Hayatı

132/749-750 tarihinde Vâsıt'ta dünyaya geldi ve Kûfe'de yetişti. Ebû Abdullah künyesinden Abdullah isminde bir oğlu olduğu anlaşılmakta ve ismi belirlenemeyen bir kızı olduğu bilinmektedir.

Şeybânî, bir rivayete göre 146/763 yılında 14 yaşında iken, diğer bir rivayete göre de 148/765 yılında 16 yaşında iken Ebû Hanife'nin meclisine katıldı ve kendisinden iki ya da dört yıl boyunca fıkıh eğitimi aldı. Ebû Hanife'nin vefatından sonra günün ilk yarısında hadis meclislerine, diğer yarısında da Ebû Yusuf'un meclisine katılarak eğitimine devam etti. Ayrıca Dâvud-ı Tâî gibi Ebû Hanife'nin diğer öğrencilerinden de fıkıh tahsil etti. İslam âleminin önemli ilim merkezleri olan Kûfe, Mekke, Medîne, Basra, Vâsıt, Şam, Horasan ve Yemâme’nin önde gelen hadis bilginlerinden rivayette bulundu. Bunlar arasında, Ebû Hanîfe, Ebû Yusuf ve Züfer dışında; Süfyân-ı Sevrî, Süfyân b. Uyeyne, Mâlik b. Enes, Saîd b. Ebî Arûbe, Şu’be b. el-Haccâc, Abdullah b. Mübârek, İsmâil b. Ayyâş ve Eyyûb b. Utbe gibi isimler bulunmaktadır. Kendisinden hadis rivayet ettiği hocalarının sayısı yaklaşık yüz elli civarındadır (Kevserî, s. 13-31).

Şeybânî, 152/769 yılında yirmi yaşında iken Kûfe'de fıkıh meclisi kurdu ve fıkıh dersleri vermeye başladı. Ayrıca Ebû Yusuf'un kadı olduğu dönemde (162/779’dan sonraki bir tarihte) Bağdat’ta da bir fıkıh halkası kurdu. 

Kûfe'deki tahsil ve tedris hayatı sonrasında Şeybânî Medine'ye gitti ve burada üç yılı aşkın bir süre kalarak Malik'ten Muvatta'ı dinledi. Tarihi kesin olarak tespit edilemeyen bu ilim yolculuğunun Halife Mehdî döneminin (158-168/774-784) ilk yıllarında (yani Şeybânî yaklaşık 30 yaşlarında iken) gerçekleştiği tahmin edilmektedir (Kevserî, s. 44). 

Şeybânî, Halife Hârûnürreşîd döneminde hocası Ebû Yusuf'un tavsiyesi üzerine Şam bölgesinde bulunan Rakka kadılığına atandı. Kendisinin talebi ve onayı dışında gerçekleştirilen bu atama hocası Ebû Yûsuf’la arasının açılmasına sebep oldu.

Şeybânî’nin Rakka kadılığına tayin edilmesinin, kesin olarak 172/788’den sonraki bir tarihte, en erken 179-180/795-796 tarihlerinde gerçekleştiği tahmin edilmektedir. Buna göre Şeybânî, hocası Ebû Hanife'nin vefatından sonra 30 yıl kadar herhangi bir resmi vazife almaksızın tahsil, tedris ve telif ile meşgul olmuştur. Şeybânî’nin, başta büyük eseri el-Asl olmak üzere bizzat kendisinin kaleme aldığı eserlerinin birçoğunu bu uzun ve meşguliyetsiz dönem içerisinde telif etmiş olmalıdır (Yılmaz, s. 74).

Şeybânî Rakka'ya kadı olarak atandıktan sonra buradaki resmi vazifesinin yanı sıra bir fıkıh-imlâ meclisi kurdu. er-Rakkıyyât ve es-Secedât (imlâ) isimli eserleri onun Rakka imlâ meclisindeki çalışmalarındandır. 

Şeybânî’nin Rakka dönemindeki önemli olaylardan biri, 184/800 tarihinde İmam Şâfiî’nin halifeye isyan konulu bir soruşturma kapsamında sayıları yedi/dokuz kişi olan bir grupla birlikte Hicaz'dan önce Bağdat'a sonra da Rakka'ya götürülerek Harun Reşid’in huzurunda yargılanması hâdisesidir. Şâfiî bu olaydan, soruşturma süresince halifenin yanında bulunan Şeybânî’nin hüsn-i şehadetiyle kurtuldu.

Şeybânî bir süre sonra Rakka kadılığı görevinden alındı. Bazı kaynaklar görevden alınma sebebi olarak şu olayı zikreder: Harun Reşid, 176/792 yılında isyan eden ve ardından kendisine eman verilerek sulh yapılan Zeydî imamı Yahyâ b. Abdullah’ı, emânını çeşitli gerekçelerle geçersiz sayıp öldürmek istedi. Kendisine danıştığı Şeybânî ise emanın geçerli olduğu, Yahyâ b. Abdullah’ı öldürmesinin caiz olmayacağı yönünde görüş beyan etti. Arzu ettiği şekilde bir cevap alamayan Halife Harun Reşid, Şeybânî'nin fetva ve hüküm vermesini yasaklayarak kendisini kadılıktan azletti (Kevserî, s. 118-124). Klasik kaynaklarda tarihi belirtilmeyen bu azledilme olayının 184/800 veya 187/803 tarihinde gerçekleştiği tahmin edilmektedir (Yılmaz, s. 75). 

Rakka kadılığı görevinden alınan Şeybânî bir müddet sonra (184/800 ya da 187/803 tarihleri civarında) Bağdat’a geri döndü ve burada bir fıkıh meclisi kurdu. O sırada Bağdat'ta Ebû Yusuf'un yakın öğrencilerinden Bişr b. el-Velid'in fıkıh halkası bulunmaktaydı. İki meclisin ortak öğrencilerinin Şeybânî’den öğrendikleri fıkhî meseleleri kendisine de sormaları Bişr’i rahatsız etti ve bu sebeple meclisini sonlandırdı. Şâfiî’nin, Şeybânî’nin meclisine katılımı da onun kadılığı esnasında Rakka’da ve bu görevden azledildikten sonra Bağdat’ta kurduğu fıkıh meclislerinde gerçekleşmiş olmalıdır.

Daha sonra Şeybânî, Harun Reşid tarafından Ebu'l-Bahterî Vehb b. Vehb'ten boşalan kâdılkudatlık makamına getirildi ve vefat edinceye kadar bu görevde kaldı. O, 189/805 tarihinde Harun Reşid ile gittiği Rey şehrinde 58 yaşında iken vefat etti.

Kaynaklara göre Şeybânî üstün zekaya sahip bir kimse olup, biraz kilolu bir yapıya sahipti. İlmi mesaisi esnasında vaktini son derece verimli kullanmaya gayret ederdi. Gerek halkasındaki öğrencilerle, gerekse başkalarıyla yaptığı fıkhi tartışmalarda soğukkanlılığını koruduğu belirtilir. 

Şeybânî’nin fıkıh ve hadis dışında Arap dili ve matematik gibi alanlarda da iyi birikime sahip olduğu ifade edilmiştir. Özellikle Arap diline olan vukufiyetinden, Ebû Ubeyd ve Müberred gibi bilginler övgüyle söz etmiştir. Hadis rivayetinde Ali b. el-Medînî, Dârekutnî ve Ebû Dâvud gibi alimler kendisinin güvenilir olduğunu ifade ederken, bazı hadisçiler de yer yer ağır ifadeler kullanarak Şeybânî’yi eleştirmiş ve rivayet noktasında hakkında olumsuz kanaat serdetmişlerdir. Ehl-i rey-ehl-i hadis geriliminin bir neticesi olarak hadisçilerin ehl-i rey hakkında genel olarak olumsuz kanaate sahip oldukları, bu yüzden de hadis rivayeti noktasında kendilerine yönelttikleri eleştirilerde insaf ve hakkaniyet dışı bir tutum sergileyebildikleri bilinmektedir. Bazı hadisçiler tarafından Şeybânî’ye yöneltilen eleştirileri de bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Nitekim farklı çevrelerden birçok ilim adamı Şeybânî hakkında övgü dolu sözler sarf ederek onun zekâsı, fıkıhtaki yetenek ve yetkinliği ile Kuran bilgisi ve Arap dili gibi alanlara dair bilgisini takdir etmişlerdir. Bunlar arasında başta hocası Ebû Yusuf olmak üzere Şâfiî, Ebû Ubeyd, İbn Sa’d ve Zehebî gibi isimler yer almaktadır.  Şeybânî’nin öğrencilerinden Îsâ b. Ebân, eserleri üzerinden bir karşılaştırma yaparak onun Ebû Yusuf’tan daha iyi bir fıkıhçı olduğunu söylemiştir. Ebû Yusuf’un kıdemli öğrencilerinden Hasan b. Ebî Mâlik de benzer kanaattedir (Kevserî, s. 156-157). 

Kaleme aldığı fıkıh eserleri ve kurduğu fıkıh halkaları sayesinde zamanla tanınmış bir isim haline gelen Şeybânî, Bağdat ve Kûfe dışında; Basra, Buhara, Merv, Rey, Kayrevan, Belh, Nisabur, Kazvin ve Harizm gibi İslam coğrafyasının çeşitli bölgelerinden olan öğrencilerin ilgisine mazhar olmuştur (Kevserî, s. 32-43). Kûfe, Bağdat ve Rakka gibi şehirlerde kurduğu ilim halkalarında birçok öğrenciye fıkıh ve hadis eğitimi veren Şeybânî’nin öğrencileri arasında şu isimler yer almaktadır: Esed b. Amr el-Becelî (188-90/803-5), Ebû Süleyman el-Cüzcânî (200/816), Hişam b. Ubeydullah, (201/817), Şuayb b. Süleyman el-Keysânî (204/819),  Muallâ b. Mansûr, (211/826), Ebû Hafs el-Kebîr (217/832), Ali b. Maʿbed b. Şeddâd (218/833), İsa b. Ebân (221/836), Muhammed b. Semâʿa (233/848), Şâfiî (ö. 204/820), Esed b. el-Furât (ö. 213/828), Dâvud b. Rüşeyd (239/854). Kaynaklar yetmiş civarında öğrencisinin ismine yer vermiştir (Kevserî, 32-43). Başta Ebû Hafs el-Kebîr olmak üzere onun fıkıh meclislerinde eğitim aldıktan sonra memleketlerine dönen öğrencileri, Hanefi mezhebinin Irak coğrafyası dışında da yayılmasında etkin rol oynamışlardır.

Fıkıh eğitimi için memleketlerinden Irak’a gelen öğrencileri Şeybânî mali olarak destekler, kendilerine özel ilgi ve alaka gösterirdi. Örneğin, rey okulunun fıkhını tahsil etmek üzere Irak’a gelen Kayrevan asıllı öğrencisi Esed b. Furât’a sürekli maddi destek sağlamış ve üst düzey bir fıkıh eğitimi alabilmesi amacıyla sabahları katıldığı genel dersler dışında kendisine özel akşam dersleri vermiştir.

Hocası Ebû Yusuf’un tavsiyesi ile kendi isteği ve talebi dışında kadılık mesleğine girmek durumunda kalan Şeybânî, zaman zaman devlet ricali tarafından zaman zaman maruz kaldığı yönlendirme ve baskılara karşın verdiği adil kararlarla bu makamda ilkeli bir duruş sergilemiştir. Şâfiî’nin geçirdiği soruşturma sürecinde ve özellikle de Yahya b. Abdullah et-Tâlibî’nin yargılanması esnasında halifenin huzurunda sanıklar lehine verdiği kararlar, bir ilim ve yargı adamı olarak takip ettiği hakkaniyet çizgisinin önemli göstergeleridir. İkinci hadisedeki bu tutumu onun kadılık görevinden azledilmesiyle sonuçlanmıştır (Yılmaz, s. 74-75). 

Öğretisi

Hanefî Mezhebindeki Yeri

Şeybânî’nin mutlak müçtehit mi, yoksa müntesip müçtehit mi (müçtehid fi’l-mezheb) olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. İbni Kemalpaşa, hocası Ebû Yusuf gibi Şeybânî’nin de Ebû Hanife’nin usulüne bağlı olarak içtihat faaliyetinde bulunduğunu öne sürmüştür. Füruda Ebû Hanîfe’ye muhalefet etse bile usulde kendisini taklit ettiğinden Şeybânî’nin içtihattaki konumunu müntesip müçtehit (müçtehit fi’l-mezheb) olarak belirleyen İbni Kemalpaşa’nın bu görüşünü Pîrîzâde, Muhammed Kâmî Edirnevî ve birçok geç dönem bilgini benimsemiştir. 

Şah Veliyyullah, Mercânî, Leknevî ve Kevserî gibi isimler ise Şeybânî’nin mutlak müçtehit olduğu görüşündedir. İbni Hazm (ö. 456/1064), Şafiî fıkıhçılardan İlkiyâ el-Herrâsî (ö. 504/1110) ve İbni Teymiyye (ö. 622/1225) gibi alimlerin görüşleri de bu yöndedir. Şeybânî’nin Ebû Hanife’ye muhalefet ettiği usûlî-fıkhî esaslar, fürû meseleleri ve daha güçlü deliller karşısında rücû ettiği görüşler onun mutlak müçtehit olduğu görüşünü desteklemektedir. Aynı şekilde eserlerinde yaptığı delillendirmeler, tercih ve tenkitler de onun mutlak müçtehit olduğunu gösteren hususlar arasında yer almaktadır (Nedvî, s. 173-201; Boynukalın, s. 68, 71, 278).

Hanefi mezhebinin üç imamı içerisinde Şeybânî’nin en ayırt edici özelliği, mezhebi tedvin ve tasnif eden literatürün ilk ve en temel kaynağı konumundaki eserlerin sahibi olmasıdır. Mezhebin temel fürû literatürü onun zâhirü’r-rivâye olarak adlandırılan eserleri üzerine yapılan ihtisar ve şerh çalışmalarıyla gelişmiştir. Bu eserlere ilaveten, hadis ve reddiye içerikli çalışmalarıyla da o, mesailin delillendirilmesi ve özellikle de rivayetlerin yorumlanması noktasında başta Tahâvî’nin eserleri olmak üzere mezhep literatürüne yön vermiştir. Aynı şekilde özellikle öğrencileri tarafından kaleme alınan ve onun belli nitelikteki görüşlerini derleyen Nevâdir isimli eserler de başta fetva literatürü olmak üzere mezhepte tâlî kaynak özelliği taşıyan eserler arasında yer almıştır (Ençakar, 2019).

Şeybânî’nin kaleme aldığı eserler sadece Hanefi mezhebi için değil, diğer mezhepler içinde önemli birer kaynak olmuştur. Maliki mezhebi ilk defa tedvin edilirken İmam Malik’in öğrencileri onun eserlerini örnek almıştır. Şâfii de Irak’a geldiğinde Şeybânî’nin kitaplarını yazmak/yazdırmak suretiyle edindiğini ifade etmiştir. Yine Ahmed b. Hanbel’den fıkhın incelikli meselelerinde onun kitaplarından istifade ettiği nakledilmiştir. Şafii fakihlerinden Müzenî ile İbn Süreyc de kendisinin kitaplarından etkilenen isimler arasındadır (Kevserî, s. 53-71; Şirazi, s. 109; İbn Teymiyye, IV, 451). 

Esâsen Ebû Hanîfe’nin öğrencileri arasında tedvin ve tasnif faaliyetinde bulunan yegâne kişi Şeybânî değildir. Hocası Ebû Yusuf ile Hasan b. Ziyâd da bizzat kaleme aldıkları yahut öğrencilerine dikte ettirdikleri eserlerle Ebû Hanife çizgisindeki rey okulunun fıkıh mesailini tedvin ve tasnif eden isimler arasında yer almaktadır. Ancak sahip oldukları bütün değere rağmen onların bu çalışmalarından bir literatür doğmamıştır. Mezhep literatürünün teşekkül ettiği en temel metinler sadece Şeybânî’nin kaleme aldığı eserler üzerinden gelişmiş, Ebû Yusuf ve Hasan b. Ziyâd’ın çalışmaları ise kendilerine zaman zaman müracaat edilen tali kaynaklar olarak kalmıştır. Bu nedenle mezhep mesailini tedvin eden isimler arasında sadece Şeybânî’nin eserleri, Hanefi mezhebi füru literatürünün ilk ve en temel kaynağı olarak nitelendirilebilirler. Bu durumun nedenleri arasında, başta eserlerinin yazımına da yansıyan fıkıhtaki üstün yeteneği olmak üzere birçok unsur gösterilebilirse de, literatürün başat kaynağı konumunda olan ve zâhirü’r-rivâye olarak adlandırılan eserlerin bizzat kendisi tarafından kaleme alınması, çalışmalarında Ebû Hanife’nin yanı sıra Ebû Yusuf ile kendisinin görüşlerine de yer vermesi, fıkıhta birden fazla türde eser vücuda getirmesi, Ebû Hanife’nin diğer öğrencilerine nispetle fıkıh eğitimi ve telif faaliyetleriyle daha yoğun meşgul olması gibi hususlar zikredilebilir. Şeybânî’nin aksine Ebû Yusuf fıkıhtaki en temel çalışmasını, hem hata oranı hem de eser sahibini temsil problemi daha yüksek olan imlâ türünde verirken, Hasan b. Ziyâd el-Mücerred’de sadece Ebû Hanife’nin görüşünü zikretmekle yetinmiştir. Ayrıca her iki isim de Şeybânî’den daha az çeşitlilikte eser vermiş ve Şeybânî’ye oranla fıkıh eğitimiyle ve telifle daha az iştigal etmişlerdir. 

Hayatı boyunca tedris ve telif faaliyetlerinden kopmayan Şeybânî, telif tekniği, türü ve amacı açısından farklı şekillerde sınıflandırılabilecek birçok eser meydana getirmiştir. 

Telif tekniği açısından Şeybânî’nin çalışmalarını temelde iki farklı yolla vücuda getirdiğini söyleyebiliriz: Yazmak ve yazdırmak. el-Asl/el-Mebsût, el-Câmiu’l-kebîr, el-Câmiu’s-sagir ve Ziyâdât örneklerinde olduğu gibi Şeybânî çalışmalarının çoğunu kendisi kaleme almıştır. Öte taraftan el-Emâlî/İmlâ gibi bazı çalışmalarını, başta Rakka olmak üzere çeşitli yerlerde kurduğu fıkıh halkalarında öğrencilerine dikte ettirmek suretiyle oluşturmuştur. 

Telif türü açısından Şeybânî iki farklı türde eser vermiştir. Bunlardan ilki, fıkhın hemen hemen tüm konu başlıklarını ihtiva eden “câmî” türü eserleridir. el-Câmiu’s-sagîr ve el-Câmiu’l-kebir bu türün en tanınan örnekleridir. Zaman zaman bu eserlerden bazılarına ez-Ziyâdât, Ziyâdâtü’z-ziyâdât isimleriyle zeyil kabilinden eklemeler de yapmıştır.  İkincisi ise, câmî türü eserlerin aksine; kitâbü's-salât, kitâbü'l-beyʿ ve kitâbü'l-hibe gibi tek bir konuya tahsis edilmiş “kitap”larıdır. Daha sonra tamamı; usûl, el-Asl ya da el-Mebsût isimleriyle anılacak olan hacimli çalışmasının bölümleri bu türün örneklerini oluşturur.

Telif amacı açısından Şeybânî’nin eserlerini iki kategoride değerlendirilebiliriz: Fıkhı tedvin amacı taşımayan eserler ile bu amaçla ortaya konan eserler. 

Şeybânî, fıkhı tedvin dışında Ebû Hanife çizgisindeki rey fıkhını müdafaa ve bu fıkıh anlayışının esas aldığı hadisleri kayıt altına alma gibi çeşitli nedenlerden dolayı da eser kaleme almıştır. Örneğin, Malik b. Enes ve diğer Medineli alimler ile hocası Ebû Hanîfe’nin görüş ve delillerini mukayeseli olarak incelediği, bir anlamda Muvatta eleştirisi olarak da nitelendirilebilecek olan el-Hucec fi’htilâfi ehli’l-Kûfe ve ehli’l-Medîne (el-Hucce alâ ehli’l-Medîne) isimli çalışması onun Irak rey okulunun fıkıh anlayışını müdafaa amacıyla kaleme aldığı bir eserdir. Aynı şekilde Ebû Hanife’den yaptığı rivayetleri toplayan el-Âsâr isimli eser de bir anlamda Irak rey okulunun naklî delillerini kayda geçirmek amacıyla kaleme aldığı bir diğer çalışmasıdır. Mâlik b. Enes’ten rivayet ettiği ve onun meşhur eserinin bir versiyonunu oluşturan Muvattau Mâlik rivayetü Muhammed b. el-Hasen isimli eser de bu kategoride değerlendirilmelidir. Son iki eser içerisinde Şeybânî’nin rivayet ettiği hadislere dair fıkhî yorumları da yer almaktadır.  Günümüze Serahsî’nin el-Mebsut isimli eserinin ilgili bölümündeki şerhiyle birlikte ulaşan zühd muhtevalı Kitâbü’l-kesb isimli eser de Şeybânî’nin fıkıh mesailini tedvin amacı taşımayan çalışmaları arasındadır.  

Şeybânî’nin “fıkhı tedvin etme amacı taşıyan eserleri” ise yukarıda adı geçen çalışmalar dışında kaleme aldığı veya öğrencilerine yazdırdığı; el-Asl, el-Câmiu’s-sagîr, el-Câmiu’l-kebîr, es-Siyeru’l-kebîr, ez-Ziyâdât, el-Emâlî, el-Keysâniyyât, er-Rakkiyyât gibi eserlerinin tamamından oluşur. Ayrıca belli nitelikteki bazı fıkhî görüşlerini kayda geçirmek amacıyla Şeybânî’nin öğrencileri tarafından kaleme alınan Nevâdir isimli eserler de bu kategoride değerlendirilmektedir. Klasik dönemde zâhirurrivâye-gayr-i zâhirurrivâye şeklinde yapılan sınıflandırma da, onun fıkıh mesailini tedvin etme amacı taşıyan bu tür çalışmaları hakkındadır. (Osmani, s. 164; Ençakar, s. 19, 47).

Delil ve İçtihad Anlayışı

Şeybânî’nin fıkıh anlayışında “delil” önemli bir yer tutar. O, eser ya da kıyasa dayanmaksızın hüküm vermeyi tahakküm olarak nitelemiş ve genel tavrının aksine bu şekilde hareket ettiğini düşündüğü bir konuda hocası Ebû Hanife’yi eleştirmekten geri durmamıştır (el-Asl, XII, 102). 

Ona göre şer’î deliller; Kur'an, Hz. Peygamberin sünneti, sahabenin icması, sahabe görüşleri, Müslümanların icmâsı ve bunlar üzerine yapılan kıyastan oluşur. Bu temel deliller dışında uygulamada; istihsan, örf, şer’u men kablenâ ve istıshab gibi tâli delillere de belli şartlar dahilinde başvurmuştur (Cessâs; III, 271; Boynukalın, s. 151-156).

Kur’ân-ı kerimi tabii olarak şer’î deliller hiyerarşisinde en üstte kabul eden Şeybânî, Kur’ân’la sabit olan hükümlere “ferîza” kavramını kullanmak suretiyle bu delilin ayrıcalıklı konumunu vurgular (Boynukalın, s. 158; Muvatta, s. 131). Naslarda mutlak ve âm olarak geçen ifadeleri de mümkün mertebe kayıtlamadan ve tahsis etmeden dikkate alır ve Kur’ân’ın umum ifadeleri ile istidlalde bulunur. Meşhur sünnetle Kur’ân’ın umum ifadelerinin tahsis edilebileceği kanaatinde olduğunu gösteren ifadeleri vardır. (el-Asl, IV, 357-358, X, 182; el-Hucce, IV, 382-383; Cessâs, I, 211)

O, Kur’ân-ı kerim’den sonra Hz. Peygamberin sünnetini ikinci delil olarak tanımlar. Sünnetin temel işlevini Kur’ân’ın kapalı ifadelerini açıklamak, genel hükümlerini sınırlamak, hükümlerini genişletmek olduğunu kabul ettiği anlaşılan Şeybânî, fıkhın hemen bütün konularında sünnetten deliller getirmiştir (Taş, s. 39; Boynukalın, s. 166). 

“Sünnet” terimini genelde Hz. Peygamberin, sahabenin ve tabiinin yaygın uygulaması, “eser” ve “hadis” terimlerini de bunlardan gelen sözler anlamında kullanmaktadır. “Mütevâtir-haber-i vâhid”, “sahih-zayıf” gibi rivayetlerin doğruluk derecelerine ilişkin terimlerin henüz oluşmadığı bir dönemde yaşayan Şeybânî, bunların yerine; meşhur, müstefiz, maruf-şaz ve mürsel gibi terimleri kullanır. 

Şeybânî, dini konularda tek kişinin verdiği haberi sahabe uygulamalarına dayanarak prensipte hüccet kabul etmekle birlikte, tıpkı hocası Ebû Yusuf gibi, fukaha tarafından bilinmeyen, senedi tek kalmış (ferd) rivayetleri şaz olarak isimlendirerek amele konu etmez. Aynı şekilde genel kurala aykırı olan ve ravisinin aksine fetvasının bulunduğu rivayetleri de kabul etmemektedir (Boynukalın, s. 167; Özşenel, s. 212, 217). 

Naslar arasında nesih olgusunu da prensip olarak kabul eder ve bu konuda herhangi bir sınırlamada bulunmaz; Kur’ân ve sünnet naslarında, hem kendi aralarında hem de çaprazlama şekilde neshin cereyan edebileceğini kabul eder (Muvatta s. 71, 131, 344, el-Âsâr, 509, el-Hucce, II, 757). Naslar arasında neshin varlığına her daim açık delil aramaz; kimi zaman bu sonuca istidlali olarak da ulaştığı görülür (el-Hucce, II, 257, 768).

Şeybânî, muhteva itibariyle birbirine aykırı olan rivayetler arasında daha çok rivayetlerden birini senet ya da metne ilişkin çeşitli gerekçelerle diğerine tercih etme yolunu seçmektedir. Tercih gerekçeleri arasında rivayetlerden birinin; genel şer’î kurala, sahabenin söz ve uygulamalarına, İbn Mesud’un öğrencilerinin uygulamalarına, Kûfe ehlinin icmâsına, meşhur sünnete, ihtiyata uygun olması; ravisinin daha yaşlı ve tecrübeli olması, peygambere daha yakın olması, tanınan ve ilim sahibi olan biri olması; rivayetin tarikinin çok olması, kolaylık sağlaması, ihtiyata uygun olması ve çoğunluğun görüşünü desteklemesi vb. birçok husus yer almaktadır (Boynukalın, s. 169-170, 176; Özşenel, s. 214-224). 

Deliller hiyerarşisinde sünnetten sonra icmâa yer veren Şeybânî, eserlerinde birçok meseleyi icmâ ile temellendirmektedir. Sahabe icmasının önemini vurgulamakla birlikte, icmânın her asırda hüccet olduğu görüşündedir. İslam alimleri arasında ihtilaflı icma türleri olan sükûtî icmâ ile öncesinde ihtilaf bulunan icmâı delil kabul eder, ona aykırı uygulama ve yargı kararlarının da geçersiz olduğunu düşünür (Taş, s. 39; Boynukalın, s. 173-175). 

Sahabe kavlini de yaygın biçimde delil olarak kullanan Şeybânî, ihtilaflı olan konularda onların görüşlerinden birini tercih eder. İhtilaflı meselelerde sahabe kavilleri arasında nasıl tercih yapılacağı husunda net bir prensip ortaya koymamakla birlikte, Ebû Hüreyre ve Zeyd b. Sâbit gibi sahabilerin karşısında, fıkıhçı kimliği ile bilinen Hz. Ömer, Hz. Ali ve İbn Mesud gibi isimlerin görüşlerini tercih ettiği görülmektedir. Kûfeli tâbiîn fıkıhçılarından Şa’bî, Kâdı Şureyh ve özellikle de İbrahim en-Nehaî’nin görüşlerine kendisinin ayrı bir önem atfettiği, Hz. Ali ve İbn Mes’ud’un ashabının görüş ve uygulamalarını da bir tür delil gibi değerlendirdiği görülmektedir (Taş, s. 39; Boynukalın, s. 178).

Şeybânî, hakkında rivayet bulunan yerlerde kıyas yapılamayacağını açıkça söylerken, bulunmayan yerlerde de konunun rivayette gelen benzerlerine kıyas edilmesinin bir gereklilik olduğunu aynı açıklıkla ifade etmektedir (el-Hücce, II, 661). Onun bu ve benzeri ifadelerinden, zaman zaman ehli hadis cephesinden gelen ehl-i reyin kıyası rivayetlere öncelediği şeklindeki ithamların da asılsız olduğu ortaya çıkmaktadır. 

Hanefi usulünde belirtilenin aksine Şeybânî, ibadetler ve kısas ve hadlerle ilgili meseleler de dahil olmak üzere, fıkıh bablarının hemen tamamında kıyasa başvurmaktadır. Onun eserlerinde kıyas kelimesi, usul-i fıkıhtaki bilinen anlamı dışında Sahabe ve tâbiîn neslinden bazı isimler ile Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf’un açıkça görüş belirtmediği konularda, bilinen görüşlerinin gereği olarak onlar adına mesele türetilmesi anlamında da kullanmaktadır. Sonraki dönemde "tahric" olarak anılacak olan bu işlemi Şeybânî kıyas olarak isimlendirmiş ve özellikle “kebîr” nitelikli fıkıh eserlerinde bu metodu kullanmıştır.  

Kıyasla birlikte bir kavram çifti oluşturan “istihsan” da onun içtihat anlayışında önemli bir yer tutar. İstihsanı, “eserden, başka bir kıyastan, genel kuraldan, ihtiyattan, ihtilaftan, örften ve zaruretten dolayı kıyasın terk edilmesi ve bu gerekçelere göre hüküm verilmesi” anlamında kullandığı anlaşılmaktadır. 

Delil anlayışı temelde bu şekilde olan Şeybânî, sayılan temel deliller dışında; örf, şer’u men kablenâ ve ıstıshab gibi tali delillere de belirli şartlar dahilinde başvurmaktadır (Boynukalın, s. 186-200). 

Sonradan terimleştiği haliyle hükümlerin diyanet-kazâ ayrımını prensip olarak kabul ettiği anlaşılan Şeybânî, Allah katında doğrunun tek bir görüşte olduğunu, bununla birlikte hatalı içtihadı yapan müçtehidin sorumluluğunu yerine getirdiği için ecir sahibi olacağını ifade eder ve hocaları Ebû Yusuf ile Ebû Hanife’nin de aynı kanaatte olduğunu bildirir (el-Asl, II, 301; Cessâs, IV, 298). O, tıpkı Ebû Yusuf ve Ebû Hanife gibi zaman zaman yaptığı içtihatlardan dönmüş ve aynı konuda yeni görüşler ortaya koymuştur. Müçtehidin kendisinden daha bilgili bir kimseyi taklit etmesinin cevazı noktasında kendisinden iki farklı görüş nakledilmiştir (M. Mehdi Hasen, s. 82-89; Boynukalın, s. 267-268). 

İtikâdî Görüşleri

Tahâvî’nin, Hanefi mezhebinin üç imamının itikadi görüşlerini kaydettiği meşhur akîde metnine göre Şeybânî, selef döneminde yaygın olarak kabul edilen inanç esaslarına bağlı kalan, klasik ehl-i sünnet çizgisinde bir isimdir. Buna karşın Ukaylî, eh-i hadise mensup bazı isimlerden onun cehmî olduğunu rivayet etmiş, İbni Hibbân da Mürcie mezhebine mensup olduğunu belirtmiştir. Bu tür nispetlerin ehl-i rey-ehl-i hadis geriliminden kaynaklanan asılsız isnatlar olduğu anlaşılmaktadır. İbnü’l-Mürtezâ ise Şeybânî’ye “adl görüşünü benimseyen fıkıhçılar” başlığı altında yer vermiştir. 

Kaynaklarda Şeybânî’den, onun itikadi konulardaki yaklaşımına ışık tutacak bazı nakiller mevcuttur. Lâlekâî gibi ehl-i sünnet akidesinin selef yorumuna bağlı kimselerin kendisinden yaptığı nakillerde o müteşâbih olarak adlandırılan konularda varit olan rivayetleri prensip olarak tevil etmeme taraftarıdır. Bununla birlikte kendisinden gelen mezhep-içi rivayetlerde onun bu konularda tevile başvurduğu görülmektedir. Örneğin el-Hucec alâ ehli’l-Medîne isimli eserinin günümüze ulaşmayan bir bölümünde o, Allah’ın her yerde olmasının “yaratma ve idare etme” anlamında olduğunu söylemiştir. İbn Semâa kanalıyla gelen bir rivayette kendisinden, “uluv” ve “istiva” gibi Allah’a nispet edilen sıfatları tevil eden ve bunların ilk anlamlarını Allah’tan tenzih eden bir şiir nakledilmektedir. Yine o, imanın arttığını ifade eden ayetteki imanı, tafsili iman ve yakîn anlamlarına yormuştur. Ehl-i hadise mensup bazı kimselerin aksi yöndeki isnatlarına rağmen Kur’ân’ın mahluk olmadığı yönünde kendisinden gelen birden fazla rivayet vardır. (Nâtıfî, I, 443-446; Nedvî, s. 225). 

Tahâvî akidesinde kaydedildiğine göre o Ebû Bekr’in ümmetin tamamına üstünlüğünü kabul etmekte ve hilafet sıralamasını da ehl-i sünnetin klasik öğretisinde olduğu şekliyle yapmaktadır. Ancak Saymerî’nin Hasan b. Ziyad kanalıyla yaptığı rivayette o, üstünlük ya da hilafet sıralaması olduğuna değinmeksizin kendisinin, Ebû Hanife’nin ve Ebû Yusuf’un görüşü olarak sıralamada Ali’nin Osman’dan önde geldiğini ifade etmiştir (Tahâvî, s. 81; Saymerî, s. 132). Yine Tahâvî akidesinde kaydedildiğine göre o, aralarında ayrım gözetmeksizin sahabeye muhabbet beslemeyi din, iman ve ihsan görür; onlara buğz etmeyi ise küfür, nifak ve tuğyân olduğunu düşünür. Buna karşın Ebû Süleymân el-Cüzcânî kanalıyla kendisinden gelen bir rivayette Muaviye b. Ebû Süfyân’ı Hz. Ali karşısında haksız ve isyankar (zalim ve bâğî) olarak nitelemiştir. (Tahâvî, s. 81-82; Kuraşî, III, 70-71). 

Tahâvî akidesi dikkate alındığında Şeybânî’nin klasik selef akidesine sahip biri olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, kendisinden gelen diğer mezhep-içi rivayetlerde o, ehl-i reyin genel tavrına da uygun şekilde akide konusunda varit olan naslarda tevil ve yorumu benimseyen bir profil çizmektedir.

Temel Soruları

  • İçtihat faaliyetinin akli ya da nakli bir delile dayandırılması.

  • Deliller arasındaki hiyerarşinin gözetilmesi.

  • Kur’ân hükümlerinin ayrıcalığı.

  • Temel hükümlerin fert rivayetlerden ziyade meşhur rivayetler üzerine kurulması.

  • Fıkıhçı kimliği ile bilinen ravilerin rivayetlerine öncelik tanınması.

  • Fıkıh sistematiğinin kıyas örüntüsüne uygun şekilde kurulması.

  • Çıkarım (tahriç) yoluyla yeni görüşler elde ederek fıkhi üretime katkı sunulması.

Öne Çıkan Eserleri

  • el-Asl/el-Mebsût: Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin (ö. 189/805) “zâhirü’r-rivâye” olarak bilinen eserleri içerisinde mezhep literatürüne kaynaklık eden en önemli ve hacimli çalışması. (nşr. Şefik Şehâte, Kâhire 1954; nşr. Ebü’l-Vefâ el-Efğânî, Haydarâbâd 1969-1973; nşr. Mehmet Boynukalın, Beyrut 2012.)

  • el-Câmiʿu’s-sağîr: Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin (ö. 189/805) “zâhirü’r-rivâye” olarak bilinen eserleri içerisinde yer alan, fıkhın hemen bütün alt bölümlerine ait temel meselelerini içeren ve mezhep literatürü üzerinde çok etkili olmuş küçük hacimli eseri. (Leknev 1291; Bulak 1302; Beyrut 1406/1986; nşr. Mehmet Boynukalın İstanbul 2009, Beyrut 2011.)

  • el-Câmiʿu’l-kebîr: Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin (ö. 189/805) “zâhirü’r-rivâye” olarak bilinen eserleri içerisinde yer alan, fıkhın hemen bütün alt bölümlerine ait kompleks meseleleri içeren eseri. (nşr. Ebü’l-Vefâ el-Efğânî, Haydarâbâd-Kahire 1356, 1399, Beyrut 1399; nşr. Muhammed Tâmir, Beyrut 2000.)

  • es-Siyerü’s-sağîr: Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin (ö. 189/805)  el-Asl içerisinde bir bölüm olarak yer alan, İslâm devletler hukukuna dair kaleme aldığı küçük hacimli eseri. (nşr. Mecîd Haddûrî, Beyrut 1975.)

  • es-Siyerü’l-kebîr: Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin (ö. 189/805) İslâm devletler hukukuna dair ṣaġīr versiyonundan sonra kaleme aldığı, usul ya da zâhirurrivaye içerisinde kabul edilen eseri. (Orijinal metni günümüze ulaşmayan bu eser, Serahsî’nin şerhi içinde muhteva olarak mevcuttur.)

  • ez-Ziyâdât: Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin (ö. 189/805) “zâhirü’r-rivâye” olarak bilinen eserleri içerisinde yer alan ve el-Câmiʿu’l-kebîr’e zeyil olarak kaleme aldığı eser. (Orijinal metni günümüze ulaşmayan bu eser, üzerine yazılan şerhler içerisinde içinde muhteva olarak mevcuttur.)

  • Ziyâdâtü’z-Ziyâdât: Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin (ö. 189/805) ez-Ziyâdât’a zeyil olarak kaleme aldığı eser. (Serahsî ve Attâbî’nin şerhi içinde: nşr. Ebü’l-Vefâ el-Efgânî, Lahor 1981.)

  • el-Emâlî: Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin (ö. 189/805) öğrencilerine yazdırarak oluşturduğu fıkıh eseri. (Cüzʾ mine’l-emâlî, nşr. Hâşim en-Nedvî v.dğr., Haydarâbâd 1360.)

  • el-Keysâniyyât: Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin (ö. 189/805) “zâhirü’r-rivâye” dışı Emâlî rivayetlerinden biri. (Günümüze ulaşmamıştır.)

  • er-Rakkiyyât: Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin (ö. 189/805) Rakka’da yazdığı/yazdırdığı “zâhirü’r-rivâye” dışı eserlerinden biri. (Günümüze ulaşmamıştır.)

  • Kitâbü’l-kesb/el-İktisâb fi’r-rızkı’l-müstetâb: Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin (ö. 189/805) kazanç konusunda kaleme aldığı eser. (Orijinal metni günümüze ulaşmayan bu eser, Serahsî’nin el-Mebsut’u içinde muhteva olarak mevcuttur.)

  • el-Hücce ʿalâ ehli’l-Medîne/el-Hucec fi’htilâfi ehli’l-Kûfe ve ehli’l-Medîne: Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin (ö. 189/805), Ebu Hanife ve Malik’in fıkhî görüşlerini karşılaştırmalı olarak incelediği eseri. (Günümüze yaklaşık yarısı ulaşmıştır: nşr. Seyyid Mehdî Hasan el-Kîlânî, Haydarâbâd 1385-1390/1965-1971.)

  • el-Mehâric fi’l-hiyel (el-Asl içinde): Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin (ö. 189/805) daha çok muâmelât ve yemin konularındaki hukuki çözüm yollarını ortaya koyduğu kendisine aidiyetinde tartışma bulunan eser. (nşr. J. Schacht, Leipzig 1930.)

  • Kitâbü’r-Radâ: el-Asl içerisinde yer alan, bununla birlikte eserin diğer bölümlerinden farklı dil ve üslupta kaleme alınan çalışmada süt akrabalığı hükümleri ele alınmış olup, Şeybânî’ye aidiyeti tartışmalıdır.

  • el-Âsâr: Şeybânî’nin, Ebû Hanîfe’den duyduğu hadis ve rivayetleri, kendi eklediği rivayet ve yorumlarla birlikte tasnif ettiği Ebû Hanife’nin Müsnedi mahiyetindeki eser. (nşr. Hâlid el-Avvâd, Beyrut 1433/2012.)

  • Muvattaʾü’l-İmâm Mâlik rivâyetü Muhammed: Şeybânî’nin kendisine ait rivayet ve yorumlarla birlikte, İmam Mâlik’ten dinlediği hadis ve rivayetleri ihtiva eden Muvattâ rivayeti. Lahor 1211-1213; Ludhiana 1291; Leknev-Kazan 1909; nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf, Kahire 1382/1962, 1399/1979.

  • Hârûniyyât: Birçok kaynakta Şeybânî’nin “zâhirü’r-rivâye” dışı eserlerinden biri olarak gösterilen, ancak ona nispeti doğru olmayan eser. (Günümüze ulaşmamıştır).

  • Cürcâniyyât: Birçok kaynakta Şeybânî’nin “zâhirü’r-rivâye” dışı eserlerinden biri olarak gösterilen, ancak ona nispeti doğru olmayan eser. (Günümüze ulaşmamıştır).

  • Kitâbü Usûli'l (Asli’l)-Fıkh: Bazı kaynaklarda usul-i fıkıh ilmi alanına ait olduğu ifade edilen, ancak son dönemde yapılan bazı çalışmalarla fürû alanına ait olduğu anlaşılan eser. (Günümüze ulaşmamıştır.)

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu