmesine yardımcı olmuştur. Âlî Mustafa Efendi’nin edebî yönüne katkı sağlayan bir durum da, Şehzâde Selim’in yanında vazife almasıdır. Çünkü II. Selim şiiri seven ve şairleri himaye eden birisi idi. Kütahya’da şehzâdeliği sırasında himayesinde yirminin üzerinde şair bulunuyordu. Âlî Mustafa Efendi burada başta şair Fazlî (ö. 971/1563) ve Turak Çelebi Nihânî olmak üzere dostluklar kurup onlarla edebî-ilmî meclislerde bulundu. Diğer şairler ile arasında tatlı bir rekabet oluştu. Edebiyat meclislerini çok seven Âlî Mustafa Efendi, Sokullu Mehmed Paşa tarafından Bosna’ya görevlendirilmesi üzerine İstanbul’daki edebî ortamdan ayrılacağından dolayı çok üzülmüş; Bosna’ya görevlendirilişini bir nevi sürgün olarak görmüştür.
Edebî eserlerinde dikkat çeken bir husus da sosyal ve siyasi meselelerdir. Onun sosyo-politik meseleleri bu kadar zikretmesinin sebebi yaşadığı hayal kırıklıklarıdır. Osmanlı devlet yönetimindeki liyâkat sistemine güvenen Âlî Mustafa Efendi kendisini layık gördüğü makamlara bir türlü ulaşamamıştır. Vazifelerinden sürekli azledilmesi, onda farklı bir ruh halinin meydana gelmesine neden olmuştur. Bunların yanı sıra imparatorluğun hemen hemen her köşesinde vazife almış olması ülkedeki siyasi ve sosyal sıkıntıları gözlemlemesine imkân tanımıştır.
Ahlak ve Siyaset Düşüncesi
Mustafa Âlî’nin Nushatü’s-selâtîn, Mehâsinü’l-edeb, Mevâidü’n-nefâis fi kavaidi’l-mecâlis, Hakâyiku’l-ekâlim ve Sad Kıssa ve Sad Hisse adlı eserleri sosyal hayat, ahlak ve siyasete dair yapıtlarından bazılarıdır. Mustafa Âlî devletin çeşitli bölgelerinde çeşitli vazifeler almış biri olarak hem devlet yapısını iyi kavramış hem de Osmanlı toplumunun yaşantısını gözlemlemiştir.
Nushatü's-selâtîn adlı eseri İslam siyasetname geleneğinin özelliklerini taşımaktadır. Eserde yer verilen hikaye örnekleri İran ve İslam tarihindeki şahsiyetlere işaret etmektedir. Âlî aynı zamanda yaşadığı dönemden ve kendi hayatından örnekler vermektedir. Mezkûr eserinin bir bölümünde kendisine yapılan haksızlıklara ayırmıştır. Hal böyle olunca eserinde en çok adalet, hukuk, liyakat gibi kavramlar vurgu yapmaktadır. O, bu kavramları Osmanlı Devleti’nin temel taşları olarak görmüştür.
Başta sultan olmak üzere devlet yöneticileri tarafından atanan kişilerin kalem gibi doğru ve kâğıdın yüzü gibi ak olması gerektiğini vurguladı. Önceki büyük sultanların etrafında danıştıkları ilim ehli vardı. Bunlar fikirleri ile sultanı yönlendirirler ve nasihatte bulunurlardı. Şimdi de sultan ilim adamlarını çevresinde bulundurmalı ve onlardan istifade etmelidir. Çünkü ona göre âlimler, padişahın gören gözü, tutan elidirler.
Âlî Mustafa Efendi’ye göre devleti ayakta tutan iki unsur vardır. Bunlar ordu ve halktır. Bu iki unsur birbirine bağlıdır. Ordu için gerekli olan hazinenin kaynağı halk olduğu için padişah halka eziyet ve sıkıntı çektirmemeli; kendisini halka sevdirmelidir. Onların can ve mal güvenliği sağlanmalıdır. Hazine de gereksiz yere harcanmamalıdır. Halkın faydasına olacak sosyal yapılar inşa edilmelidir.
Ehil olmayana ve rüşvetle devlette görev almak isteyenlere rağbet gösterilmemelidir. Rüşvet bir mülkün yıkılmasının sebebidir. Devlet yönetiminde görev alan kişi mevkiini yükseltmek için çalışmalı ve gayret ederek ilerlemelidir.
Öne Çıkan Eserleri
-
Künhü’l-ahbâr: Faris Çerçi, Gelibolulu Mustafa Âlî Ve Künhü’l-Ahbâr’ında II. Selim, III. Murad Ve III Mehmed Devirleri, Erciyes Üniversitesi Yayınları, Kayseri 2000; Ahmet Aydın, Gelibolulu Mustafa Ali'nin Künhü'l-Ahbarı'nın IV.Rüknünün Kaynakları, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 1993; Kitabü’t-tarih-i künhü’l-ahbar, haz. Ahmet Uğur ve öte., Erciyes Üniversitesi Yayınları, Kayseri 1997; Künhü’l-ahbâr: Fatih Sultan Mehmed Devri: 1451-1481, haz. M. Hüdai Şentürk, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2003.
-
Nushatü’s-selâtîn: A.Tietze, Mustafâ ‘Âlî’s Counsel for Sultans of 1581, Wien 1979, 1982; Siyaset Sanatı Nushatü’s-Selâtîn-İnceleme-Sadeleştirme-Metin-Tıpkıbasım, haz. Faris Çerçi, İstanbul 2015.
-
Divan: İsmail Hakkı Aksoyak, Gelibolulu Mustafa Âlî'nin Divanları, Harvard Univercity, 2003.
-
Menâkıb-ı Hünerverân: Hattatların ve Kitap Sanatçılarının Destanları (Menakıb-ı hünerverân), haz. Müjgan Cunbur, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 1982.
-
Mevâidü’n-nefâis fi-kavâidi’l-mecâlis: Orhan Şâik Gökyay, Görgü ve Toplum Kuralları Üzerinde Ziyafet Sofraları (Mevâidü'n-nefâis fî kavâidi'l-mecâlis), İstanbul 1978; Mehmet Şeker, Gelibolulu Mustafa Âlî ve Mevâidü’n-Nefâis fi-Kavâidi’l-Mecâlis, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1997.
-
Hâlâtü’l-kâhire mine’l-âdâti’z-zâhire: A. Tietze, Mustafâ ‘Âlî’s Description of Cairo of 1599, Wien 1975.
-
Riyâzü's-sâlikîn: Mehmet Arslan ve İsmail Hakkı Aksoyak, Gelibolulu Âlî- Riyâzü's-Sâlikîn-, 1998.
-
Nusretnâme: Hacı Mustafa Eravcı, Gelibolulu Mustafa Ali ve Nusretnâme, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2014.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu