Hayatı
113/731 yılında Kûfe'de doğdu. Doğum tarihini 93/711 olarak verenler de vardır. Büyük dedesi, yaşı küçük olduğu için Uhud Gazvesi’ne katılmasına izin verilmeyen, genç yaşta katıldığı Hendek Gazvesi’nde ise büyük yararlıklar göstererek Hz. Peygamberin duasını alan sahabeden Saʿd b. Bahîr (Saʿd b. Habteh)'dir. Saʿd sonraları Kûfe'ye yerleşmiş ve orada vefat etmiştir.
Ebû Yûsuf, devrin en önemli ilm merkezlerinden olan Kûfe’de yetişti. İlk zamanlar Kâdı İbni Ebi Leylâ'dan fıkıh öğrendi. Daha sonra 133/750 tarihinde 20 yaşında iken, Ebû Hanife'nin fıkıh meclisine katıldı ve vefat ettiği 150/767 tarihine kadar 17 sene kendisinden fıkıh eğitimi aldı. Serahsî her iki hocasının yanında dokuzar yıl kaldığını söyler. Kaynaklarda onun İbni Ebî Leylâ’nın meclisini bırakıp Ebû Hanife’nin meclisine geçmesi konusunda, “bazı fıkhi konularda hocasıyla ihtilafa düşmesi”, “hocasının Ebû Hanife’nin görüşlerinden etkilendiğini görmesi”, “çeşitli vesilelerle Ebû Hanife’nin fıkıhtaki üstünlüğünü anlaması” gibi birçok farklı gerekçe zikredilmektedir (Kevserî, s. 16-20; Matlûb, 27-28).
Başlarda geçim sıkıntısı nedeniyle çalışmak zorunda kaldığı için Ebû Hanife’nin meclisine düzenli olarak katılamayan Ebû Yûsuf, hocasının bu durumdan haberdar olması üzerine onun yaptığı düzenli maddî yardımlar sayesinde fıkıh eğitimine devam etti (Saymerî, s. 99). Sonrasında büyük ilerleme kaydederek Ebû Hanife'nin fıkıh meclisinde tartışılıp karara bağlanan fıkhî meseleleri usûle/divana yazmak suretiyle kayda geçiren kırk öğrenci arasından, önde gelen ilk on kişi içerisinde yerini aldı.
Ebu Yûsuf, gerek Ebû Hanîfe’nin meclisine katılmadan önce, gerekse sonrasında birçok hadis âliminden rivayette bulundu. Bunlar arasında Husayn b. Abdurrahman, Haccâc b. Ertât, Saîd b. Ebî Arûbe, A‘meş, Hişâm b. Urve, İsmâil b. Ümeyye, Ebû İshâk eş-Şeybânî gibi isimler yer almaktadır. Ebû Hanife’den fıkıh tahsil ettiği dönemde Kûfe’ye gelen tanınmış siyer âlimi İbn İshak’ın da öğrencisi olan Ebû Yûsuf, kendisinden ünlü eseri Kitâbü’l-meğâzî’yi okudu. Abbâsî Halifesi Hârûnürreşîd’e refakat ettiği bir hac yolculuğu sırasında Mâlikî mezhebinin imamı Mâlik b. Enes (ö. 179/795) ile görüştü. Maddî zorluk yaşayan ünlü İslam tarihçisi Vâkıdî’yi 180/796 tarihindeki hac yolculuğu dönüşünde beraberinde Bağdat’a getirdi ve kendisini Vezir Yahyâ b. Hâlid el-Bermekî ile tanıştırarak mâlî destek almasını sağladı. Kaynaklar, Ebû Yûsuf’un kendilerinden fıkıh ve hadis aldığı yüzden fazla hocasının ismine yer verir (Kevserî, 38-58).
Ebû Yûsuf, hocası Ebû Hanife'nin vefatından (150/767) sonra, biri Züfer'e ait olan iki ders halkasından birinin başında fıkıh eğitimi verdi. Bağdat'a gittiği tarihe kadar (158-162/775-779 tarihleri arası) burada tedrisata devam etmiş olmalıdır. Muhammed b. el-Hasen eş-Şeybânî ile Hasan b. Ziyâd, bu mecliste kendisinden fıkıh okuyan isimler arasındadır.
Ebû Yûsuf, geçim sıkıntısı sebebiyle Abbâsî Halifesi Mehdî-Billâh zamanında (158-162/775-779 tarihleri arasında) Bağdat’a yerleşti ve Halife ile tanıştı (Mekkî, s. 498). Mehdî-Billâh zamanında 162/779 yılında veliaht Musâ (Hâdî-İlelhak) tarafından Batı-Bağdat kadısı olarak tayin edildi (Vekî, III, 254; İbn Sa’d, V, 476; Yılmaz, 18-19).
Ebû Yûsuf, 166/782 tarihinde veliaht Musa el-Hâdî ile Cürcan'a gitti ve veliaht tarafından buranın kadısı olarak görevlendirildi (Taberî, VIII, 162). Burada bulunduğu 166-169/782-785 tarihleri arasında oğlu Yusuf b. Ebî Yusuf babasının yerine Bağdat kadılığına atandı. 169/785 tarihinde Halife ilan edilen Musa el-Hâdî ile Cürcân’dan Bağdat'a dönen Ebû Yûsuf’a, yeni Halife tarafından Bağdat’ın tamamında kadılık görevi verildi (Vekî, III, 255; İbn Sa’d, VII, 239). Sonrasında, İslâm tarihinde ilk kez Halife Hârûnürreşîd tarafından ihdas edilen kâdılkudâtlık (başkadılık) makamına getirildi (Vekî, III, 256). Bu göreve başladığı tarihten (en erken 170/786 tarihinden) itibaren Irak, Horasan, Şam ve Mısır bölgelerinde yapılan bütün kadı görevlendirmeleri, onun tayini ya da onayıyla gerçekleşti (Makrizî, IV, 149). Ebû Yûsuf’un ilk kadılkudât olarak atanmasıyla birlikte yaklaşık 150 yıl boyunca sürecek olan, “bu makama atanacak kişilerin Hanefi mezhebine mensup isimlerden seçilmesi” şeklinde bir teamül de başlamış oldu. Ebû Yûsuf 162-182/779-798 yılları arasında toplamda yirmi yıl kadılık yapmıştır. Bazı kaynaklar onun ilk defa 166/782 yılında kadı olduğunu ve on altı yıl kadılık yaptığını kaydeder (Bağdâdî, XVI, 382).
Ebû Yûsuf Kûfe’den ayrılıp Bağdat’a yerleştikten sonra, kadılık yaptığı dönem de dahil olmak üzere burada fıkhî faaliyetlerine kesintisiz devam etti. Bunların başında 169-181/785-797 tarihleri arasında faal olduğunu bildiğimiz ve muhtemelen vefat tarihine değin devam eden fıkıh-imlâ meclisi gelir. Ebû Yûsuf bu imlâ meclisinde fıkhın hemen hemen bütün konu başlıklarını içeren 300 cilt hacmindeki meşhur Emâlî'sini yazdırdı. Kaynaklarda bu meclise katılımın oldukça yoğun olduğu kaydedilmiştir. İmlâ meclisinin en tanınmış müdavimleri arasında, aynı zamanda Emâlî’nin de ravileri olan şu isimler bulunmaktadır: Bişr b. el‑Velîd el‑Kindî (ö. 238/853), Bişr b. el‑Gıyâs el‑Merîsî (ö. 218/833), Ebû Süleyman el‑Cüzcânî (ö. 200/816), Muʿallâ b. Mansûr (ö. 211/826), Muhammed b. Semâʿa (ö. 233/848), Hilal b. Yahya el‑Basrî (ö. 245/860), Hasen b. Ebî Mâlik (ö. 204/819) ve Yûsuf b. Ebî Yûsuf (ö. 192/807) (Yılmaz, 21-53). Bunların bir kısmı, diğer bazı öğrencileriyle birlikte Ebû Yûsuf’un belli başlı özelliklere sahip kimi fıkhi görüşlerini Nevâdir isimli eserler altında derleyen yazarlardır (Ençakar, 2019).
Bağdat döneminde Ebû Yûsuf’un fıkıh-imlâ meclisi dışında tedris ve telif faaliyetleri de oldu. Örneğin, Ebû Hanîfe'nin meclisinde kayda geçirilen ve Hanefî mezhebinin yazılı ilk metinleri olan “fıkıh günlükleri” (ruznâmçeler) Ebû Yusuf’un öğrencileri tarafından kendisine bu dönemde okunup arz edildi. Yine Ebû Yûsuf, geneli itibariyle kamu maliyesine ilişkin hükümleri düzenleyen Kitâbü’l-harâc isimli önemli eserini Halife Hârûnürreşîd’in talebi üzerine hayatının bu döneminde kaleme aldı. Abbâsi veziri Yahya b. Halid el‑Bermekî (ö. 190/805) adına kaleme alıp, içerisinde âlimlerin ihtilaflarına ve tercih edilen görüşe yer verdiği kırk bölümden oluşan Câmiu’l-Berâmike isimli eseri de onun Bağdat dönemi çalışmaları arasındadır.
Ebû Yûsuf, 5 Râbîulevvel 182 (26 Nisan 798) tarihinde 69 yaşında Bağdat'ta vefat etti. Cenaze namazını Hârûnürreşîd kıldırmış ve onu kendi aile kabristanına defnettirmiştir. Günümüzde kabri Bağdat’a bağlı Kâzımiyye bölgesinde bulunmaktadır (Matlûb, s. 95).
Ebû Yûsuf’un, fıkıh ve hadis dışında tefsir, siyer, megâzî ve eyyâmü’l-Arab alanlarında da bilgi sahibi olduğu ifade edilmiştir (Saymerî, s. 99). Onun fıkıh ve hadis halkalarına farklı ilgi ve çevrelere mensup birçok kişi katılmıştır. Bunların en tanınmışları arasında; Ahmed b. Hanbel, Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî, Bişr b. Velîd el-Kindî, Bişr b. Gıyâs el-Merîsî, Yahyâ b. Maîn, Ali b. Medînî, Hilâl b. Yahyâ er-Re’y, Hasan b. Ziyâd el-Lü’lüî, İsmâil b. Hammâd, Câhiz, Esed b. Furât ve Yahyâ b. Âdem gibi isimler yer almaktadır. Kaynaklarda kendisinden fıkıh ve hadis tahsil eden yüz elliye yakın öğrencisinin ismi geçer (Kevserî, s. 60-84).
Ebû Yûsuf küçük yapılı, üstün zekalı, güçlü hafızaya sahip bir kimseydi. Kaynaklar onun ilerleyen yaşına rağmen hafıza gücünden bir şey kaybetmediğinin birçok örneğine yer verir. Ayrıca o, ibadete düşkün, hocalarına karşı vefâkar, öğrencilerine karşı müşfik, insanlar arasında ayrım gözetmeyen, doğru sözlü ve cömert biriydi. Muhtaç insanları gözetir ve onlara maddi yardımda bulunurdu. Sahip olduğu üstün kabiliyet ve erdemlerden dolayı Halife Hârûnürreşîd kendisine çok değer verirdi.
Ehl-i hadis, diğer ehl-i rey mensuplarına nispetle Ebû Yûsuf hakkında daha olumlu kanaate sahiptir. Örneğin Ahmed b. Hanbel ilk hadis yazmaya başladığında Ebû Yûsuf’un meclisine gidip ondan hadis yazmıştır. Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Main’e göre “ehl-i hadisi seven ve onlara daha yakın duran” biri olan Ebû Yûsuf, Yahyâ b. Maîn tarafından hadis ve sünnet sahibi olarak, Müzenî tarafından ise “Ebu Hanife’nin ashabı arasında hadis en çok tabi olan kişi” olarak nitelendirilmiştir. Ehl-i rey karşıtı tutumuyla bilinen İbn Adî de Ebû Yûsuf hakkında “konuyla ilgili müsned bir haber bulduğunda çok kere ashabına muhalefet edip ehl-i hadise tabi olur” demiştir (İbn Adî, VIII, 468). Hadis rivayetinde Yahya b. Maîn, Ahmed b. Hanbel, Ali b. el-Medînî, Nesâi ve İbn Hibbân gibi isimler kendisini tevsik etmiştir.
Kadılık hayatı boyunca halifelerle ilişkilerinde ince bir siyaset takip ettiği görülen Ebû Yûsuf, verdikleri yanlış kararlarda onları adalet ve hakkaniyete sevk etmekte tereddüt göstermeyen bir ilim ve devlet adamı portresi çizmiştir. Özellikle Kitâbu’l-harâc isimli eserinin girişinde yer alan ve Halife Hârûnürreşîd’e tebaasına karşı yükümlülüklerini hatırlatan nasihat içerikli ifadeleri, kendisinin yöneticilere karşı ilkeli ve sorumlu bir anlayış içerisinde hareket eden bir karaktere sahip olduğunu ortaya koymaktadır (Ebû Yûsuf, el-Harâc, s. 13-16)
Öğretisi
Hanefî Mezhebindeki Yeri
Fıkhın temel konularında (usûlü’l-fıkh) Ebû Hanife’nin mezhebine göre eser veren ilk kişinin Ebû Yûsuf olduğu ifade edilmiştir (Bağdâdî, XVI, 363). Bu durum, Ebû Yûsuf tarafından öğrencilerine dikte ettirilerek vücuda getirilen, yaklaşık kırk bölümden oluşan el-Emâlî ve yine aynı sayıda bölümden oluşan el-Cevâmî isimli eserleriyle doğrulanmaktadır. Buna göre o, Ebû Hanife çizgisinde oluşan, ileri gelen öğrencilerinin de kuruluşuna önemli katkılar verdiği mezhebin ilk müdevvinidir. Ancak mezhebin tedvini noktasında onun oynadığı bu önemli rol çok daha öncesine uzanmaktadır. Ebû Hanife’nin meclisinde tartışılıp karara bağlanan fıkhi meseleleri “Divân”a, ya da farklı kaynaklardaki ismiyle “Ruznâmçeler”e yazan kişi Ebû Yusuf’tur (Kudûrî, nr. 93, vr. 0b). Bu günlükler daha sonra Bağdat’ta iken Ebû Yusuf’a öğrencileri tarafından okunup arz edilmiştir.
Başta el-Emâlî olmak üzere Ebû Yûsuf’un eserleri, fıkhın bir ilim olarak ilk defa tedvin edildiği bir dönemin (h. II. yüzyılın ikinci yarısı) ürünleri olması açısından oldukça önemlidir. Ancak çeşitli nedenlerden dolayı Hanefi mezhebi literatürü, öğrencisi Şeybânî’nin çalışmaları üzerinden oluşmuş ve gelişmiş; Ebû Yûsuf’un eserleri ilgili literatürde kendisine ancak tali kaynaklar olarak yer bulabilmiştir. Hatta mezhep literatüründe Ebû Yûsuf’un görüşleri bile kendi eserleri üzerinden değil, Şeybânî’nin çalışmaları esas alınarak tespit edilmiştir.
Ebû Yûsuf’un mezhep içerisinde öne çıkan özelliklerinden biri diğeri de, Ebû Hanife’nin ilmini yayan öğrencisi olmasıdır. O, Ebû Hanife’nin ilmini dört bir yanda yayan öğrencisi olarak bilinmektedir. Özellikle Halife Harun Reşid döneminde kadılkudat makamına getirilmesi ve böylece Abbasi Devletinde kadı atama yetkisini elinde bulundurması, Hanefi mezhebinin bu dönemde yayılmasında oldukça etkili olmuştur. Kadı atamalarında adaylar arasından Ebû Hanife’nin takipçilerini seçmek suretiyle Ebû Hanife ve ashabının fıkıh anlayışının ülkenin dört bir yanında yayılmasını ve yargı kararlarının bu anlayış doğrultusunda verilmesini sağlamıştır. Nitekim Rakka kadılığına tavsiye etme sebebini açıklarken kendisinin Şeybânî’ye söylediği rivayet edilen, “Kûfe, Basra ve doğunun tamamında ilmimiz yayıldı, Rakka ve ötesindeki Şam bölgelerinde de ilmimizin yayılmasını istedim” sözü (İbn Ebi’l-Avvâm, s. 357), onun en azından bazı atamalarda bu tür kaygılar taşıdığının bir göstergesi olabilir.
Ebû Yûsuf’un mutlak müçtehit mi yoksa müntesip müçtehit mi (müçtehid fi’l-mezheb) olduğu hususu tartışmalıdır. Bu konuda farklı görüşler ileri sürülmüştür: İbni Kemalpaşa’nın, Pîrîzâde, Muhammed Kâmî Edirnevî ve birçok geç dönem bilgini tarafından kabul gören tespitine göre Ebû Yusuf, fürûda Ebû Hanife’ye zaman zaman muhalefet etse bile, onun usulüne bağlı olarak içtihat faaliyetinde bulunduğu için bir mezhep içi müçtehittir (müçtehid fi’l-mezheb). Diğer yandan Şah Veliyyullah, Mercânî, Leknevî ve Kevserî gibi isimlerse Ebû Yûsuf’un mutlak müçtehit olduğu görüşündedir. Son dönem araştırmacılarının çoğunluğu bu görüşü benimseme eğilimindedir. Onların bu konudaki gerekçeleri, Şeybânî ile Ebû Yusuf’un hem usulde hem de füruda hocaları Ebû Hanife’ye muhalefet etmiş olmalarıdır.
Ebû Yûsuf ile Şeybânî’nin hocaları Ebû Hanife’ye birçok konuda muhalefet etmelerine rağmen nasıl olup da onların Hanefi mezhebi içerisinde telakki edildiklerinin izahı noktasında farklı yorumlar yapılmıştır: 1. Gaznevi, Şühâvî, Haskefî ve Pirizade’ye göre Ebû Yûsuf ile Şeybânî’nin muhalif görüşlerinin tamamı Ebû Hanife’ye aittir; onlar esasında Ebû Hanife’ye muhalefet değil ittibâ etmektedirler. 2. Şâh Veliyyullah, Leknevî, Kevserî ve Tehânevî’ye göre mezhep sadece Ebû Hanife’nin değil, onun ve öğrencilerinin farklı görüşlerinin toplamından teşekkül eder. Bu görüşlerin toplamına “Hanefî mezhebi” adının verilmesi ise genel kabule dayanan bir adlandırmadır. 3. Molla Hüsrev, İbn Kemalpaşa, Nablusî, Rafii, İbnü’s-Salah ve Nevevî’ye göre ise muhalefetleri Ebû Hanife’nin usul ve kavaidi çerçevesinde gerçekleştiğinden dolayı Ebû Yûsuf ile Şeybânî mezhep içinde kabul edilmişlerdir.
Muhalefetin mahiyeti noktasında hangi yorum kabul edilirse edilsin, Şeybânî ile Ebû Yûsuf’un hocaları Ebû Hanife’ye muhalif olarak öne sürdüğü bu görüşler Hanefi mezhebi içerisinde kabul edilmiş hatta çok kere Ebû Hanife’nin görüşü yerine bunlarla fetva verilmiştir. Hatta meşayih tarafından, Ebû Yûsuf’un otuz senelik kadılık tecrübesi dikkate alınarak yargıyla ilgili konuların tamamında mezhepte onun görüşüyle fetva verilmesi gerektiği bir kural haline getirilmiştir.
Ebû Yusuf’la ilgili tartışmalı konulardan bir diğeri de onun ilk Hanefi usul-i fıkıh yazarı olup olmadığı hususudur. Kevserî kaleme aldığı Ebû Yûsuf biyografisinde, Talha b. Muhammed b. Cafer’den (ö. 380/990) nakledilen “Ebû Hanîfe’nin mezhebi üzere usul-i fıkıh kitaplarını ilk defa ortaya koyan kişi Ebû Yûsuf’tur” sözünden hareketle, onun bu alanda ilk eser veren kişi olduğunu iddia etmiştir. Ancak Ebû Yûsuf’un biyografisine yer veren temel kaynakların onun böyle bir eserinden bahsetmemesi, o dönemde bizzat Ebû Yûsuf’un da içerisinde bulunduğu kişilerin “usul” ve “usul-i fıkıh” ifadelerini, bilinen ilim dalı anlamında değil de, “fıkhın temel konuları” anlamında kullanması vb. nedenlerden dolayı bu iddianın anakronik bir yanılgı olması kuvvetle muhtemeldir. Buna göre söz konusu iddiaya temel olan sözün de, “Ebû Hanîfe’nin mezhebi üzere fıkhın temel konularına dair kitaplar yazan ilk kişi Ebû Yûsuf’tur” şeklinde anlaşılması gerekir (Yılmaz, s. 65-68).
Ebû Yûsuf, mezhebin tedvinine ve yayılmasına yaptığı katkılar ile Ebû Hanife’nin fıkhi görüşlerini rivayet etmesi ve birçoğu “müftâ bih” haline gelen kişisel görüşleriyle İmam Ebû Hanife’den sonra mezhebin en etkili ikinci ismi olmuştur. Mezhep üzerindeki bu etkisi dolayısıyla da kendisi literatürde mezhebin “ikinci imamı” olarak kabul edilmiştir.
Delil ve İçtihat Anlayışı
Ebû Yûsuf’un kendi içtihat anlayışını ortaya koyduğu bir çalışması olmadığından onun usul prensipleri, bize kadar gelebilen az sayıdaki füru eserlerinden ve konuyla ilgili kendisinden nakledilen sözlerden çıkarılabilir.
Ebû Yûsuf’un delil anlayışının hocası Ebû Hanife ile paralellik arz ettiği ve ona göre de deliller arasında önceliğin sırasıyla Kitap, sünnet ve sahabi kavline ait olduğu söylenebilir. O, âhâd haberleri delil kabul etmekle birlikte meşhur/maruf sünnete ayrı bir önem atfetmiş ve buna aykırı gelen münferit haberleri şaz addederek reddetmiştir. Yine o, muhteva olarak Kur’ân’a aykırı rivayetleri de aynı şekilde şaz olarak nitelemiş ve itibara almamıştır. Eserlerinde Kur’ân’a ve meşhur sünnete aykırı olduğu gerekçesiyle reddettiği yahut tercih etmediği birçok hadis örneği bulunmaktadır (Özşenel, s. 82-88).
Ebû Yusuf’un kitap ve sünnet dışında sahabe ve fukaha icmâını da delil kabul ettiği ifadelerinden anlaşılmaktadır (Özşenel, s. 7). Eserlerinde çok kere, kıyası bırakıp sahabi kavlini delil aldığı görülmektedir. Ancak bu yerlerde Ebû Yûsuf kıyası terk ederken, ilgili sahabi sözünün karşısında, kendisiyle aynı mertebede bir başka sahabinin sözünün bulunmamasına dikkat etmektedir (Cessas, III, 361). Kendisinden gelen bir rivayete göre feraizle ilgili konularda Hz. Ali ve Zeyd b. Sabit’in ittifak ettikleri görüşlerle, eğer ikisi ihtilaf etmişse Hz. Ali’nin görüşüyle amel etmektedir (Kevserî, s. 158).
Ebû Yûsuf sünnetin Kur’ân’ı nesh edebileceği görüşündedir. Ancak böyle bir durumda nâsih sünnetin, mestler üzerine mesh etmenin caiz olduğunu gösteren rivayetlerde olduğu gibi, kesin bilgi ifade eden mütevatir derecesinde olmasını şart koşar (Cessas, II, 345).
Naslara bağlılığı ehl-i rey bir yana, ehl-i hadis tarafından dahi kabul edilen Ebû Yûsuf, hadisleri her zaman zahir anlamlarıyla kabul etmemekte, ta’lil ve yoruma tabi tutmaktadır. Örneğin o riba hadisine getirdiği talil ve yorumla bir noktaya kadar “vahye dayalı nas” ile “örfe dayalı nas” ayrımına işaret etmiştir. Bu bağlamda o, ölçekle satılan malların birbirleriyle takas edilirken aralarındaki eşitliğin ölçekle sağlanması gerektiğini ifade eden hadisi Hz. Peygamber zamanındaki uygulamaya dayalı bir hüküm olarak yorumlamıştır. Ona göre uygulamanın değişmesi ve bu malların tartıyla satılması durumunda aralarındaki eşitlik tartıyla da sağlanabilecektir (İbn Âbidîn, Neşru’l-arf, s. 118). Yine o prensip olarak sahabi kavlini hüccet görmesine rağmen Hz. Ömer döneminde belirlenen haraç miktarını günün şartlarına göre yeniden düzenlemekte bir sakınca görmemiştir (Kitâbü’l-harâc, 84). Bu ve benzeri örnekler onun, ehl-i rey ekolünün genel tavrına uygun olarak nasları sabit ve durağan bir şekilde değil, çeşitli gerekçelerle yoruma tabi tutarak dinamik bir anlama faaliyetine konu ettiğini göstermektedir.
Ebû Yûsuf fıkıh faaliyeti içerisinde naslar dışında zaruret ve insanların ihtiyacı gibi prensipleri de gözetmiştir. Bu cümleden olmak üzere o aynı şehirde iki ayrı yerde Cuma namazı kılınmasında bir sakınca görmemiş, hocası Ebû Hanife’nin hilafına müzaraa ve müsakat akitlerini caiz görmüştür (Matlub, s. 130).
Ebû Yûsuf ehl-i rey fıkhının temel prensiplerinde kendisiyle aynı fikirde olduğu hocası Ebû Hanife’ye zaman zaman delil merkezli olarak da muhalefet etmiştir. Ebû Hanife’nin vakıf mallarının satımını cevaz veren görüşünden dönmesi onun bu tür muhalefetlerinin örnekleri arasındadır. Basra ve Medine gibi şehirlerde sahabe vakıflarının hiçbir şekilde satıma konu olmaksızın devam ettiğini gören Ebû Yûsuf, Bağdat’a döndükten sonra eski görüşünden vazgeçerek vakfın bağlayıcı olduğuna ve bu malların satıma konu olamayacağına kanaat getirmiştir (İbn Ebi’l-Avvâm, s. 327). Ebû Yûsuf’un son on yılında kaleme aldığı eserlerden Kitâbü'l-harâc’da, Hanefi literatürüne hiç girmeyen ve nasları farklı yorumlamaktan kaynaklanan klasik öğretiye aykırı bazı görüşleri de yer almaktadır. Örneğin, klasik öğretide zekâtta temliki şart koşan ve buna uygun olarak zekâtın sarf edileceği yerlerden “Allah yolu” ifadesini “fakir gaziler” olarak yorumlayan Ebû Yûsuf, literatürdeki bu meşhur görüşünün aksine Harâc’da (s. 81) bu ifadeyi “Müslümanlara ait yolların onarılması” şeklinde tefsir etmiştir. Dolayısıyla zekâtta temliki şart gören eski görüşünün aksine kamuya ait yolların tamiri ve onarımı için zekât mallarından harcama yapılabileceğini söylemek suretiyle temliki şart olmaktan çıkarmıştır. Onun konuyla ilgili değişen bu görüşü, ancak devlet bürokrasisi içerisine girdikten sonra karşılaştığı bazı pratik problemlerin, belli bir teori etrafında sistematik olarak kurulmuş eski görüşlerinin değişmesi noktasında kendisini nasıl etkilediğine güzel bir örnek teşkil etmektedir.
Ebû Yûsuf’un içtihat anlayışı içerisinde hukuki hileler (hiyel) de kendisine yer bulmuştur. Zaman zaman hakkında olumsuz ve spekülatif değerlendirmelere yol açmış da olsa, o belli durumlarda hukuki hileye başvurulmasında bir sakınca görmemiştir. Örneğin, şüfa hakkı henüz sabit olmadan önce bu hakka sebebiyet veren durumu ortadan kaldırmak suretiyle hukuki hileye başvurmayı caiz görmüş, ancak bu hak sabit olduktan sonra onu ortadan kaldırmaya yönelik teşebbüsleri mekruh saymıştır. Dolayısıyla ona göre hukuki hileye başvurmanın meşruluğu hakkın sabit olup olmamasına göre değişmektedir. Bununla birlikte hileye başvurma noktasında Allah hakkı olan hükümlerle kul hakkı olan hükümler arasında da bir fark görüp görmediği konusunda da kendisinden iki farklı görüş nakledilmiştir. Harâc isimli eserinde zekâtın vücubiyetini engellemek amacıyla hile yapmanın Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiç kimse için helal olmayacağını açıkça belirtmişken, Emâlî’de bunun mekruh ya da günah olduğunu söyleyen kimsenin bulunmadığını söylemiştir (Ebû Yusuf, el-Harâc, s. 93; Serahsî, XXX, 240).
İtikâdî Görüşleri
Ebû Yûsuf selef döneminin itikat anlayışını yansıtan bir inanca sahipti. Nitekim, rüyet ve nüzül gibi konularda varit olan haberleri yorumlamaktan kaçınmış ve bunları sadece rivayet etmekle yetineceğini bildirmiştir. Hasan b. Ziyad ve Hasan b. Ebî Malik gibi önde gelen öğrencileri, devrin gündemdeki tartışmalarından halku’l-Kur’ân konusunda kendisinden selef itikadına uygun içerikli nakillerde bulunmuştur. Buna göre Ebû Yûsuf, Kur’ân’ın Allah kelamı olduğunu söylemek dışında konuyla ilgili yorumda bulunmaktan kaçınır, mahluk olduğunu söyleyen kişinin arkasında namaz kılınmayacağını söylemiştir. Kendisinden gelen diğer bazı rivayetlerde ise Kur’ân’ın Allah kelamı olduğu sözü dışında konuyla ilgili yorum yapanların dayak cezasını hak ettiklerini ifade etmiştir. Yine kendisinden gelen diğer bir rivayette o, kitapların mahluk olduğu konusunda tevakkufun caiz olduğunu, onlara ancak genel olarak mahluk denilebileceğini söylemiştir. Bununla birlikte tanınmış öğrencilerinden Bişr b. el-Velid el-Kindî ve Bişr b. Gıyâs el-Merîsî, Kur’ân’ın Allah’ın dışında ve ondan başka bir şey olduğunu kabul ettiğini gösteren bazı fıkhi meseleleri kendisinden aktarmıştır (Nâtıfî, I, 443-444; İbn Ebi’l-Avvâm, s. 312). İlgili fıkhi meseleler de dikkate alındığında Ebû Yûsuf’un kelâm-ı lafzî ve kelâm-ı nefsî ayrımının farkında olduğu, ancak konuyla ilgili seleften bir yorum gelmediği için ve ayrıca taşıdığı hassasiyetten dolayı bu hususta yorum yapmayı tercih etmediği söylenebilir.
Kelam ilmi hakında Ebû Yûsuf’tan olumsuz birçok ifade nakledilmiştir. Buna göre o, kelam ilmiyle kişinin Allah hakkında bilgiden çok bilgisizlik sahibi olacağını ve kelam ilminin sonunun zındıklık olduğunu düşünmektedir. Cehmiyye görüşüne sahip bazı kimselere kırbaç cezası vermiş, kendisine sorulan bir soru üzerine, Allah’ın bir varlığı yaratmadan önce onun hakkında bilgi sahibi olmayacağı şeklindeki Cehmî görüşe sahip bir kimseyi de tevbe etmediği takdirde ölümle cezalandıracağını söylemiştir. Yine kendisine yöneltilen bir soru üzerine Hz. Peygamber’in ashabına dil uzatan bir kimseyi tevbe edinceye değin hapis ve dayak cezasına çarptıracağını bildirmiştir.
Ebû Yûsuf, Hz. Peygamber ve ashabının fıkhi meselelerin aksine iman konularında hiç tartışmamış olmalarına dayanarak, bu konularda tartışma ve ihtilafı bırakmayı, Kur’ân’ın muhkem ayetleriyle amel edip müteşabih olanlarına iman etmeyi, sünnete uyup bidatlerden kaçınmayı tavsiye etmiştir (İbn Ebi’l-Avvâm, s. 313, 327, 328, 331).
İman konularıyla ilgili kendisinden yapılan bütün bu nakiller Ebû Yûsuf’un ehl-i sünnetin selef çizgisine bağlı bir fakih olduğunu doğrulamaktadır.
Temel Soruları
- Nakli delillere bağlılığın önemi.
- Naklî deliller karşısında reyin sınırları.
- Sahabî kavlinin delil değeri.
- Nasların geniş anlamda rey ışığında yorumlanması ve tevili.
- Hukukî çözümlerin (hiyel) fıkhî faaliyetlerdeki yeri ve sınırı.
- Kamu maliyesine ilişkin hükümler.
Öne Çıkan Eserleri
- el-Emâlî/el-İmlâ, Ebû Yûsuf’un Bağdat’ta iken öğrencilerine yazdırdığı, fıkhın hemen bütün bölümlerini ihtiva eden hacimli eseri. (Günümüze ulaşmamıştır.)
- Kitâbü’l-Harâc: nşr. Muhammed İbrâhim el-Bennâ, Ebû Yûsuf’un, Halife Hârun Reşid’in talebi üzerine kaleme aldığı, kamu maliyesine ilişkin hükümleri düzenleyen eden eseri. (Bulak 1302; Kahire 1346, 1352, 1382, 1392, 1396, 1397; nşr. Muhammed İbrâhim el-Bennâ, Beyrut 1399/1979, 1981; nşr. İhsan Abbas, Beyrut 1405/1985; nşr. Abdülaziz ed-Dûrî, Amman 1430/2009.)
- İhtilâfü Ebî Hanîfe ve İbn Ebî Leylâ: Ebû Yûsuf’un, hocaları Ebû Hanîfe ile İbn Ebû Leylâ’nın ihtilâf ettiği konulara yer verdiği, Şeybânî tarafından rivayet edilen eseri. (nşr. Ebü’l-Vefâ el-Efgānî , Kahire 1357). Eser ayrıca, Hâzâ ma’htelefe fîhi Ebû Hanîfe ve İbn Ebî Leylâ ʿan Ebî Yûsuf adıyla el-Üm adlı eseri içerisinde Şâfii’nin karşı yorum ve cevaplarıyla birlikte yer almaktadır.
- Kitâbü’r-Red ʿale’s-Siyeri’l-Evzâʿî, Ebû Hanîfe’nin devletler hukuku (siyer) alanındaki görüşlerini Kitâbü Siyeri’l-Evzâʿî isimli eserinde eleştiren Şam bölgesi müçtehitlerinden Evzâî’ye (ö. 157/774) cevap olarak Ebû Yûsuf’un kaleme aldığı eser. (nşr. Ebü’l-Vefâ el-Efgānî.Kahire 1357.) Eser ayrıca, Kitâbü Siyeri’l-Evzâʿî adıyla el-Üm adlı eseri içerisinde Şâfii’nin karşı yorum ve cevaplarıyla birlikte yer almaktadır.
- Kitâbü’l-Âsâr (Müsnedü Ebî Yûsuf), Yûsuf b. Ebû Yûsuf’un babası Ebû Yûsuf yoluyla Ebû Hanîfe’den rivayet ettiği hadisleri ihtiva eden, Ebû Hanîfe’nin müsnedi mahiyetindeki eser. (nşr. Ebü’l-Vefâ el-Efgānî, Kahire 1355; nşr. Ebü’l-Vefâ el-Efgānî & Necmeddin Muhammed ed-Dürrekânî, Zâhidân 1430.)
- el‑Cevâmiʿ/Câmiuʿl-Berâmike, Ebû Yûsuf'un, Abbâsi veziri Yahya b. Halid el‑Bermekî (v. 190/805) adına telif ettiği, içerisinde âlimlerin ihtilaflarını ve tercih edilen görüşü zikrettiği kırk bölümden oluşan eseri. (Günümüze ulaşmamıştır.)
- İhtilâfü'l-Emsâr, (Günümüze ulaşmamıştır.)
- er-Red ʿalâ Mâlik b. Enes (Günümüze ulaşmamıştır.)
- Dîvân, Öğrencisi İbni Semâʿa tarafından rivayet edilen ve Ebû Yûsuf'un kâdılığı esnasında verdiği kararları ihtiva ettiği düşünülen defter. (Günümüze ulaşmamıştır.)
- Nevâdir, Ebû Yusuf’un öğrencileri tarafından asıllarda (:usûl) yer almayan görüşlerinden oluşturulan; telif olarak öğrencilerine, içerik olarak kendisine ait olan, biri haricinde günümüze ulaşmayan eser/ler. (nşr. Ahmet Hamdi Furat, Nevâdiru Mu’allâ, İstanbul 2013.)
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu