Hayatı
Araplar’ın iki ana kolundan Kahtânîler’e mensup olan Mâlik b. Enes, 93/712 senesinde Medine’de doğdu. Tâbiînin büyüklerinden olan dedesi Mâlik, birçok sahâbîden rivayette bulunmuş bir tâbiîdir ve Hz. Osman zamanında mushafın istinsahıyla görevlendirilenler arasında yer alır. Mâlik b. Enes, önceleri ilme rağbet etmemekle birlikte, babasının teşviki ile ilme yöneldi ve dönemin en önemli ilim merkezlerinden biri konumundaki Medine’de tâbiîn kuşağına mensup hocalardan ders almaya başladı. İlk hocası olan Abdurrahman b. Hürmüz el-A‘rec, büyük tâbiîn âlimlerindendir. Kendisinden yedi yıl ders aldıktan sonra yine Medine’nin önde gelen âlimlerinden Rebîatürre’y’in öğrencisi oldu. Fıkıh ve usûl düşüncesinin gelişiminde bu hocasının önemli bir yeri olduğu söylenir. Daha sonra birçok âlimin ders meclisinde bulunan Mâlik’in en önemli hocası İbn Şihâb ez-Zührî olmuştur. Mâlik, hoca seçiminde ve rivayette çok titiz davranan bir öğrenci olarak hocalarının da dikkatini çekmiştir.
Yirmili yaşlarda ders vermeye ve hadis rivayet etmeye başlayan Mâlik’in Mescid-i Nebevî’deki halkası kısa sürede duyulmuş ve kendisi burada verdiği derslerle çok büyük bir üne kavuşmuştur. Binlerce öğrenciye hadis ve fıkıh öğrettiği söylenen Mâlik b. Enes’in en çok tanınan öğrencileri arasında İbn Kâsım, İbn Vehb, İbn Abdülhakem ve Eşheb el-Kaysî’nin isimleri sayılabilir. Medine’deki talebelerinin yanı sıra şehir dışından gelen öğrencileri de ondan uzun süre ders almış ve bunlar vasıtasıyla Mâlik’in ilmi ve görüşleri Mısır, Kuzey Afrika, Endülüs ve Irak gibi önemli merkezlere ulaşmıştır.
Mâlik’in hayatının ilk yarısı Emevîler, ikinci yarısı ise Abbâsîler devrine rastlar. Siyasi olay ve gelişmelerden uzak durmayı tercih eden Mâlik, mevcut yöneticilere de muhaliflerine de mesafeli bir tavır takınmıştır. Daha önce yaşanan hadiseler ve Haremeyn merkezli çatışmaların dönemin birçok âlimi gibi Mâlik’i de böyle bir tutuma sevk ettiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte zaman zaman idarecilerle karşı karşıya geldiği de vakidir. Nitekim bir defasında fıkhî bir meseleye dair görüşünün yanlış yorumlanması üzerine Medine valisinin talimatıyla tutuklanmış, kırbaçlanarak omzu sakatlanmıştır. Halife Mansûr hacca geldiğinde gerçek ortaya çıkmış ve halife kendisinden özür dileyerek gönlünü almıştır.
Mâlik b. Enes, hac ve umre ziyaretleri dışında Medine’den hiç ayrılmamış ve halifenin davetini geri çevirme pahasına ders meclisini terk etmemiştir. Geçirdiği kısa süreli bir rahatsızlıktan sonra 14 Rebîülevvel 179 (7 Haziran 795) tarihinde Medine’de vefat eden Mâlik’in cenaze namazını Medine valisi kıldırmış ve naaşı Bakî‘ Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Öğretisi
İmam Mâlik’in görüş ve yaklaşımlarını, ilmî mesaisinin büyük bir kısmını sarf ettiği hadis ve fıkıh ilimleri üzerinden takip etmek mümkündür. Mâlik b. Enes her şeyden önce çok titiz bir hadis âlimi idi. Muazzam bir hadis rivayet birikimine sahip olmasına karşın titizliği gereği bu birikimin oldukça sınırlı bir kısmını rivayet etmiştir. Hadis ravileri hakkında da derin bir vukufiyete sahip olan Mâlik, yaptığı değerlendirmelerle hadis ilminin en önemli şubelerinden biri olan cerh-tadil sahasının da öncüleri arasında kabul edilir. Mâlik’in içinde bulunduğu hadis rivayet zincirleri, çoğu muhaddis tarafından en güvenilir zincirler arasında sayılır ve özellikle “Mâlik-Nâfi-İbn Ömer” kanalıyla aktarılan hadisler, “altın silsile” ile gelmiş sayılır. Mâlik’in tasnif ettiği el-Muvatta adlı kitap, hadis ilminin zirve eserlerinden biridir. Buhari ve Müslim’in Sahih’leri öncesinde kaleme alınan hadis kitapları içinde en meşhur ve muteber olan eser el-Muvatta’dır. Bu kitap, içerdiği hadislerin yanı sıra Medineli âlimlerin görüş ve uygulamaları ile Mâlik’in ictihadlarını da yansıtması itibarıyla önem arz eder.
Mâlik b. Enes, sahâbe ve tâbiîn devrinde şekillenen Medine ilim ortamında yetişmiş ve bu şehirdeki ilim geleneğine dinî-fıkhî bir muhteva kazandırarak bir müddet sonra Mâlikî mezhebi olarak anılacak hareketin doğmasını sağlamıştır. Mâlik, her şeyden önce Medine ilim geleneğine büyük bir önem ve değer atfediyor ve İslâmiyetin en sahih ve en isabetli yorumunun bu şehirde geliştiğine inanıyordu. Medine halkının uygulamalarında karşılık bulan ve “Amel-i Ehl-i Medine” kavramıyla ifade edilen bu gelenek, onun din ve fıkıh anlayışını şekillendiren en merkezî hususiyettir. Mâlik’in gerek muhaddisliği gerekse fakihliği bu kavram etrafında şekillenmiştir. O, Hz. Peygamber’den rivayet edilen haberlerin sıhhat ölçüsü olarak Amel-i Ehl-i Medine’yi öne sürer, fıkhî görüş ve yaklaşımlarının neredeyse icma ile eşdeğer gördüğü bu gelenekle çelişmemesine gayret ederdi. Kendisi de Ehl-i hadis ekolünün önde gelen temsilcileri arasında kabul edilmekle birlikte, diğer Ehl-i hadis çevrelerinden farklı olarak rivayetleri tenkide tabi tutmuş ve sıhhatin tespitinde en önemli kıstas ve hakem olarak Medine ilim geleneği ve uygulamalarını öne sürmüştür. Buna göre, bir rivayet kesintisiz bir isnadla Hz. Peygamber’e ulaşsa dahi eğer Medine ilim geleneği ve uygulamaları ile çelişmekte ise amel değeri taşımaz. Mâlik, el-Muvatta adlı eserinde yer verdiği birçok rivayetin ardından bu hususa işaret eder ve Medine amelinin önemine vurgu yapar. Kendisine aktarılan kimi rivayetleri, sened bakımından herhangi bir sorun taşımadıklarını belirtmekle birlikte, Medine’de bilinmediği veya uygulamada esas alınmadığı gerekçesiyle amele esas almayarak reddeder. Bu husus, muhalifleri tarafından eleştirilmesine yol açmış ve hem Ehl-i hadis ekolüne mensup muhaddisler hem de Muhammed b. Hasen eş-Şeybânî ve Şâfiî gibi fakihler Medine halkının uygulamalarının bu şekilde sünnetle özdeşleştirilmesine karşı çıkmışlardır.
Mâlik b. Enes’i ve onun görüşleri ışığında şekillenen Mâlikî mezhebini diğer fakih ve mezheplerden ayıran hususlar arasında mashalat-ı mürsele ve sedd-i zerâi delillerine verdikleri önem göz çarpar. Mâlik, kıyas delilini daha da ileri taşıyarak dinî kaynakların lehte ve aleyhte herhangi bir hüküm bildirmediği maslahatlara dayanılarak hüküm verilebileceğini kabul etmiştir. Daha sonraki kaynaklarda “maslahat-ı mürsele” olarak anılacak olan bu delil, Mâlikî mezhebini diğer mezheplerden ayıran en önemli usûlî farklılardandır. Yine, hakkında açık bir yasaklama hükmü bulunmamasına rağmen bazı meşrû fiillerin dinen gayrımeşrû sayılan neticelere götürdüğü gerekçesiyle yasaklanmasını ifade eden “sedd-i zerâi” de Mâlik’in sıkça başvurduğu deliller arasında yer alır. Bunların yanı sıra sahâbe görüşlerine verdiği önem, Mâlik’in fıkıh anlayışının şekillenmesine katkı sağlamış bir diğer önemli husustur.
Mâlik b. Enes, Medine ilim geleneğine çok önem vermekle birlikte, farklı şehirlerdeki ilmî birikime de değer verir ve farklı içtihatlara meşruiyet tanınması gerektiğini düşünürdü. Mansur ve Harunurreşid’in el-Muvatta’ın bütün vilayetlerde esas alınması ve kadıların bu kitaba göre hüküm vermeleri yönündeki tekliflerini kabul etmemiş ve her âlimin kendisine ulaşan bilgiler ve ulaştığı ictihadlar muvacehesinde görüş bildirmesinin tabii olduğunu vurgulamıştır.
Mâlik b. Enes, akîdevî görüşleri ve kelâm ilmine karşı mesafeli tavrıyla Ehl-i hadis ekolünün ana fikirlerini paylaşır. O dönemde yaygın pek çok spekülatif kelâmî tartışmaya müdâhil olmaktan bilinçli bir şekilde uzak durmuş ve muhalifleriyle tartışmaya girmekten de genel olarak kaçınmıştır. İstiva konusuyla ilgili kendisine nispet edilen, “İstiva malumdur, keyfiyeti meçhuldür ancak onun nasıllığını sorgulamak bid’attir” cümlesi, bu konulara yaklaşımını özetler niteliktedir.
Öne Çıkan Eserleri
- el-Muvatta: Dâru İhyai't-Türasi'l-Arabi, Kahire 1951; nşr. Abdülmecid Türkî, Dârü'l-Garbi'l-İslâmî, Beyrut 1994.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu