Hayatı
Bugün Irak sınırları içerisinde yer alan Basra’da 165/781 (başka bir görüşe göre 170/786) yılında dünyaya geldi. İyi ve kötü eylemleri hakkında sürekli kendini sorgulaması, yani nefis muhâsebesi hususundaki titizliğinden dolayı “Muhâsibî” diye tanındı. Babasının inançlarını doğru bulmadığı için ondan kendisine kalan mirası kabul etmedi ve gençliğinde fakir bir hayat geçirdi.
Muhâsibî, Mu‘tezile’nin güçlü olduğu Basra’da doğup büyümesi ve babasının bu mezhebi benimsemiş olması nedeniyle başlangıçta akılcı bir yöntemi benimseyen Mu‘tezile mezhebinden etkilendi. Daha sonra genç yaşta Bağdat’a gidip Vekî‘ b. Cerrâh, Süleyman b. Dâvûd, Şüreyh b. Yûnus, Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm gibi âlimlerden dinî ilimleri tahsil etmesi nedeniyle zamanla görüşleri değişti. Hadis meclislerine devam etti ve İmam Şâfiî’nin öğrencisi oldu. Bu sırada inanç esaslarıyla ilgili konuların tartışılmasını hoş karşılamayan ve bu konularda hadislere bağlılığı esas alan Ehl-i hadis anlayışının ağırlıklı olarak hissedildiği en-Nesâ’ihu’d-dîniyye adlı eserini yazdı. Bu devrede dünyaya gereğinden fazla değer vermeyen zahitlerle karşılaşması, onun hayatının dönüm noktasını oluşturdu ve bu tarihten sonra nefsini sürekli denetleyip kalbini Allah dışındaki şeylerden temizlemeye çalışan ermiş (sûfî) kimliği ile tanındı.
Yaşadığı dönemde ortaya çıkan ve siyasi bir boyut kazanarak ciddi toplumsal sorunlara yol açan Kur’an’ın niteliği ile ilgili tartışmalar (halku’l-Kur’an) sırasında, Abbâsî iktidarının baskısını (mihne) toplumsal hayattan ve tartışmalardan uzak kalarak (inziva) savuşturabildi. Kur’an’ın niteliğine dair tartışmaları bir devlet baskısı haline dönüştüren Mu‘tezile mezhebine karşı eleştirilerinde yine onların metotlarını izledi. Ancak onun bu tutumu dünya nimetlerinden uzak durarak nefis terbiyesini esas alan sûfîler arasında hoş karşılanmadı. Dönemin ünlü sûfîsi Serî es-Sakatî, yine büyük bir sûfî olan yeğeni Cüneyd-i Bağdâdî’ye Muhâsibî’nin ilmini ve edebini alıp kelâmî görüşlerini bırakmasını tavsiye etmiştir. Ayrıca Ahmed b. Hanbel gibi inanç esaslarıyla ilgili konuların kelâm ilminin yaklaşımıyla tartışılmasını hoş karşılamayıp doğrudan hadislere başvuran selef âlimleri de Muhâsibî’yi bu yöntemi nedeniyle eleştirdiler. Muhâsibî, Ahmed b. Hanbel’in izinden giden Hanbelîler’in eleştirilerine ve baskılarına dayanamayarak evinde inzivaya çekildi ve bir süre sonra da Bağdat’tan ayrılmak zorunda kaldı. Bağdat’a ancak Ahmed b. Hanbel’in 241/855 yılında vefatından sonra dönebildi. Muhâsibî 243/857 yılında Bağdat’ta vefat etti.
Kelâm İlmindeki Önemi ve Kelâmî Görüşleri
Hâris el-Muhâsibî hadis, tefsir ve fıkıh ilimleri ile uğraştı ve eserlerinde bu alanlarla ilgili görüşlerini nakletti. Muhâsibî, İbn Küllâb ve Ebü’l-Abbas el-Kalânisî ile birlikte ilk dönem müslüman nesillerin ve müslümanların çoğunluğunun savunduğu inanç esaslarını sistemleştiren Ehl-i sünnet kelâmının kurucularından biridir. Eserlerinde Ehl-i sünnet inancına karşı zararlı kabul ettiği inançları eleştirdi ve özellikle Mu‘tezile mezhebi ile ilgili tartışmalarında meselelerin çözümü için ayet ve hadisler yanında akılcı metodu da kullandı. Bu sebeple Ehl-i sünnet inançlarını sistemleştiren büyük kelâm âlimi Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî’nin öncüsü olarak kabul edildi.
Kur’ân’da geçen “yüz”, “el”, “istivâ” gibi haberî sıfatları tek tek ele almak yerine genel olarak değerlendirmeyi tercih eden Muhâsibî bu konuda mutlak tevilden kaçınmıştır. Muhâsibî’ye göre müteşabihât konusunda mümine vacip olan iman etmek olup bunun bütününü ve aslını bilmek Allah’a aittir. Çünkü Allah, Kur’ân’da rasih âlimleri imanla vasıflandırmakla beraber; müteşabihatı te’vilden sakınmalarıyla vasıflandırmıştır. Diğer yandan Muhâsibî’ye göre Allah’ın sıfatlarında nesh yani hükmün kaldırılması ve beda yani Allah’ın haber verdiğinden farklı bir şekilde gerçekleşmesi söz konusu değildir. Bu görüşleriyle Muhâsibî genel olarak selef akidesini sürdürmekle beraber bunu belli bir aklî temellendirmeyle ifade etmesi yönüyle Abdullah ibn Küllâb ve Kalânisî ile birlikte selef âlimleri ile Ehl-i Sünnet uleması arasında bir geçiiş noktasında bulunur.
Tasavvufî Yönü ve Tasavvufî Görüşleri
Muhâsibî, sûfîliği ile temâyüz etmiştir. Genç yaşlarından itibaren Ebû Süleyman ed-Dârânî, Zünnûn el-Mısrî ve Bişr el-Hâfî gibi büyük sûfîlerin etkisinde kaldı ve Ahmed b. Âsım el-Antâkî ile ahlâkî hayat üzerine sohbetler yaptı. Onun hayat felsefesi dünyaya gereğinden fazla önem vermemek (zühd), iyi ve kötü fiillerden önce ve sonra daima eylemleri sorgulamak (nefis muhâsebesi), Allah’tan korkmak ama ondan ümidini de kesmemek (havf ve recâ) şeklinde özetlenebilir. Muhâsibî insanın kendisini sorgulamasını, dünyevi istek ve arzularını yok etmek için çaba göstermektense arzu ve isteklerini aklı ve kalbiyle sürekli kontrol altında tutmasını öğütlemiştir. Ona göre insanın henüz eyleme geçmemiş ön düşüncelerinin kaynağı Allah, şeytan ya da kendi benliğidir. Bu nedenle insanın Allah’ı, kendisini kötülüklere yönelten şeytanı, dünyevi istek ve arzulara yönelten benliğini ve Allah için yapılabilecek ibadet ve eylemleri bilmesi (marifet) gerekir. Böylece kendi benliğinden ve şeytandan uzaklaşıp Allah yoluna kendisini adamış ve ona yönelmiş bir sûfî, samimi ve bilinçli bir hayat sürebilir.
Gençlik dönemindeki eserlerinde katı bir zühd anlayışına sahip olan Muhâsibî malın kendisinin değil kalpteki mal sevgisinin insan için tehlikeli sayılacağını söylemiş, vera‘ sahibi olmak şartıyla mal sahibi olmakta bir sakınca görmemiştir. Muhâsibî zühdün dünya hayatına olumsuz bir bakış olarak anlaşılmasına karşı çıkmış, bazı insanları dünyadan tamamen yüz çevirmesini Kur'ân ve Hz. Peygamber’in yaşantısı ile bir ilgisi olmadığını belirtmiştir. Ona göre insanların kazandıklarını helal yoldan kazanmaları Kur’ân ve sünnet sahibi olmaları üzerinde durulduğunu düşünmektedir. Onun bu görüşleri, tasavvufun mutedil bir çizgide gelişmesinde önemli katkılar icra etmiş ve en başta Gazzâlî üzerinde etkili olmuştur.
Muhâsibî kanaat, zühd, üns, yakîn, havf, muhabbet, hayâ, sıdk ve ihlâs gibi kavramları hal diye ortaya koyan, hallerin kontrol altında tutulması ve Kitap ve sünnete dayandırılması gerektiğini belirtmiştir. Muhâsibî rızâyı makam değil, hâl saymış ve bu yönüyle tasavvufta rızâ mezhebinin kurucusu sayılmıştır.
Öne Çıkan Eserleri
- er-Ri‘âye li-Hukûkillâh ve’l-Kıyâm Bihâ: nşr. Margaret Smith, London 1935; nşr. Abdülhalîm Mahmûd, Abdülbâkî Sürûr, Kahire 1958; nşr. Abdülkâdir Ahmed Atâ, Kahire 1970.
- Âdâbü’n-Nüfûs (Risâle fi’l-Ahlâk): nşr. Abdülkâdir Ahmed Atâ, Beyrut 1988; nşr. Muhammed Abdülazîz Ahmed, Kahire 1992; nşr. Mecdî Fethî es-Seyyid, Kahire 1992.
- Kitâbü’t-Tevehhüm bi-Keşfi’l-Ahvâl ve Şerhi’l-Ahlâk: nşr. Arberry, Kahire 1937; nşr. Muhammed Osman el-Huşt, Kahire 1984; nşr. Abdülkâdir Ahmed Atâ, Beyrut 1986.
- en-Nesâ‘ihu’d-Dîniyye ve’n-Nefehâtü’l-Kudsiyye li-Nef‘i Cemî‘i’l-Beriyye: nşr. Abdülkâdir Ahmed Atâ, Kahire 1965; nşr. Muhammed Abdülazîz Ahmed, Kahire 1992.
- el-Kasd ve’r-Rücû’ İlallâh: et-Taśavvufü’l-'Aklî fi’l-İslâm, nşr. Hüseyin Kuvvetlî, Beyrut 1978; nşr. Abdülkâdir Ahmed Atâ, Vesâyâ içinde, Beyrut 1986.
- Fehmü’l-Kur‘ân ve Ma‘nâhü: nşr. Hüseyin Kuvvetli, Beyrut 1971.
- Kitâbü’l-Mekâsib ve’l-Vera‘ ve’ş-Şübühât: Nşr. Abdülkâdir Ahmed Atâ, Kahire 1969; nşr. Muhammed Osman el-Huşt, Kahire 1984.
- Kitâbü’s-Sabr ve’r-Rızâ: nşr. Otto Spies, Islamica, sy. 6 (1934), 283-289.
- Ahkâmü’t-Tevbe ve Reddi Mezâlimi’l-‘İbâd ve’l-Halâs Minhâ Kable’l-Me‘âd: nşr. Abdülkâdir Ahmed Atâ, Kahire 1977.
- Vesâyâ: nşr. Abdülkâdir Ahmed Atâ, Kahire 1986.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu