Hayatı
Bâbürlüler devrindeki (1526-1857) Hanefî fıkıh âlimleri arasında tanınmış bir isim olan Muhibbullah el-Bihârî günümüzde Hindistan’ın doğusundaki bir eyâlet olan Bihâr’ın Muhib Alipur şehrine yakın bir köyde doğmuş ve burada yetişmiştir. İlk eğitimini bölgesindeki hocalardan almıştır. Kutbuddîn b. Abdilhalîm el-Ensârî es-Sihâlevî ve Kutbuddîn el-Hüseynî eş-Şemsâbâdî’den temel ders kitaplarını okumuştur. Eğitimini tamamladıktan sonra dönemin hükümdârı Ebü’l-Muzaffer Muhammed Muhyiddîn Evrengzîb Âlemgîr’in (1658-1707) o sıralarda bulunduğu Dekken’e gitmiş, hükümdarın takdirini kazanarak önce Leknev’e ve sonrasında da Haydarâbâd’a kadı olarak atanmıştır. Evrengzîb Âlemgîr onu bir süre sonra bu vazifesinden alarak torunu Refiʻu’l-kadr b. Şâh Âlem b. Âlemgîr’i yetiştirmek üzere görevlendirmiştir. Evrengzîb Âlemgîr’in, oğlu Şâh Âlem’i Kâbil’e vâli tayin etmesi üzerine Muhibbullah el-Bihârî hocalık vazifesini sürdürmek için Kâbil’e gitmiştir. I. Şah Âlem’in babasından sonra tahta geçmesi ile Muhibbullah el-Bihârî’nin de saltanat içerisindeki itibarı artmış ve hükümdar onu tahta çıktığı sene (1119/1707) sadrazam olarak tayin etmiştir. Fakat Muhibbullah el-Bihârî bu görevi uzun zaman sürdürememiş aynı yıl vefât etmiştir.
Öğretisi
Araştırmacıların Hanefî fıkıh tarihine yönelik odaklandığı bölge ve dönemlere bakılacak olursa genelde Hint alt kıtası, özelde ise Bâbürlüler dönemine yönelik akademik ilginin oldukça zayıf kaldığı görülmektedir. Gerek furûʻ-i fıkıh gerekse fıkıh usûlü sahasındaki zengin literatürü incelenmeyi bekleyen bu dönemin önde gelen şahsiyetlerinden biri Muhibbullah el-Bihârî’dir. Bu isim Hindistan’da modern dönem öncesinde fıkıh usûlü alanında kaleme alınan müstakil son çalışmalardan birini hazırlamıştır. Muhibbullah el-Bihârî 1109/1698’de bitirdiği çalışmasına Müsellemü’s-sübût ismini vermiştir.
Müsellemü’s-sübût yazıldığı dönemden itibaren büyük kabul görmüş, hakkında çok sayıda şerh çalışması yapılmıştır. Ahmed Abdülhak b. Muhammed Saîd (ö. 1187/173), Nizâmüddin Frengî Mahallî (ö. 1199/1784), Muhammed Hasan Gulâm Mustafa el-Leknevî (ö. 1209/1794), Muhammed Mübîn Frengî Mahallî ve Fazlulhak el-Hayrâbâdî’nin (ö. 1316/1898) şerhleri ile Kıyâmüddin Muhammed Abdülbârî’nin (ö. 1926) Mülhemü’l-melekût şerhu Müsellemü’s-sübût’u bu esere yönelik başlıca şerhler arasındadır. Eser hakkındaki en önemli çalışma Bahrülulûm el-Leknevî tarafından kaleme alınan Fevâtihu’r-rahamût bi şerhi Müsellemeti’s-sübût’tur. Müsellemü’s-sübût Bâbürlü medreselerinde esas alınan temel ders kitaplarından biri hâline gelmiştir. XVIII. Yüzyılda ilk olarak Leknev’deki tanınmış medreselerden biri olan Firengî Mahal’de uygulanan ve ardından bölgedeki diğer medreseler tarafından benimsenen bir eğitim programı olan Ders-i Nizâmî çerçevesinde bu eserin okutulması yaygınlık kazanmıştır. Günümüzde Pakistan ve Afganistan’daki medreselerde bu kitap okutulmaya devam edilmektedir.
Müsellemü’s-sübût usûl-i fıkha dair kitapların yazımında benimsenen telif metotlarından biri olan memzûç tarza uygun olarak hazırlanmıştır ve bu metodun iyi örneklerinden biri olarak sayılmaktadır. Seyyid Bey bu eserin İbnü’l-Hümâm’ın memzûç metotla yazılmış olan et-Tahrîr’ine çok benzediğine dikkati çekmekte ve âdeta onun bir kopyası mesâbesinde olduğunu ileri sürmektedir. Ona göre sanki Muhibbullah el-Bihârî et-Tahrîr’i ibârelerindeki eksik ve mahzûf kelimeleri ilâve ederek Müsellemü’s-sübût’ta istinsah etmiştir. Bu iki eserden birini okumanın diğerini de okumak yerine geçeceğini kabul eden Seyyid Bey bu yönüyle Müsellemü’s-sübût’un et-Tahrîr gibi kıymetli bir çalışma olduğunu belirtmektedir. Müsellemü’s-sübût sözü edilen eseri merkezine yerleştirmekle birlikte sistematiği ve kendine has bölümleri dikkate alınacak olursa bu kitabın et-Tahrîr’in bir kopyası olduğunu söylemek mümkün gözükmemektedir. Müellifinin ve bu eseri şerh eden Bahrülulûm el-Leknevî’nin bu yönde bir iddiasının bulunmadığına aynı zamanda bu çalışmanın fıkıh literatürüne dair kaynaklarda sözü edilen eserin bir şerhi olarak değerlendirilmediğine de bu bağlamda işaret etmek gerekir.
Muhibbullah el-Bihârî’nin üzerinde İbnü’l-Hümâm’ın üslûbunun etkileri rahatlıkla fark edilebilse de onun çoğu zaman aynı kelimeleri kullanmaktan özellikle kaçındığı, yaptığı takdim, tehir ve ilâveler ile bir şerh değil müstakil bir çalışma yaptığını göstermeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Onun bir telif tarzı olan şerh ve ihtisar metodunu kullanmadığı, yaptığı tasarruflar ile eserinin bir şerh olarak görülmemesi için özel bir gayret gösterdiği söylenebilir. Örneğin icma delilini ele almaları bakımından iki çalışma arasında bir mukayese yapılacak olursa konuları mesele başlığı altında kendi içinde taksim eden her iki müellifin çalışmalarında önemli farklar bulunduğu görülmektedir. İbnü’l-Hümâm’ın icma kavramıyla ilgili bölümün mukaddimesinde tartıştığı hususları Muhibbullah el-Bihâri müstakil meseleler olarak değerlendirmiş, İbnü’l-Hümâm’ın eserindeki sıralamada ilk mesele olarak işlenen inkırâzu’l-asr şartı onun çalışmasında birçok konu ele alındıktan sonra mevzu edilmiştir. Bir mesele incelenirken Müsellemü’s-sübût’ta İbnü’l-Hümâm’ın tartışmanın taraflarından görüşlerine yer vermediği isimlerin yaklaşımlarına da işaret edilmiş ve konunun İbnü’l-Hümâm’ın ele almadığı boyutlarına yer verilmiştir. Muhibbullah el-Bihârî’ye ait geniş açıklama ve tartışmalar bu eserde fıkıh usûlüne dair konuların et-Tahrîr’den daha kapsamlı olarak incelendiğini göstermektedir. Tuncay Başoğlu İbnü’l-Hümâm’ın mezkûr çalışmasının fıkıh usûlüne yaklaşımı konusunda tahkik metodunu ve mantık-metafizik dili kullanması gibi yönleriyle Fahreddin er-Râzî mektebinin etkisinde kaldığını kabul etmektedir. Muhibbullah el-Bihârî’nin çalışmasını da bu kapsamda değerlendirmek mümkündür.
Muhibbullah el-Bihârî kitabına fıkıh ilminin tanımını yaptığı, kapsamı ve mevzuunu tartıştığı bir giriş ile başlamaktadır. Bahsedilen bu bölümün de İbnü’l-Hümâm’ın eserinde yer almadığına bu iki çalışma arasında yapılacak bir mukayese kapsamında işaret etmek gerekir. Müsellemü’s-sübût’da Şâfiî usûl âlimlerinin telif tarzlarındaki gibi mantık kavram ve ilkeleri ile elfâz bahisleri üzerinde ayrıntılı olarak durulmaktadır. Deliller bahsinde Sünnet delili çerçevesinde ahâd haber kavramı kapsamlı olarak işlenmekte ve Hanefîler’in manevî inkıtâ anlayışı üzerinde durulmaktadır. Muhibbullah el-Bihârî’nin döneminde Hindistan’da hadis-fıkıh merkezli yoğun tartışmaların yaşanması onu da tesiri altında bırakmıştır. Bu eseri şerh eden Bahrülulûm el-Leknevî, Hanefîlerin geliştirdikleri hadis tenkid kriterlerini ele alırken mesele ile doğrudan bir ilişkisi bulunmasa da onların amel etmedikleri rivâyetlerin aynı zamanda senedleri itibariyle de tenkid edildiklerini göstermeye çalışması mezhebe yönelik bu eleştirilere bir cevap mahiyeti taşımaktadır. Sömürge dönemi Hindistan’ının meşhur Hanefî fakihlerinden Abdülhay el-Leknevî’nin (ö. 1886) fıkıh usûlüne dair temel kaynaklarından birini kendisinin de öğrencilerine okuttuğu Fevâtihu’r-rahamût oluşturmaktadır. Abdülhay el-Leknevî ahâd derecesindeki iki rivâyetten birinin diğerine göre daha kuvvetli olması sebebiyle amele konu olabileceğini ve rivâyetin kuvvetinin de tariklerinin sayısıyla anlaşılacağını söyleyerek mezhebin hâkim kanaatine muhalef etmiştir. Zira bir rivâyeti nakleden râvilerin sayısı arttıkça ona göre hata etme ihtimâlleri azalmakta ve bu rivâyetin bilgi değeri giderek kesin bilgi derecesine yaklaşmaktadır. O Müsellemü’s-sübût’da da bu yaklaşımın benimsendiğine dikkat çekmektedir. Ona göre Muhibbullah el-Bihârî Hanefî fıkıh âlimlerinin bu konudaki delillerini zayıflatmaya çalışırken rivâyet sayısının önemli bir tercih sebebi olduğunu savunan diğer görüşü daha isabetli bulmuştur.
Fıkıh usûlü eserleri sistematikleri bakımından incelenecek olursa birçok eserde ictihad ve taklid konularının hiç işlenmediği ya da bu iki konunun eserlerin son kısımlarında kısaca tartışıldığı görülmektedir. Muhibbullah el-Bihârî yaşadığı zamandaki yoğun tartışmaların da etkisi ile çalışmasının son bölümünde bu konulara geniş yer ayırmıştır. Üsmendî, İbnü’s-Sââtî, Molla Fenârî ve İbnü’l-Hümâm gibi Muhibbullah el-Bihârî de ictihadla ilgili bir mesele olarak telakki etmesi sebebiyle bu kısımda istiftâ konusunu ele almıştır. Hanefî fukahâsı arasında ictihad kavramıyla ilgili kabul gören tanımlardan biri İbnü’l-Hümâm’a aittir. İbnü’l-Hümâm et-Tahrîr’de ictihadı “Fakihin Şerʻî zannî bir hüküm elde edebilmek için güç sarf etmesi” olarak tarif etmektedir. İbnü’l-Hümâm yaptığı tanımın ictihadın bir türünü ifade ettiğini, tanımdan “zannî” ibaresinin kaldırılmasıyla daha genel ve güzel bir tarife ulaşılabileceğini söylemektedir. Muhibbullah el-Bihârî söz konusu ibare ile birlikte bu tanımı benimsemiştir. Ona göre tanımda yer alan fakih ile müctehidler değil kuvveden fiile çıkaracak biçimde fıkıh ilkelerini bilen kimseler kastedilmektedir. İctihad-kıyas ilişkisini tartışan Muhibbullah el-Bihârî ictihadın nasların zâhirî manalarında da yapılabileceğini belirterek ictihadın kıyastan bu yönüyle de ayrıldığını kabul etmektedir. Bahrülulûm el-Leknevî buradaki kastının zâhir, hafî ve müşkil lafızların te’vilinin de bir tür ictihad faaliyeti olarak değerlendirilmesi olduğunu dile getirir. Kıyasın ictihaddan en önemli farklarından biri hakkında nas bulunan yerlerde kullanılamamasıdır. İctihad ise nassın sübutu yahut da delâletinin zannî olduğu yerlerde başvurulacak bir metottur. Muhibbullah el-Bihârî arz edilen görüşü ile ictihadın sınırlarını genişletmeye çalışmıştır.
İctihad konusunda Muhibbullah el-Bihârî’nin çalışmasının öne çıkan yönlerinden biri ilhâmın bilgi değeri konusundadır. İlhâm mezhep içerisindeki hâkim görüşe göre yalnızca sâhibini bağlayan bir delil olarak değerlendirilmiştir. İbnü’l-Hümâm ve İbn Nüceym ise bu genel kanaate muhalefet ederek Hz. Peygamber dışındakilere gelen ilhâmın ne o kimse ne de başkaları için bir hüccet olamayacağını söylemişlerdir. Eserinin İbnü’l-Hümâm’ın kitabının bir kopyası olduğunu savunanların aksine Muhibbullah el-Bihâri bu anlayışı benimsememiş ve ilhamın mutlak bir delil olduğu yaklaşımını bazı mutasavvıflara ve Câferiye mezhebine izafe etmiştir. Eserin şerhinde Bahrülulûm el-Leknevî ise arz edilen görüşlere muhalefet ederek ilhamın kesin bir delil olduğunu fakat ilhâmın geldiği kimsenin insanları bu bilgi ile amel etmeye çağırmasının gerekmediğini ileri sürmüştür. Ona göre ilhamla elde edilen bilgi zannî tüm delillerden elde edilen bilgilere mukaddemdir.
Muhibbullah el-Bihârî’nin kitabında, Hanefî ulemâsını tenkit ettiği bazı meseleler ile mezhep içi tercihleri de tespit edilebilmektedir. Müsellemü’s-sübût’un kaynaklarına bakılacak olursa temel referanslarını; Serahsî ve Pezdevî’nin usûl eserlerinin, Gazzâlî’nin el-Mustasfa’sı, Fahreddin er-Râzî’nin el-Mahsûl’ü, İbnü’l-Hâcib’in el-Muhtasar’ı, Haskefî’nin İfâdetü’l-envâr’ı, Kâdı Beyzâvî’nin Minhâcü’l-vusûl’u ve İbn Hümâm’ın et-Tahrîr’inin oluşturduğu görülmektedir. Kelâm sahasındaki konularda itikâdî mezheplerin yanı sıra Brahmanlar ve Budistlerin bu meselelerdeki görüşlerini zikretmesi medeniyet havzalarının sentezci yönlerine verilebilecek iyi örneklerden biridir.
Muhibbullah el-Bihârî’nin Hanefî fıkıh âlimlerinin re’yi Şâfiî ulemâsına göre daha az kullandıklarını ortaya koymak ve bu husustaki hâkim kanaate itiraz etmek üzere bir eser yazdığına da biyografisinde yer verilmektedir. Risâle fî isbâti enne mezhebe’l-Hanefiyye ebʿad ʿani’r-reʾy min meẕhebi’ş-Şâfiʿiyye isimli bu çalışmada Hanefî fıkıh âlimlerinin naslardaki delâleti âmm bir hükmü kıyasa başvurarak tahsis etmemeleri, Şâfiî mezhebinin aksine kıyasa başvurarak mutlakı mukayyede hamletmemeleri, mürsel hadisleri kıyasa takdim etmeleri ve akılla bilinemeyecek meselelerde Sahâbe kavlini delil kabul etmeleri delil olarak ileri sürülerek mezhebin bu konudaki anlayışı temellendirilmeye çalışılmıştır. Muhibbullah el-Bihârî fıkıh sahası dışında mantık ilmine dair Süllemü’l-ulûm adını verdiği bir kitap ile atom konusunu işlediği el-Cevherü’l-ferd isimli bir risâle de kaleme almıştır. Mantık ilmine dair eseri fıkıh usûlüyle ilgili yukarıda arz edilen çalışması gibi büyük kabul görmüş ve medreselerde uzun süre okutulmuştur.
Temel Soruları
-
Modern dönem öncesi müstakil bir fıkıh usûlü yazmanın anlamı ve hedefi nedir?
-
Mezhepte müctehidlik mertebesine erişenler bir mutlak müctehidi taklid etmeli midir?
-
İlhamın bilgi değeri nedir?
-
Hanefî mezhebi re’yi diğer mezheplerden daha fazla mı kullanmaktadır?
Öne Çıkan Eserleri
-
Müsellemü’s-Sübût: Abdülali Muhammed b. Nizâmeddin Muhammed es-Sihâlevî el-Ensârî el-Leknevî, Fevâtihu’r-Rahamut bi-Şerhi Müsellemi’s-Sübût, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2002.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu