Hayatı      

541 yılının Şaban ayında (Ocak 1147) Nablus’a bağlı olan Cemmâil köyünde doğdu. İbn Kudâme henüz küçük yaşlarda iken Haçlıların Kudüs’ü ele geçirmesiyle beraber Müslümanlara yapılan zulmün artması ve İbn Kudâme’nin babası Ahmed b. Muhammed’in ölüm tehditleri almasından dolayı Kudâme ailesi 551/1156’de Dımaşk’a göç etmeye karar verdi. İlk eğitimini Dımaşk’ta babasından alan İbn Kudâme babasının vefatıyla abisi Ebu Ömer’in himayesinde yetişti. Başta Hırakî’nin el-Muhtasar’ı olmak üzere mezhebe dair birçok eseri okudu ve ezberledi. İlk defa 561/1166’da Bağdat’a gitti ve orada kısa süre de olsa Abdülkadir Geylânî’den ders aldı. Dört yıl boyunca Bağdat’ta eğitimini devam ettiren İbn Kudâme başta Ebu’l-Feth İbnü’l-Mennî olmak üzere birçok hocanın derslerine katıldı. Birkaç defa Bağdat’a gidip geldi; Musul, Mekke ve Medine’de de bulundu. 575/1179’da Dımaşk’a dönen İbn Kudâme, bundan sonra Selahaddin Eyyûbî’nin 583/1187 yılındaki Kudüs seferi dışında neredeyse Dımaşk’tan hiç ayrılmadı. Bu süreçte Bağdat’ta Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzî’den, Dımaşk’ta ise Şafii kadılkudat İbn Ebî Asrûn’dan da ders aldı.

İbn Kudâme abisi Ebu Ömer’in vefatından sonra Kudâme ailesinin reisi konumuna geldi ve bir süre sonra ise Dımaşk’taki Hanbelilerin reisi olarak tanındı. Bu dönemde Dımaşk’ta birçok Hanbelî medrese kurulmasına rağmen bu medreselerde ders vermedi, tedris faaliyetlerini daha ziyade Emevî Camii’nde ve Salihiyye bölgesindeki Muzafferî Camii’nde yürüttü. İbn Kudâme yaşadığı dönemde hem kaleme aldığı eserlerle hem de tedris faaliyetleri ile Hanbelîler için bir başvuru kaynağı haline geldi. Sonraki dönemlerde de mezhep çalışmaları İbn Kudâme’nin eserleri esas alınarak yürütülmüş ve etkisi uzun süre devam etmiştir. Özellikle el-Mukni adlı eseri mezhepte el kitabı haline gelmiş, el-Muğnî ise diğer mezhep müntesiplerinin dahi övgüsüne mazhar olmuştur. Hocası Ebu’l-Feth İbnü’l-Mennî’nin, İbn Kudâme’ye Bağdat’ta kalmasını teklif etmesi, Takiyüddin İbn Teymiyye’nin Dımaşk’a Evzâî’den sonra İbn Kudâme’den daha fakih birisinin gelmediğini söylemesi ve Şafii âlim İzzeddin Abdüsselam’ın (ö. 660/1262) fıkıh alanında “İbn Hazm’ın el-Muhallâ’sı ve İbn Kudâme’nin el-Muğnî’si gibi” bir eser görmediğini belirtmesi İbn Kudâme’nin gerek yaşadığı dönemde gerekse sonraki asırlarda ilim çevrelerindeki saygınlığını gösteren işaretlerdendir. (Zehebi: 1983: XVIII, s. 193)   

Öğretisi

Batıdan haçlı, doğudan ise Moğol tehlikesinin arttığı bir dönemde yaşayan İbn Kudâme, bu endişelerden dolayı Dımaşk’a göç eden ulema vesilesiyle canlanan bir ilmî muhit içinde yer almıştır. Dımaşk’taki bu çeşitlilik onun farklı mezhep müntesipleri ile ilmî mesai içinde olmasını sağlamıştır. Dört mezhebin görüşlerine de yer verdiği eseri el-Muğnî’nin diğer mezhepler tarafından da övülmüş olması eserin bu ilmî muhit içinde ortaya çıkmasıyla bağlantılıdır. İbn Kudâme fıkıh alanındaki görüşlerini zikrederken diğer mezhep görüşlerini nakletmiş ve kendi görüşünü temellendirme yoluna gitmiştir. Bunu yaparken dışlayıcı bir tavır takınmaktan kaçınmaya çalışan İbn Kudâme aynı zamanda kendi mezhebi için taassup anlamı taşıyacak tavırlardan da uzak durmuştur. Bu sebeple bazı meselelerde mezhep görüşüne veya Ahmed b. Hanbel’den nakledilen görüşlere de muhalif olmaktan çekinmemiştir. Gerek mezhep içinde gerekse diğer mezhep görüşleri ile olan muhalefetini ictihad kapsamı içinde görerek kendisinin mezhepte genel kabul gören görüşe aykırı bir görüşü savunması durumunda mezhep ulemasının genel kabul gören görüşü destekleyebileceğini ifade etmiştir (İbn Receb, 2005, III,  305-306). 

İbn Kudâme’nin mezhebe en önemli katkısı kendisinden önceki fıkhî birikimi derleyip yeni çıkan meselelerle beraber tekrar tasnif ederek sonraki nesillere aktarmasıdır. Bu faaliyetiyle Hanbelî mezhebinin müteahhirûn döneminde en etkili isimlerden birisi olarak öne çıkmıştır. Nitekim el-Mukni adlı eseri mezhebin merkezine yerleşmiş ve yüzyıllar boyunca birçok çalışmaya konu olmuştur. el-Kâfî adlı eseri ise el-Mukni ile beraber mezhepteki ihtilaflı görüşler arasında mezhep görüşünü belirlemek için kıstas olarak kullanılmıştır. (Merdavi: 1995, I, 17-18)

Usûl-i fıkıh alanında Ravzatu’n-nâzır ve cünnetü’l-münazır adlı eseri kaleme alan İbn Kudâme bu eserinde büyük oranda Gazzâlî’nin (ö. 505/1111) el-Mustasfâ’sından istifade etmiştir. Bu eser daha önce mezhep içinde yazılan usûl eserlerinden farklı olarak Hanbelîler tarafından okunmuş ve eser üzerine çeşitli ihtisar ve şerh çalışmaları yapılmıştır. İbn Kudâme bu eserinde el-Mustasfâ’dan istifade etse de daha önce Hanbelîler tarafından kaleme alınan usûl eserlerine atıflarda bulunmuş ve Gazzâlî’den farklı görüşler ileri sürmüştür. Bu eserin “Şâfiî-mütekellimîn usûl anlayışının Hanbelî mezhebine giriş sürecindeki en önemli gelişmeyi temsil” ettiği belirtilmiştir (Koca, 2007. XXXIV, 477).

İbn Kudâme öncesinde, Hanbeli usulcüler Kadı Ebu Yala el-Ferrâ (ö. 458/1066) ile Ebu’l-Hattab el-Kelvezanî (ö. 510/1116) tarafından yazılan temel usul kitaplarının tertip ve kısmen muhteva olarak Mutezili usulcü Ebu’l-Hüseyin el-Basrî’nin (ö. 436/1044) el-Mutemed adlı kitabından esinlenerek hazırlandığı görülmektedir. Başka bir Hanbeli usulcü olan Ebu’l-Vefâ İbn Akîl (ö. 513/1119) ise Mutezile’ye olan yakınlığı ile bilinmektedir. Nitekim Mutezileye olan yakınlığı yüzünden kendi dönemindeki Hanbeliler tarafından dışlanmış, fasık ilan edilmiş ve hatta bazıları tarafından tekfir edilmiştir. İbn Akil’i eleştirenler arasında İbn Kudâme de yer almakta olup kelam alanında ona karşı yazmış olduğu bir reddiye de bulunmaktadır. Mutezileye karşı cephe alınmış böyle bir dönemde, Hanbeli usulünün Mutezile etkisinden tamamen kurtulması elzemdi. İşte böyle bir ortamda İbn Kudame Ravzatu’n-nûr’u Gazalî’nin el-Mustasfâ adlı usul eserini esas alarak telif etmiş ve Hanbeli usulünü Mutezileden tamamen kurtarmaya çalışmıştır. Onun Mustafâ’yı tercih etmiş olmasının sebebi Gazalî’nin Eşariliğin en etkin ismi haline gelmiş olması olabileceği gibi Gazalî’nin Mustasfâ’sının yetkinliği de olabilir. Bir başka muhtemel sebep ise Gazalî’nin tasavvufî yönüdür. Zira İbn Kudâme Abdulkadir Geylanî gibi sufilerden ders almış ve tıpkı Gazalî gibi tasavvufî yönü ağır basan bir alimdir. Hayatına ilişkin detaylar, bizzat çağdaşları tarafından kerametlerine ilişkin hikayeler onun sufi yönünü ortaya koymaktadır.

Ravza’nın gerek sistematik gerek içerik olarak Mustasfâ’dan çok fazla etkilendiği açıktır. İbn Kudame her ne kadar eserinde Mustasfâ veya Gazali ismine açıkça yer vermese de eser başından sonuna kadar Mustasfâ’dan esinlenerek yazılmıştır. Usul’ün başına konulan mantık bölümü de buna dahildir. Nitekim Hanbeli usulcü Tufî, Şerhu Muhtasari’r-ravza adlı eserinin dibacesinde Mustasfâ ile Ravza’yı gören Hanbelilerin “Ravza, Mustasfâ’nın bir muhtasarıdır” dediğini kaydeder. Tufi’ye göre İbn Kudame’nin mantıkçı ve kelamcı olmamasına rağmen Ravza’ya mantık bölümünü eklemesi Gazali’ye olan bağlılığı yüzündendir.

İbn Kudâme’nin mantık konusunu usulün başına eklemesi bazı eleştirilere de maruz kalmış ve hatta Ravza nüshalarının bazılarında kasıtlı olarak bu bölüm yazılmamıştır. Tufî’ye göre mantık ilminin yeri usul kitaplarının başı değildir; nitekim mantık ve kelam konusunda sonraki alimlerin imamı olan Fahrettin Razi bile usul kitaplarının başına mantık ilmini eklememiştir. Tufî gerek bu gerekçeden gerekse mantık konusunda uzman olmaması gibi bazı sebeplerden hareket ederek mantık bölümü muhtasarına ve şerhine almamıştır.

İbn Kudâme Mustasfâ’yı esas alsa da burada Hanbeli usulünü de işlemiştir. Onun Hanbeli usulüne katkısını görmek açısından Ravza ile Mustasfâ arasındaki temel farklılıklara şöyle işaret edilebilir:

  • Tertip açısından farklılığı: Gazali usulü, hüküm, deliller, hüküm çıkarma yöntemleri ve müçtehit olmak üzere dört ana bölüme ayırmışken, İbn Kudame “Hüküm, deliller, ihtilaflı deliller, lafızlar, emir-nehiy, kıyas, müçtehit, tercih” olmak üzere sekiz ana bölüme ayırmaktadır. Görünüşte aralarında farklılık olsa da aslında İbn Kudâme’nin burada yaptığı şey, Gazali’nin “hüküm çıkarma yöntemi” başlığını “lafızlar, emir-nehiy ve kıyas” olarak üçe ayırmak; delilleri iki bölüme ve müçtehit konusunu da ikiye ayırmaktan ibarettir. Tufî de İbn Kudâme’nin bu yaptığı şeye çok anlam verememiş olacak ki İbn Kudame’nin kitabını sekiz ana bölüme ayırmasının sebebinin, kitabının tamamen Mustasfa’nın özeti görünümünde olmasından kaçınma amacına matuf olabileceği söyler. Zira kendisi Hanbelî-eserci biriyken Gazali, Şafii-Eşari’dir. Dolayısıyla ana bölümlerini arttırmak suretiyle o, kitabını bağımsız bir kitap hüviyetine kavuşturmak istemiştir.

  • Ahmed b. Hanbel ve Hanbeli usulcülerin usul görüşlerinin eklenmesi. İbn Kudâme, ele aldığı usul konusuna dair Ahmed b. Hanbel’in açık görüşü varsa bunu kitabına doğrudan ekler. Eğer Ahmed b. Hanbel’in ilgili usul konusuna dair açık görüşü yoksa onun mevcut füru görüşlerinden hareket ederek hangi usul anlayışına sahip olduğunu ortaya koymaya çalışır. Bunun yanı sıra kendinden önceki Hanbeli usulcülerin görüşlerine de yer verir. En çok atıf yaptığı Hanbeli usulcüler Kadı Ebu Ya’lâ el-Ferrâ, Ebu Hâmid Hasan el-Bağdadî (ö.403), Abdulaziz et-Temimi (ö.371), Ebu’l-Hasan el-Cezerî (ö.380), Gulâmu’l-Hallâl olarak bilinen Ebubekir Abdulazîz b. Cafer (ö. 363), Ebu’l-vefa İbn Akil ve Ebu’l-Hattab el-Kelvezanî’dir.

  • Bazı tanım ve hükümlerde Mustasfa’dan farklı görüşlere yer verilmesi. Bu husus da İbn Kudame’nin her konuda Gazalî’nin görüşünü tercih etmediğini göstermektedir. Mesela vacibin tanımı verilirken Mustasfa’da zayıf olarak nitelendirilen “Vâcib, terk edilmesine karşı ceza ile tehdit edilen şeydir” şeklindeki tanım Ravza’da sahih görüş olarak verilmiştir.

  • Bazı konuların daha detaylı ele alınması. Ravza, hacim bakımından Mustasfa’dan çok daha kısa bir kitap olmasına ve Mustasfa’daki görüşler çok özet bir şekilde verilmesine rağmen bazı konularda Ravza’nın daha detaylı olduğunu görmekteyiz. Mesela “raviden rivayetin alınma şekli” konusunda rivayet alma yollarından biri olan “münâvele”yi ele alırken neredeyse Mustasfa’nın iki katı detaya yer verilmektedir. Yine illet ile ilgili olarak Gazalî’nin ele almadığı birçok meselenin Ravza’da onlarca sayfa süren detayla ele alındığı görülmektedir.

  • Mezhebin sahih görüşünün oluşturulmaya çalışılması. İbn Kudâme Ravza’da genel olarak ilk önce mezhebin sahih görüşünü vermekte, ondan sonra farklı görüşlere ve eleştirisine geçmektedir. Ancak eğer bir mesele Hanbeli mezhebinde ihtilaflı ise “bu mesele ihtilaflıdır” diyerek mezhep içi farklı görüş ve gerekçelerine yer vermekte, sonunda da mezhebe uygun olduğuna kanaat getirdiği görüşü dile getirmektedir. Böylece o, her konuda “mezhep görüşü”nü oluşturmaya çalışmaktadır.

Öyle görünüyor ki Mustasfâ’nın derin etkisine rağmen İbn Kudame, Mustasfa üzerinden “yeni” bir Hanbeli usulü geliştirmeyi başarmış görünmektedir. Mezhebin ilk muhtasar usul kitaplarının Ravza’nın özeti olması da onun bunu başardığını göstermektedir. Tufî’nin Muhtasar’ı, Hasan b. Ahmed b. Abdulğanî el-Makdîsî’nin (ö.773) Tezkire’si ve İbn Ebu’l-Feth’in (ö.709) Muhtasar’ı Ravza’nın özetidir. Ayrıca bu muhtasarlar üzerine yazılmış şerhler de göz önüne alındığında İbn Kudâme’nin sonraki Hanbeli usulünü önemli ölçüde şekillendirdiği söylenebilir.

Kelâm meselelerine gelince, ehl-i hadis geleneğinin önemli temsilcilerinden olan İbn Kudâme’nin kelami bahislerle ilgili tavrı fıkhî meselelerdeki tavırlarına göre farklılık göstermiştir. Nitekim fıkhî tartışmalarda farklı görüşleri ictihad kapsamında görme eğilimi gösterirken kelâm ilgili konularda tavizsiz bir tavır sergilemiştir. Mecdüddin İbn Teymiyye’nin bidat ehlinin cehennemde ebedi olarak kalıp kalmayacakları şeklinde sorusuna karşı vermiş olduğu cevapta kendi görüşünü sert ve keskin ifadelerle savunmuştur. (İbn Receb: 2005: III, 326-331) İbn Kudâme birçok kelâmî konularda Ahmed b. Hanbel’in halku’l-Kur’an meselesindeki tavrına benzer bir şekilde sükût etmenin evlâ olduğunu düşünmüştür. Tevile karşı mesafeli olan İbn Kudâme “kıyasü’l-gaib ale’ş-şahid” adı verilen istidlal tarzına da karşı çıkmıştır. Bu sebeple Allah Teâlâ’nın semada bulunduğunu ve arşa istiva ettiğini kabul etmek gerektiğini savunmuştur.

Temel Soruları

Hem bir mezhep fakihi hem de tarafsız bir gözle mukayeseli hukuk yazmanın imkânını aradı.

  • Usûlü kelamdan arındırarak yazmaya çalıştı.

  • Kelamî konularda mezhebinin geleneksel tavrını sürdürme çabasında oldu.

Öne Çıkan Eserleri

  • İsbatü Sıfati’l-Ulüv: nşr. Ahmed b. Atıyye b. Ali, Mektebetü’l-Ulûm ve’l-Hikem, Beyrut 1409/1988.

  • el-Burhân fî Beyâni’l-Kur’ân: thk. Suûd b. Abdullah el-Fenîsân, Mecelletü’l-Buhûsi’l-İslâmiyye, Riyad 1407.

  • Tahrîmu’n-Nazar fî Kütübi Ehli’l-Kelâm (er-Redd alâ İbn Akîl): ed. George Makdisi, Luzac, Londra 1962.

  • Ravzatu’n-Nâzır ve Cünnetü’l-Münazır: thk. Abdülkerim b. Ali en-Nemle, Riyad, Mektebetü’r-Rüşd 1415/1994.

  • el-Umde: thk. Eşref b. Abdülmaksud, Müessesetü’l-Kütübi’s-Sekâfiyye, Beyrut 1988.

  • el-Kâfi: thk. M. Züheyr eş-Şâvîş, el-Mektebetü’l-İslâmî, Dımaşk 1382.

  • el-Muğnî: nşr. Rezid Rıza, Matbaatü’l-Menâr, Beyrut 1347.

  • el-Mukni: thk. Mahmued el-Arnaût, Yasin Mahmud el-Hatib, Mektebetü’s-Sevâd 1461/2000.

    Kaynak: İslam Düşünce Atlası
    Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu