Hayatı
XVIII. yüzyılın Şeyh Galip’le birlikte adı en çok anılan şairi Nedim, yüzyılın ilk yarısında yaşamış ve Lâle Devri’ni görmüş bir dîvân şairidir. Doğum tarihi konusunda kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte 1681 yılında doğduğu kabul edilir. Asıl adı Ahmed olan şair, hem anne hem de baba tarafından kültürlü bir aileden gelir. Babası Kadı Mehmed Efendi, Sultan İbrahim döneminde kazaskerlik yapmış Merzifonlu Muslihüddin Efendi’nin oğludur. Annesi ise soyu Fatih devrine kadar uzanan Karaçelebizâde ailesinden Saliha Hatun’dur. Ahmet Atilla Şentürk ve Ahmet Kartal, Nedim’in Abdurrahman Şeref adlı şair bir amcasının da olduğunu belirtir (2006: 438). Nedim’in dedesi bazı kötü özellikleri sebebiyle devrinde pek sevilmemiş ve kendisine Mülakkab Mustafa Efendi denilmiştir (Mazıoğlu, 2012: 22). Mülakkab Mustafa Efendi, yıllar sonra kendisiyle aynı hazin sonu paylaşacak olan torunu Nedim gibi çıkan bir isyanda fakat linç edilerek öldürülmüştür.
İlk eğitimini ailesinden alan Nedim, dönemin klasik ilimlerini, Arapça ve Farsça’yı öğrenmiş; içinde dönemin şeyhülislâmı Ebezâde Abdullah Efendi’nin de olduğu bir kurulun yaptığı sınava girip başarılı olmuş ve hariç medresesi müderrisliğini kazanmıştır (Macit, 2006: 510). Nedim’in tanınması ve şiirleriyle bilinmesi Sultan III. Ahmed döneminde ama daha çok İbrahim Paşa tarafından himaye edilmesiyle olmuştur. Nedim, birçok devlet adamına kasideler sunmuş ve onlarla iyi ilişkiler kurmaya çalışmıştır. Özellikle Damad İbrahim Paşa’ya kıta ve kasideler yazmış ve bu sayede paşa tarafından himaye edilmiştir. İsmail Erünsal, Nedim’in muhallefat kaydından hareketle bıraktığı servetin, bir müderris veya kadı geliriyle orantılı olmadığını dolayısıyla değerli eşyalara ve pahalı kürklere sahip olan şairin, padişah ve diğer devlet adamları tarafından iyi bir şekilde himaye edildiğini söylemektedir (2009: 271).
Paşa’nın hâfız-ı kütüplüğünü yapan, tercüme faaliyetlerinde görev alan Nedim, Mahmud Paşa Mahkemesi’nde nâiblik, Molla Kırımî, Nişancı Paşa-yı Atîk, Sahn-ı Semân ve Sekban Ali Paşa medreselerinde müderrislik yapmıştır (Mazıoğlu, 2012: 34-35). Nedim’in hayatı ve yükselen kariyeri, ilginç bir şekilde, şairin bugün bile akla birlikte geldiği Lâle Devri’yle paralel olarak son bulmuştur. Lâle Devri’ni sona erdiren Patrona Halil İsyanı sırasında hayatını kaybeden Nedim’in ölüm sebebi hakkında farklı rivayetler vardır. Kaynaklar Nedim’in yakalandığı illet-i vehime’den dolayı yahut isyancılardan kaçarken evinin çatısından düşerek veya intihar etmek suretiyle öldüğünü söylemektedir (Mazıoğlu, 2012: 37; Gölpınarlı, 2004: VIII). Halil İnalcık ise şairin ölümüne ilişkin farklı bir bilgi vermektedir: “III. Ahmed döneminde çerâgân âlemlerinde hazır bulunanlar, bu arada Nedim, takibe uğradılar, birer birer yakalanıp idam olundular” (2015: 330). Ancak her durumda Nedim’in, isyan bastırılmadan vefat ettiği, ölümü sebebiyle tutulan tereke kaydından anlaşılmaktadır (Gölpınarlı, 2004: VIII). Mezarı Üsküdar Karacaahmet’te bulunan Nedim, annesi Saliha Hatun ile aynı mezarlıkta medfundur. Nedim’in mezar taşında yazarı belli olmayan şu kitabe bulunmaktadır:
Nedîm Ahmed Efendi kârı tedrîs idi rûz u şeb // Ulûm içre kemâle ermiş idi ol safî-meşreb
Hitâb-ı irci‘î erdikde sem‘ine deyüp lebbeyk // Koyup cân u cihânı kıldı kurb-ı Bâri’yi matlab
Revâ ola düşerse fevtine işbu du‘â târîh // Nedîm olan nedîm-i Şâh-ı ceyş-i enbiyâ yâ Rab
(Gölpınarlı, 2004: IX).
Öğretisi
XVIII. yüzyıl, Osmanlı Devleti için uzun savaşların, bu savaşlar arasındaki kısa barış dönemlerinin, ıslahat girişimlerinin, padişah değişikliklerinin yaşandığı çetrefilli ve inişli çıkışlı bir dönemdir. Lâle Devri ise 1718-1730 yılları arasında III. Ahmed’in hem sadrazamı hem de damadı olan İbrahim Paşa ile birlikte anıldığı, çoğunlukla “zevk u safa” ile akla gelen bir zaman aralığıdır. Bu devirde, Avrupa’yı tanımak için elçiler gönderilmiş, matbaanın yanı sıra kâğıt ve çini fabrikası da kurulmuştur. Aynı zamanda çeşitli imar faaliyetlerinin başladığı bu devirde İbrahim Paşa Kâğıthane’de padişah için Sâdâbâd Kasrı’nı yaptırmış ve bu dönemde sık sık eğlenceler düzenlenmiştir. Bu zevk ve yenilik ortamında dîvân şairleri de orijinal olmak ve öne çıkmak için adeta birbirleriyle yarışmıştır. Ömür Ceylan, XVIII. yüzyılın “şairlere miras olarak ancak çetin bir var olma mücadelesi” bıraktığını belirtmekte ve bu dönemi “sayıca kalabalık, nitelikçe sınırlı; fakat sınırlı olduğu için de nitelik ve farklılığın her zamandan daha değerli olduğu bir edebiyat dönemi” olarak tanımlamaktadır (2010: 121). Bu ortamda Nedim ise dîvân şiirine getirdiği yenilikle öne çıkmış ve bu dönemin edebî yüzü olmuştur. Ahmet Refik Altınay, Nedim’i şöyle tarif eder: “Nedim, Ahmed-i Sâlis devrinin bütün debdebe ve haşmetini, saraylarının zinet ve elvanını, bağçelerinin rengarenk çiçeklerini, çerâgânlar, ziyafetler ve helva sohbetleriyle geçen hayatını şiirlerinde yaşatmıştır. Nedim’in eşarında Fuzûlî’nin ateşîn aşkı, Nef‘î’nin azamet-i beyanı yoktu; fakat kullandığı ince ve ahenkdâr kelimelerle tasvir-i bedâyî‘de gösterdiği harika-i beyana hiçbir şair yetişememiştir” (Alıntılayan İnalcık, 2015: 314).
Çağdaşları arasından kendine özgü üslubuyla sıyrılan Nedim’in şiirlerinde İstanbul teması çok önemli bir yer tutar. İstanbul, onun şiirlerinde semtleri ve yapılarıyla şiirdeki olayların geçtiği mekân olarak kullanılır. Tunca Kortantamer, Nedim’in şiirlerinde “İstanbul’un mahalle, sokak, meydan, saray, yalı, kasır, ev, kışla, tersane, hamam, meyhane, han, çarşı, bedesten, medrese, cami, tekke, çeşme, sebil, maksem, bahçe, mesire yeri ve içki meclislerinin mekân ve çevreyi oluşturan veya tamamlayan unsur olarak” kullanıldığını söyler (1993: 339). Nedim’in şiirlerindeki İstanbul yansımalarını detaylı bir şekilde analiz eden araştırmacıya göre şair, hayal ettiği şehri değil içinde yaşadığı ve somut olarak hissettiği şehri, bir turist rehberi edasıyla anlatır (1993: 340). Nedim’in şiirlerinde mekân ve çevreyi nasıl kullandığını beş maddelik bir tasnifle izah eden Kortantamer’e göre Nedim, bir yeri, ya bazen yüzeysel bazense detaylı bir şekilde anlatır ve över; ya gerçek bazı olaylarla ilişkili bir şekilde kullanır; ya şiirinde hayal ettiği kimi sahnelerin yaşanacağı bir yer olarak kurgular; ya tüm bu kullanım biçimlerini farklı şekillerde birleştirerek kullanır; veyahut da mekân ve çevre şiirdeki küçük bir hikâyede tamamlayıcı unsur olarak yer alır (1993: 367-368).
Günümüzde dahi kendince bir şöhreti olan Nedim, çağdaşı şairler tarafından da çoğunlukla takdir edilmiş ve beğenilmiştir. Örneğin aşağıdaki beyitlerde İzzet Ali Paşa onun açtığı yeni çığıra, Âtıf ise Nedim’in dönemindeki özgünlüğüne dikkat çeker:
Nev-zemîn-i tâzede eyle Nedîm’e peyrevî // İzzetâ şi’rin biraz hâm olsa da mâni’ değil
***
Yekke-tâz olmak Nedîm-âsâ tekellüftür sana // Âtıfa pey-revlik eyle sâha-i tanzîrde
(Gölpınarlı, 2004: XII).
Ancak yaşadığı devirde Nedim’i iyi bir şair olarak benimsemeyenler de olmuştur. Örneğin Osmanzâde Tâib, III. Ahmed’e doğan oğlu için bir tarih manzumesi sunmuş ve bunun ardından melikü’ş-şuarâ ilan edilmiştir. Tâib teşekkür için sultana bir kaside sunar ve bu kasidede devrin diğer şairlerinin de isimlerini anar ancak Nedim’den hiç bahsetmez. Ali Canip Yöntem, Nedim’in bu tavra çok nazik bir karşılık verdiğini söylemektedir: “Gayet nezih bir karakteri olduğunu hayli delaletlerle bildiğimiz Nedim bu haksızlığa pek nazikâne mukabele etti:
Zâhirde egerçi cümleden ednâyız // Erbâb-ı nazar yanında lîk a'lâyız
Saymazsa hesâba nola ahbâb bizi // Biz zümre-i şâirânda müstesnâyız” (1996: 216).
Nedim, en önemli özelliğini “söyleyiş mükemmelliği, yerlilik arzusu ve şuh eda”nın oluşturduğu Nedîmâne bir tarz geliştirmiş ve bir şiirinde “Malumdur benim sühanım mahlas istemez” diyerek (Macit, 2006: 511) kendine özgü bir sesi olduğunu da özgüvenli bir şekilde ifade etmiştir. Hasibe Mazıoğlu, Nedim’in şiirinde duyguları kullanma biçimini anlatırken onun “sanki uçarı bir çapkın, doymak bilmeyen bir âşık” olduğundan fakat asla kabalığa ve bayağılığa düşmediğinden bahseder (2012: 56). Nedim’in şiirlerindeki bu tavır ve eda onun hem takdir edilip takip edilmesine hem de eleştirilere maruz kalmasına sebep olmuştur. Hatta Şeyh Galip bile “Sâlik-i tavr-ı Nedîm oldun bu düşmezdi sana / Hem-zebân olmaz mısın Gâlib sühan-gûlarla sen” diyerek Nedim’i büyük bir şair saymamıştır (Mazıoğlu, 2012: 59). Devrinde büyük bir şair olarak kabul edilmeyen yahut herkes tarafından beğenilmeyen Nedim için Safâyî, “eş‘ârı gayet muhayyel ve güftârı katı bî-bedeldir” diyerek onu över (2005: 672). Nedim, birçok şairin şiirine nazireler, tahmisler, taştirler yazmış, kasidede Nef‘î’den gazellerinde ise Bâkî’den etkilenmiş, Şeyh Galip, Enderunlu Vâsıf, Sünbülzâde Vehbî gibi dönemindeki ve kendinden sonraki birçok şairi de etkilemiştir (Macit, 2006: 511-512).
Klasik şiirdeki sevgili motiflerine ve geleneksel anlatılara Nedim’in şiirlerinde de rastlanmaktadır ancak Nedim’de aynı zamanda değişen, sarı saçlı ve mavi gözlü bir sevgili imgesi de görülür (Gölpınarlı, 2004: XIV- XV). Nedim, şiirinde yalnızca içeriğe değil biçime dair de birtakım değişiklikler yapmıştır. Ömür Ceylan, şairin hece vezniyle yazdığı iki koşmasını, Çağatay Türkçesi ile yazdığı bir Nevâyî naziresini ve şarkılarını dikkat çekici bulduğunu, onun birçok nazım şeklini gerçekçi tasvirler ve tahkiye ile kullanarak mesneviye yaklaştırdığını belirtir (2010:140). Dîvân şiiri için biçim önemli bir unsurdur ama Nedim, bütün kalıpları zorlayan bir şair olmuştur. Örneğin III. Ahmed tıraş olduğunda ona bir şarkı yazar ve Hasibe Mazıoğlu, Nedim’in bu konuyu şarkıyla ifade etmesinin, “geleneğin şekilciliğini sarsan bir hareket” olduğunu belirtir ve Nedim’in tavrını “şekil kırıcılık” olarak tanımlar (2012:114-115):
Cemâl-i bâ kemâlin buldu revnak nûr ü behcetle // Tıraş oldun efendim âfiyetler izz ü devletle
Şükürler kim yine buldun kemâl icrâ-yı sünnetle // Tıraş oldun efendim âfiyetler izz ü devletle (Gölpınarlı, 2004: 358.)
Nedim, Türkçeyi, konuşma dilini ve deyimleri şiirlerinde başarılı bir şekilde kullanır ve kusursuzca vezne sokar. Mazıoğlu, Nedim’in şiirlerine konuşma tarzının fazla hâkim olduğunu ve şairin bu kelimeleri halk gibi kullanmaktan çekinmediğini (zahm – zahim , nazm – nazım , bezm – bezim vb.) hatta bundan zevk aldığını belirtir (2012:125-126).
Akademik sahada yapılan çalışmalarda Nedim’in Sebk-i Hindî ile olan ilişkisi de sıklıkla incelenmiştir. Hint üslubu olarak adlandırılan Sebk-i Hindî tarzı, Osmanlı şairlerinin birçoğunu etkilemiştir. Hasibe Mazıoğlu, Abdülbaki Gölpınarlı ve Sebahat Deniz, Nedim’in de devrindeki birçok şair gibi Sebk-i Hindî etkisinde olduğunu vurgulamaktadır (2012: 82, 2004: XXIX; 1999:646). İsrafil Babacan da Nedim’deki Sebk-i Hindî etkisine dikkat çeker ve Nedim’in şiirlerinde “Hint üslubuna uygun genişletilmiş tamlamalar, hayal atlaması, çağrışım zenginliği, tasavvufi muhtevanın işlenişi; kurbân, girdâb ve bîrengî gibi Sebk-i Hindî anlayışında önemli sayılan kavramlara” rastlanmadığını söyler (2012: 498). Ayrıca, Nedim’de görülen bazı Sebk-i Hindî özelliklerinin hangi sebepten kaynaklandığı (kendi özgünlüğü ve sanat yeteneği mi yahut İstanbul Türkçesi etkisinde olması mı?) tartışmalı bir konu olduğundan Babacan, Nedim’i, şiirlerinde bazı Hint üslubu özelliklerini, bilhassa da ikinci derece olarak tanımladığı dil hususiyetlerini, şiirinde kullanan bir şair olarak görmek gerektiğini düşünmekte ve onun gazellerinin sebk-i vukû ve vâsûht akımlarına daha yakın olduğunu belirtmektedir (2012: 499-500).
Öne Çıkan Eserleri
-
Divan
-
Sahâifü’l-Ahbâr: Müneccimbaşı Derviş Ahmed’in Câmiü’d-Düvel adlı Arapça eserinin Nedîm’in de dahil olduğu bir tercüme heyeti tarafından yapılan çevirisidir.
-
Aynî Tarihi: Bedreddin el-Aynî’nin ‘İkdü’l- cümân ismindeki eserinin Nedîm’in de dahil olduğu bir tercüme heyeti tarafından yapılan çevirisidir.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu