Hayatı
Çağdaş dönem İslâm düşüncesinin yenilikçi isimlerinden birisi olan Muhammed Abduh, 1265/1849 yılında Mısır’da doğdu. Abduh okuma-yazma ve Kur’ân öğrenme gibi ilk eğitimlerini babasının desteği ile özel hocalar sayesinde aldı. Sonrasında ise Ahmediye mescidinde tecvit, fıkıh, sarf, nahiv gibi dersler aldı. Sonrasında okumaktan sıkılmış bir halde köyüne döner. Abduh sonradan bu dönemde aldığı dersleri fıkıh ve nahvin ayrıntılı kaide ve kurallarından dolayı sıkıcı olarak nitelendirecek ve bu derslerden feyiz alamadığını ifade edecektir. Fakat ailesinin ısrarıyla tekrar Ahmediye mescidine dönmek için yola çıkar. Oraya gitmeyerek akrabalarının bulunduğu bir köyde bir süre vakit geçirir ve bu süreçte kendi ideallerinin değişmesi noktasında önemli bir rolü olan Şeyh Derviş ile karşılaştır. Abduh’un Şeyh Derviş’le ilişkisinde bulduğu şey, fıkıh ve nahvin ayrıntılı kaide ve kuralları değil, İslâm ahlâk ve tasavvufuydu. Abduh daha sonra Ezher’de eğitim almaya başlar. Ne var ki Ezher’deki eğitim de Abduh’un arayışlarını tatmin edecek kıvamda değildir. Abduh bu süreçte yaşadığı bunalımlarını Şeyh Derviş’le görüşmeleri sayesinde aşar ve eğitimine devam eder. Abduh 1871’de kendisinden fazlaca etkileneceği Cemâleddin Afgânî ile tanışır. Abduh, Afgânî’de o günkü ortamın alışılmış geleneksel alimlerinden farklı olarak felsefe, tasavvuf ve dünyadan haberdar, kendi ruhuna uygun bir kişilik bulur. Abduh ilk döneminde kendisinden oldukça etkilendiği Cemâleddin Afgânî’den matematik, felsefe ve kelâm dersleri aldı. Abduh’un bundan sonraki okuma ve düşünme sürecinde Afgânî’den edindiği özgür düşünme metodu oldukça etkili olacaktır. Abduh’un Afgânî’de bulduğu şey sadece ilmi olmakla kalmamış, Afgânî’nin dini, toplumsal ve siyasî bakış açısından da etkilenmiş, ahlâk ve tasavvufun ameli boyutlarıyla da ilgili hale gelmiştir. Abduh bu pratik yönelimin neticesinde gazetecilik yaparak el-Ehram adlı gazetede yazılar yazar ve bazı siyasî faaliyetlerde de bulunur. Abduh’un sonraki döneminde de hayatının oldukça merkezinde olacak toplumsal ıslah düşüncesi bu gazetede yazdığı yazılarda ilk kez görülür. Bu arada Ezher’den de mezun olur. Hocası Afgânî ile birlikte Mason teşkilatına girmeleri, her ne kadar sonradan ayrılsalar da haklarında sonrasında kendilerine yöneltilen eleştirilerin de zemini olan pek çok spekülasyonun doğmasına neden olur. Abduh’un bu süreçte yazı yazdığı gazetelerden birisi de el-Vakâyiu’l-Mısrî’dir. Bu yazılarda maarif, medeniyet ve vatan gibi temalar öne çıkmaktadır. Bu yıllardaki Abduh figürü sosyal ve siyasî birtakım sorumluluklar gereği çeşitli resmi görevler yapsa da bu görevlerini ilmi yönüyle sentezleyebilen bir kişilik olarak gözükmektedir. Süreç içinde Abduh, hocası Afgânî’nin devrimci yönünden uzaklaşarak daha ıslahçı bir kişiliği doğru evrilmiştir. Fakat bu ayrışma ilk başlarda fazla keskin olmamış ve Abduh hocası Afgânî’nin kurduğu Urvetü’l-Vüska cemiyetine katılarak aynı adlı derginin çıkarılmasına da katkılar yapmıştır. Abduh cemiyetin kapatılmasından sonra siyasî yolla toplumsal ıslahın gerçekleşmeyeceğine dair güçlenmiş bir inançla Beyrut’a döner ve Sultaniye Medresesi’nde ve başka meclislerde dersler verir, kitaplar yazar. Abduh Beyrut’taki sürgün yıllarından sonra tekrar Mısır’a döner. Abduh arzu ettiği ıslah için Ezher, şeri mahkemeler ve vakıflar gibi kurum ve kuruluşların yeniden düzenlenmesi gerektiğini düşünüyordu. Abduh dönemin Mısır halkının ıslah projesinin başarıyla gerçekleştirilmesi noktasında kendisine dayanılabilecek bir yapıda olmamasından hareketle artık Mısır idaresini iyice ele geçirmiş İngilizlerle yakın durmaya çalışır. Onun İngilizlerle yakınlaşması, Afgânî ile aralarının git gide daha fazla açılmasına hatta nihai noktada birbirlerinden kopmalarına neden olur. Afgânî mücadeleci ve siyasetçi bir kişilik sergilerken, Abduh düşünce ve itidali benimseyen ilmi bir figür olarak gözükmekteydi. Bu itibarla Abduh, Afgânî etkisindeki yıllarında İngilizlere ve antiemperyalizme karşı daha keskin bir muhalefet yürütürken sonraki döneminde daha ılımlı bir yol tutmuştur. Abduh daha sonra kendi ıslah projesinin gerçekleşmesi için en önemli kurumlardan birisi olarak gördüğü Ezher’deki düzenleme ve yenileştirme çabalarına katılır. Fakat Abduh’un Ezher’de yapmaya çalıştığı yeniliklerin daha çok şekli nitelikte olduğu, müfredatın çağdaş koşullara uygun hale getirilmesinde pek bir şey yapamadığı görülmektedir. Abduh hayatının ilerleyen döneminde yine kendi ıslah projesinin uygulama alanlarından birisi olarak gördüğü Mısır müftülüğü de yapar. Fakat bir fetva meselesi dolayısıyla orada da idareyle anlaşmazlıklar yaşar. Abduh, 1905’te İskenderiye’de vefat etmiştir.
Öğretisi
Abduh’un düşünceleri dini, dini ıslah ve siyasî gibi konularda merkezileşmektedir. Abduh Müslümanların içinde bulundukları çağda karşı karşıya kaldıkları sorunların aşılması maksadıyla, dinle ilgili görüşleri bağlamında tevhid, hüsün ve kubuh, irade ve hürriyet, din ve akıl, din ve bilim gibi konular hakkında düşünüp yazmış ve bu gibi konuların hemen hemen hepsinde kendi ıslahçı kimliğine uygun yeni yorum denemeleri yapmıştır. Abduh tevhid meselesini ahlâki, ameli ve akli bakımlardan ele almış, tevhidin bütün bu açılardan en makul düşünce olduğunu temellendirmeye çalışmıştır. Abduh hüsün ve kubuh meselesinde ise daha çok Mâtürîdî ve Mu‘tezilî düşünceden hareket etmiş, insan faktörü üzerinde önemle durmuştur. Onun buradaki tutumu İslâm dünyasında akılcılığın canlandırılmasına yönelik kendi ıslah projesiyle uyum arzetmektedir. Abduh’un kader ve insan hürriyeti bağlamında da geleneksel yaklaşımı devam ettirdiği fakat vurguyu insan irade ve hürriyetine kaydırdığı görülmektedir. Buna göre her ne kadar Allah yaşadığımız hayatın her noktasını kontrol ediyor olsa da bu müdahale insan hürriyetini engelleyen bir tarzda olmamakta, bu durum insanın bağımsızlığını ortadan kaldırmak şeklinde sonuçlanmamaktadır. İlahi takdir noktasında hiçbir şüphe olmamakla birlikte ilahi takdir rasgele değil, kişinin iradi olarak gösterdiği istidat ve kabiliyete göre gerçekleşmektedir. Din ve akıl meselesiyle irtibatlı olarak ise Abduh, Müslümanların içinde bulundukları çağın sorunlarından kurtulmaları için taklitten kurtulmaları gerektiğini savunmakta ve bu bağlamda dinle akıl arasındaki yakın ilişkiye vurgu yapmaktaydı. Abduh bu amaçla iman ile akıl, vahiy ile akıl arasındaki ilişkileri incelemiştir. Fakat akla yönelik vurguya rağmen Abduh, batı rasyonalizmi ile dinde akla verilen rol arasında bir ayrım yapmıştır. Bu durumda batı rasyonalizmi, kendi akliliği içinde vahye yer vermezken, dinde akla muhalif unsurlar bulunmamakla birlikte aklı aşan boyutlar da bulunmaktadır. Akıl hem sınırlı hem de insanın heva ve hevesine alet edilebilecek bir nitelik olarak da görülmektedir. Abduh’un dini düşüncesi bağlamında değerlendirilebilecek bir diğer konu onun din ile bilim arasında kurmaya çalıştığı ilişkidir. Abduh bu ilişki için sürekli olarak yeni bir eğitim programına vurgu yapmış Ezher’in programına matematik, coğrafya gibi akli ilimlerin eklenmesi yönünde tekliflerde bulunmuştur. Abduh bilim karşısında Hıristiyanlık ile İslâm dinin tutumlarını mukayese etmiş, bilimin bağımsızlığı fikrini savunmuştur.
Abduh’un dini ıslah düşünesinin arka planında ise bir taraftan kendi değerlerine bağlı kalmak diğer taraftan da değişen ve yeni karşılaşılan başka unsurların layıkıyla değerlendirilmesini sağlamak arzusu bulunmaktadır. Abduh, İslâm’ın kendi değerlerinden hareketle yürütülecek bir değişimden bahsetmekte ve ıslahı tam da böyle bir çaba olarak görmektedir. Abduh bu noktada selef akidesine dönüşü savunmakta, taklidi reddetmekte ve çağdaş durum hakkında düşünmenin önemine vurgu yapmaktadır. Abduh buradaki çerçevenin ise dinin temel kaynağı Kur’ân’dan hareketle fakat Kur’ân’ın evrenselliğinin göz ardı edilmeksizin yapılabileceğini düşünmektedir. Ona göre Kur’ân’ın anlaşılması noktasındaki en önemli kriterler ise bütünlük ve akıldır.
Abduh’un siyasî görüşleri ise toplumsal ıslah fikri üzerinde temellenmektedir. Abduh bu amaçla öncelikle kendi siyasî düşüncesine felsefi ve ahlâki bir temel bulmaya çalışmakta sonrasında ise otorite ve siyasal iktidarın meşruiyetinin temelini soruşturmaktadır. Abduh, siyaset düşüncesi bağlamında hilafet teorisini değerlendirmekte ve Osmanlı hilafetini yorumlamakta, millet, yönetim, toplum, hürriyet ve şura gibi konularda yeni yorumlar yapmaktadır.
Öne Çıkan Eserleri
-
Risaletü’l-Varidat: Kahire 1874.
-
Haşiye ala Şerhi’d-Devvani li’l-Adudiyye: 1875-1876.
-
Şerhu Nehci’l-Belaga: Kahire 1321; Beyrut 1412/1912.
-
Risaletü’t-Tevhid: Kahire 1908.
-
Tefsiru’l-Fatiha: Kahire 1323; trc. Abdülkadir Şener, Mustafa Fayda, AÜİFD, c. 16 (1968), s. 1-16.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu