Hayatı

Levnî, minyatür sanatına getirmiş olduğu yeniliklerle XVIII. yüzyılın en önemli nakkaşlarından biridir. Minyatür sanatının  on sekizinci yüzyıldaki önde gelen temsilcilerinden olan sanatçı aynı zamanda usta bir şairdir. Kilâri Ahmed Efendi’nin 1718 tarihli Enderunlu Şairler, Hattatlar ve Musikî SanatkârlarıTezkiresi adlı eserinde adının geçiyor olması bu gerçeği teyit eder.  Halk edebiyatı üzerine çalışan araştırmacılar kendisinin bir halk şairi (saz şairi) olduğunu belirtirler. Kaleme almış olduğu pek çok divan şiiri, kaside ve destan bulunur.

Hayatı hakkında bilgi veren birtakım kaynaklar olmakla birlikte bu bilgiler oldukça kısıtlıdır. Onun kendi eserleri içerisinde de yer yer hayatına dair kimi detaylara rast gelinir.

Asıl adı Abdülcelil Çelebi olup eserlerinde renkli, renkçi, çeşitli ve çok yönlü anlamına gelen Levnî mahlasını kullanmıştır. Saray çevresinde ayrıcalıklı bir yere sahip olduğu düşünülen sanatçının kullanmış olduğu Çelebi unvanı bu gerçeği teyit eder. Kendisinin XVII. yüzyıl sonlarında Musavvir Hüseyin’in öğrencisi olduğu düşünülmektedir. Döneminin en ünlü nakkaşı olmasına rağmen isminin ehl-i hiref defterlerinde yer almaması oldukça düşündürücüdür. Bu durum araştırmacılar tarafından kendisinin ücretli bir saray nakkaşı olmayıp, sarayda yüksek düzeyde görev yapan bir kişi ya da bağımsız bir sanatçı olabileceği ihtimali ile açıklanır. Sanatçının İstanbul’a gelmeden önce Edirne’de yaşıyor olduğu bilinmesine karşın bu şehirde doğup doğmadığına ilişkin kesin bir bilgi bulunmamaktadır.

Levnî’nin II. Mustafa zamanında (sal. 1695-1703) Edirne Sarayı’nda çalışmaya başladığı, burada baş nakkaşlığa kadar yükseldiği düşünülmektedir. III. Ahmed’in (sal. 1703-1730) 22 Eylül 1703’de Edirne Sarayı’ndaki cülûsunun ardından İstanbul’a geçmiş olabileceği ve bu tarihten itibaren Topkapı Sarayı nakkaşhanesinde çalışmaya başlayarak önemli eserlerin altına imza atmış olduğu belirtilir. 1718 Pasarofça Anlaşması’na kadarki süre zarfında gerek seyahat gerekse askeri amaçla zaman zaman Edirne’ye gelmiş olsa da bu tarihten sonra kendisinin esas ikametgâhı İstanbul olmuştur.

Kendisinin İstanbul’a hangi tarihte geçtiği tam olarak bilinmemektedir. Kimi araştırmacılar Levnî’nin Edirne’de ikâmet ettiği sırada üç yıldır çektiği göz hastalığından yakınarak padişahtan bir yıllık gelir isteyişini ve bu isteğinin padişah tarafından yanıt buluşunu bildiren 15 Ekim 1706 tarihli belgenin varlığına dayanarak kendisinin 1707 yılından sonra İstanbul’da yaşamaya başladığını belirtirler. Lâle Devri’nde 15 sene kadar İstanbul’da yaşayarak kapıkâhyalığı yapan Boğdan Beyi Dimitri Kantemiroğlu’nun 1734 tarihinde basılan Osmanlı İmparatorluğu’nun Yükseliş ve Çöküş Tarihi adlı eserinde yer alan portrelerinin Levnî tarafından yapıldığı ve Kantemiroğlu’nun 1711’deki Prut Savaşı’nın ardından Rusya’ya yerleşmiş olduğu birlikte değerlendirildiğinde Levnî’nin 1710 yılından önce İstanbul’a yerleşmiş olduğu görülür.

Kantemiroğlu’nun bu eserde Levnî’den “sultanın danışmanı”, “baş ressamı” şeklinde bahsediyor olması Levnî’nin bir baş nakkaş olmasının yanında, saray içerisindeki ayrıcalıklı konumunu, kendisinin sarayda padişaha yakın bir kişi olabileceği savını doğurur. Onun saraya yakın bir şahsiyet olduğu III. Ahmet için yazmış olduğu kasidesinde yer alan ibarelerle de doğrulanır. Levnî bu kasidesinde kendisini “hünkârın dergâhının eskilerinden” şeklindeki bir ibare ile tanımlamıştır. Hayatına dair bilgiler içeren bu kasidede yer alan kimi ifadelerden anlaşıldığı kadarı ile kendisinin her daim düzenli bir geliri olmamıştır.

Levnî’nin hayatı hakkında bilgi veren en önemli kaynak 1765-87 yılları arasında tarih yazıcılığı yapan Ayvansaraylı Hafız Hüseyin Efendi’nin kaleme aldığı Mecmuâ-i Tevarih (TSMK. H. 1565) adlı hatırattır. Eserde Levnî’nin adının Abdülcelil Çelebi olduğu, kendisinin İstanbul’a Edirne’den gelmiş olduğu belirtilmekle birlikte Edirne’ye hangi tarihte gelmiş olduğuna dair bir bilgi bulunmaz. Kendisinden şair ve musavvir olarak bahsedilen eserde, İstanbul’da saray nakkaşhanesine geldiği, burada çırak olarak işe başlayıp sonrasında usta olduğu bilgisi de verilir. Ayvansaraylı onun başlangıçta saz üslubunda tezhibe ilgi duyup bu alanda çalışmalar yaptığını, sonrasında ise resim sanatına yönelerek bu alanda yapmış olduğu çalışmalardaki başarısı ile bu alanda büyük bir üne kavuştuğunu belirtir. Aynı eserde kendisinin II. Mustafa’nın tahttan indirildiği sırada işe alındığı, batılı resmin Osmanlı’da talep görüp hacimli resimlerin yapılmaya başlandığı I. Mahmud’un tahta çıktığı 1730 yılına dek en üstün ressam olarak anıldığı bilgisi verilir.

I. Mahmud döneminde de hayatta olduğu bilinen sanatçının bu dönem içerisinde yapmış olduğu herhangi bir çalışmaya rastlanılamamıştır. Yaşamının sonuna dek İstanbul’da saray nakkaşhanesinde çalışıp döneminin en önemli nakkaşı olmayı başaran sanatçı Ayvansaraylı’nın verdiği bilgiye göre 1732-33 yılında vefat etmiştir. Eyüp’te Otakçılar Camii yanında yer alan Ak Türbe sırasında Sâdiler Tekkesi karşısındaki set üzerine defnedilmiştir.

Öğretisi

Minyatür Tarihindeki Yeri ve Özgün Katkıları

Levnî’nin yaşamış olduğu XVIII. yüzyıl Avrupa ile kültürel etkileşimin arttığı yepyeni bir dönemin başlangıcıdır. Bu dönemde pek çok alanda yapılan reformlar Osmanlı kültür ve sanat ortamını da etkilemiş, sanatın pek çok alanında yepyeni biçim ve türlerin ortaya çıkmasına imkân sağlamıştır. Sanatçının geleneksel tasvir anlayışı ile Avrupa resim geleneğini bir araya getirerek vücuda getirdiği minyatürler içinde yaşadığı dönemin bu temayülünü yansıtır bir mahiyet taşır. Geleneksel ile Avrupa resim geleneğini harmanlayarak oluşturduğu bu yeni üslup kendinden sonra gelen nakkaşları da etkileyerek Osmanlı minyatüründe yeni bir dönemin kapısını aralamıştır.

Levnî yapmış olduğu minyatürlerde geleneksel kalıpları kırıp daha gerçekçi bir görsel dil kullanarak kendinden önceki dönemden farklı bir anlatım dili inşa etmiştir. Kullanmış olduğu canlı renkler ve zengin kompozisyon kurgusu ile dikkati çeken çalışmaları bu bağlamda yoğun bir dinamizm barındırır. Bu dinamizm el-kol jestleri olan ifadeli figürlerle desteklenmiştir. Sade tezyini anlayışla resmettiği minyatürlerinde geleneksel motifleri kendi yorumu ile sadeleştirerek kullandığı görülür. Bir belge niteliği taşıyan minyatürleri Lâle Devri yaşantısını izleyici ile buluşturuyor olması açısından da kıymetli bir yere sahiptir.

Usta bir portre sanatçısı olan nakkaşın bu alandaki yetkinliği Kebir Musavver Silsilenâme için yapmış olduğu padişah portrelerinde yoğun bir şekilde hissedilir. Hünerli bir işçilikle yapılmış olan bu portrelerde görülen ifadeli çehreler onun alandaki becerisini ortaya koyar. Nakkaş Osman’ın kalıplarının Batı resim geleneği ile harmanladığı bu albüm, padişah portreciliğinde önemli bir dönemeci teşkil eder. Osmanlı padişah portreciliğinde XVI. yüzyılda Nakkaş Osman’ın portre kalıpları ile birlikte yaşanan değişim XVIII. yüzyılda Levnî’nin Kebir Musavver Silsilenâme için yapmış olduğu bu portreler ile birlikte yepyeni bir sürece girmiş, bu tarihten sonra nakkaşlar padişah portrelerinde Nakkaş Osman yerine Levnî’nin kalıplarını taklit etmişlerdir. Albümde kısmen Nakkaş Osman’ın kalıplarını devam ettiren sanatçı, bir yenilik olarak padişahları kimi zaman arkalarında yer alan bir perde ile birlikte resmetmiştir. Levnî bu portrelerde Nakkaş Osman’ın aksine padişahları farklı ten renkleri ve ifadeli yüzlerle resmetmiş, padişahların kıyafetlerinde, sırtlarını yasladıkları yastığın, altlarında yer alan yaygıların tezyininde kendi yorumunu katarak sadeleştirdiği klâsik motifleri tercih etmiştir.

İslam Düşünürleri

Eserleri

Levnî’nin nakkaş olarak ilk büyük çalışması, Dimitri Kantemir’in, 1734-35 yılında basımı gerçekleştirilen Osmanlı tarihini anlatan Osmanlı İmparatorluğu’nun Yükseliş ve Çöküş Tarihi (The History of The Growth and Decay of The Ottoman Empire) adlı eser içerisindeki padişah portreleridir. Osman Gazi’den II. Mustafa’ya kadarki 22 Osmanlı padişahının gravür portresinin yer aldığı eserde bahsi edilen portreler Levnî’nin 1700’de yapmış olduğu düşünülen ve günümüze ulaşmamış olan padişah portrelerinin bir kopyasıdır.

Levnî’nin İstanbul’a geldikten sonra yapımında yer aldığı ilk büyük çalışma 1710-20 yıllarına tarihlendirilen silsilenâme türü bir padişah portre albümü olan Kebir Musavver Silsilenâme (TSMK, A. 3109)’dir. II. Mustafa döneminde başlanıp III. Ahmed’in saltanatı zamanında tamamlandığı düşünülen bu çalışma içerisinde yer alan portrelerin eserin metnine sadık kalınmayarak yapıldığı ilk silsilenâme örneğidir.Hz. Adem ve Hz. Havva ile başlayarak son Osmanlı padişahına kadar uzanan XVI. ve XVII. yüzyıl silsilenâmelerine benzemiyor olması itibari ile daha çok bir portre albümü özelliği taşıyan bu çalışmada, portreleri yapılan padişahlara ait bilgileri içeren metin, III. Selim döneminde şair Münib (ö. 1823) tarafından yazılarak esere sonradan eklenmiştir.  Osman Gazi’den IV. Mustafa’ya kadarki 29 padişahın portresinin yer aldığı eserdeIII. Ahmed’e kadarki 23 portre Levnî’ye ait olup II. Mustafa portresinde onun imzası yer alır. Albüme sonrasında XVIII. yüzyılda Rafeal ve onun ekolünü devam ettiren sanatçılar tarafından 4 portre, XIX. yüzyılda ise Konstantin Kapıdağlı tarafından 2 portre eklenmiştir. Levnî’ni bu eser için tasarladığı padişah portrelerinde Nakkaş Osman’ın Kıyâfetü’l-İnsâniyye fî Şemâili’l-Osmaniyye (TSMK. H. 1563) için hazırladığı geleneksel şema ile Avrupa tarzı resim geleneğini harmanlamıştır. Tasarlamış olduğu bu yeni portre kalıbı kendinden sonraki nakkaşların yapmış oldukları padişah portre çalışmalarına örnek olmuştur.

Levnî’nin minyatürlerinin yer aldığı bir diğer çalışma 1720-30 (1710-1720) yıllarına tarihlendirilen içerisinde bir metnin yer almadığı bugün Topkapı Sarayı Müzesi Yazma Eserler Kütüphanesi’nde yer alan TSMK, H. 2164 envanter numaralı bir kıyâfet albümüdür. İçerisinde 46 adet minyatürün yer aldığı eserde 43 minyatür Levnî’nin imzasını taşır. Diğer 3 minyatürün başka nakkaşlar tarafından yapılıp albüme sonradan ilave edildiği belirtilir. Bu tasvirlerden 1 tanesi Genç Osman portresi (vr. 1b), 2 tanesi ise doğa tasviridir. Albümün geri kalan minyatürleri, çoğunluğu tek figür halinde ve ayakta olarak resmedilmiş dönemin farklı sosyal statüye sahip Osmanlı, Avrupa ve Acem asıllı kadınlarını ve erkeklerini içeren tasvirler yer alır. Bir kadın ve bir erkek figürün karşılıklı sayfalara yerleştirildiği albümde çengi, peyk, bostancı ve derviş gibi çok çeşitli tipte figürler resmedilmiştir. Bu minyatürlerin çoğunda sayfanın üst kısmında tasvir edilen kişinin adı ve mesleğine dair bilgiler yer alır. Lâle Devri’nin kıyafet zevkini ve eğlence anlayışını yansıtan bu minyatürler bulunduğu çağı belgelemesi ile oldukça kıymetli bir yere sahiptir. Bu tasvirlerde yer alan kişilerin bilinen öykülerin kahramanları oldukları ve bu öyküleri görselleştirmek amacı ile yapılmış oldukları düşünülmektedir. Lâle Devri’nin kıyafet zevkini ve eğlence anlayışını yansıtan bu tasvirler bulunduğu çağı belgeliyor olması ile oldukça önemlidir.

Levnî’nin resmettiği bir diğer önemli eser ise kendisinin başyapıtı olduğu düşünülen Surnâme-i Vehbi (TSMK, A. 3593)’dir. Dönemin ünlü şairi Seyyid Hüseyin Vehbi (ö. 1736) tarafından kaleme alınan bu yazmanın hangi tarihte tamamlanmış olduğuna dair bir belge bulunmadığı gibi ketebesi de bulunmaz. Bununla birlikte Süleymaniye Kütüphanesi’nde yer alan bir el yazmasında (SK. Halit Efendi 773) Vehbî’nin mevcut yazmanın metnini1727-28 yılları arasında tamamlamış olduğu bilgisi verilir. Lâle Devri’nin ve Levnî’nin en ünlü eseri olan çalışma Osmanlı resimli tarihlerin son örneklerinden biri olması hasebi ile Osmanlı minyatür sanatında özel bir yere sahiptir. Hattatı Hüseyin Şakir Bey (ö. 1743)’dir.III. Ahmed’in şehzâdeleri Süleyman (10), Mehmed (3), Mustafa (3) ve Süleyman için 18 Eylül-2Ekim 1720 tarihleri arasında tertip ettiği sünnet şölenini konu alır. İçerisinde bahsi edilen sünnet sünnet şölenini konu edinen, hepsi Levnî tarafından resmedilmiş çift sayfa 137 minyatür yer almakta olup vr. 20b ve vr. 173a’daki sahnelerde Levnî’nin imzası bulunur. Bu minyatürler dönemin toplumsal yapısını yansıtan pek çok ayrıntı içermesi ile belgeleyici bir yön içerir. Eserde figür gruplarının klâsik dönem minyatürlerinden farklı olarak paralel ya da karşılıklı sıralar halinde değil yukarıdan aşağıya s şeklinde bir kıvrım yapmak sureti ile kompozisyona yerleştirildikleri ve bu hareket vasıtası ile sahnede bir derinlik algısının tesis edilmiş olduğu görülür. Levnî’nin ufuk çizgisi yukarıda olacak şekilde tasarlanmış bu minyatürlerinde, sahnenin gerisinde yer alan ağaçların perspektifi anımsatacak şekilde nispeten soluk ve küçük olarak resmedilmiş olması, gökyüzü ve bulutlarda hissedilen resimselik sanatçının Avrupa resim anlayışı ile harmanlanmış tasvir anlayışının bir yansımasıdır. Güçlü bir gözlem yeteneği ile tasarlanmış olan bu minyatürler belgeleyici bir nitelik taşır. Bu tasvirler tıpkı önceki çalışmalarında olduğu gibi Batı resim geleneğinin etkilerini taşır.

Nakkaşlığının yanında usta bir şair de olan Levnî’nin hece ve aruz ölçüsü ile yazılmış şiirleri, kâsideleri, destanları ve tekerlemesi bulunur. Sanatçının onlarca şiiri türkü ve şarkı olarak da okunmuş, bu türkü ve şarkılarda aşk, gurbet, ayrılık, hasret ve kahramanlık gibi konuları ele almıştır. TSMK, H. 1517 envanter numaralı bir mecmua-i eş’arda kendisine ait pek çok şarkı, türkü, gazel, semaî ve kalenderî formunda şiiri yer alırken TSMK, H. 1603 envanter numaralı bir başka mecmua-i eş’arda bir şiiri bulunur. Atasözlerini “demişler” redifiyle nazıma dönüştürerek yazmış olduğu 28 dörtlükten oluşan Atalarsözü Destanı izlediği bu metotla yeni bir destan çeşidi olarak ortaya çıkarmıştır. Selanik’ten İstanbul’a yaptığı deniz yolculuğunu anlatan uzun bir destanı olduğu gibi “uymuş” redifli mizahi bir tekerleme destanı daha bulunur. Levnî’nin III. Ahmed için yazıp kendisine takdim ettiği 20 beyitlik bir kasidesi de vardır.

Öne Çıkan Eserleri

  • Kebir Musavver Silsilenâme: TSMK, A. 3109.
  • Albüm: TSMK, H. 2164.
  • Surnâme-i Vehbi: TSMK, A. 3595.

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu