Hayatı

Lâmiş, Semerkant’ın güneyinde Fergana vadisinde bir köyün adıdır. Bu köye nispet edilen Ebü’s-Senâ Mahmûd b. Zeyd el-Lâmîşî dışında iki Hanefî âlim daha bulunmaktadır. Bunlardan biri Muhammed b. Musâ b. Abdillah’tır. İbn Tağriberdî, Ebû Hanîfe’nin mezhebi üzere bir usûl kitabının bulunduğunu, Beyt-i Makdis’te bir müddet kadılık yaptığını h. 506 yılında belirtmiş ve Zehebî’nin onu “el-Balâsâgunî el-Hanefî, Dımaşk kadısı, Şâfiîlerin düşmanı” diye isimlendirdiğini aktarmıştır. Lâmişî nisbesiyle anılan diğer Hanefî âlim ise Ebû Ali el-Hüseyin b. Ali b. Ebü’l-Kâsım el-Lâmişî olup, vefat tarihi kaynaklarda h. 522, vefat yeri de Semerkant olarak kaydedilmiştir. el-Ensâb yazarı Sem‘ânî’nin hocaları arasında yer alması sebebiyle biyografik kaynaklarda bu Lâmişî ile ilgili verilen bilgilerin çoğu el-Ensâb’a dayanmaktadır. Ebü’s-Senâ Mahmûd b. Zeyd el-Lâmîşî’ye ait eserlerin başında müstensihler tarafından kaydedilen ölüm tarihinin, Ebû Ali el-Lamîşi’nin ölüm tarihi ile aynı olması bu ikisinin birbirine karıştırılmasından kaynaklanmış olmalıdır.

Ebü’s-Senâ el-Lâmîşî’nin bahsi geçen Lâmiş köyünde doğduğu ve Semerkant’ta yetiştiği düşünülmektedir. Usûl ve kelama dair eserlerini neşreden Abdülmecîd Türkî, yazmalardan birinin sonundaki bilgiden hareketle 539 yılında hayatta olduğunu ifade etmişse de Lâmişî’nin kelam yönünü çalışan İsmail Şık, bu tarihin Türkî tarafından hatalı okunduğunu, doğrusunun 534 olduğunu belirtir. Bunlar dışında kaynaklarda Lâmişî’nin hayatına ilişkin bir bilgi mevcut değildir.

Öğretisi

Fıkıh Usûlü

Fıkıh usûlünün füru fıkıh ve kelam arasında köprü işlevi gören bir alan olduğu düşünülürse, usûl anlayışları açısından çok derin farklılıklara yol açmamakla birlikte Hanefî fıkıh usûlü düşüncesinde iki farklı eğilimden bahsedilebilir. Birincisi nisbeten daha erken döneme atfedilebilecek olan Irak Hanefîliği, ikincisi ise Semerkant Hanefîliğidir.

Irak Hanefîliği usûl düşüncesinin öncüleri Kerhî, Cessâs ve Saymerî gibi isimlerdir. Kerhî’nin fıkıh usûlüne dair bir eseri olmamakla birlikte, bu konudaki birçok görüşü öğrencisi Cessâs tarafından bize ulaştırılmıştır. Cessâs’ın Ahkâmu’l-Kur’ân’a bir mukaddime niteliğinde yazdığı el-Fusûl fi’l-usûl adlı fıkıh usûlüne eseri ise bir disiplin olarak fıkıh usûlünün neredeyse tüm konu, kavram ve tartışmalarını içermekte olup, günümüze ulaşan fıkıh usûlü eserleri içerisinde ilk olma özelliğine sahiptir. Saymerî’nin fıkıh usûlüne dair yazdığı Mesâilü’l-hilaf fî usûli’l-fıkh isimli eseri, büyük ölçüde Cessâs’ın el-Fusûl’ünün içeriğine sahiptir ve onun muhtasarı olarak ele alınabilir. Bu üç âlimin belirgin özelliklerinden biri bazı kelamî konularda Mutezilî düşünceye olan eğilimleridir ki, bu yüzden Hanefîler muhalifleri tarafından Mutezilî olmakla suçlanmıştır. Diğer bir özellikleri ise fürû-ı fıkha dair yazdıkları eserler ile Hanefî fıkhına hâkim oluşlarıdır ki, özellikle Cessâs’ın el-Fusûl’ü, Hanefî usûl anlayışının fürû-ı fıkıhla iç içe oluşunun ilk ve önemli örneğidir.

Kudûrî istisna edilecek olursa Saymerî’den sonra Hanefî mezhebinin ağırlık merkezi Irak’tan Maverâünnehir bölgesine kaymış ve Hanefî usûl anlayışını temsil eden yetkin eserler burada yazılmıştır. Hanefîlere yöneltilen “Mutezilî olma” suçlaması, Debusî’nin Takvîmü’l-edille’siyle ayıklanmaya ve temizlenmeye başlamış; Serahsî, Fahrulislâm Pezdevî ve Ebü’l-Yüsr Pezdevî’nin yazdıkları usûl eserleriyle de bu iş büyük ölçüde tamamlanmıştır. Nitekim Fahrulislâm Pezdevî eserinin mukaddimesinde Hanefî imamların hiçbirinin itikadî konularda ne Mutezileye ne de diğer bidat mezheplere meyletmediklerini açıkça vurgulamıştır. Hanefîliğin Mutezilî görüş ve eğilimlerden ayıklanmasının ardından sıra Hanefî usûl anlayışının ehl-i sünnetin itikadî görüşlerine uygun olduğunun gösterilmesi ve vurgulanmasına gelmiştir. Bu çabanın öncü ismi, Semerkandî’nin Meâhizü’ş-Şerâi‘ ve Kitâbü’l-Cedel isimli eserleri ile Mâtüridî olarak takdim edilir. Ancak başta Semerkandî’nin Mîzânü’l-usûl’ü ve Lâmişî’nin usûl eseri olmak üzere kendisinden sonra usûl konusunda Mâtürîdî’ye yapılan atıfların azlığı Semerkandî’nin bu takdimine ihtiyatla yaklaşılması gerektiğini gösterir. Mâtürîdî’nin kelamî yönünün ağırlıklı oluşu, bir başlangıç noktasına duyulan ihtiyacı karşılaması açısından fıkıh usûlünde bu eğilimin öncüsü olarak takdim edilmesini bir anlamda gerekli kılmıştır.

Fıkıh usûlünün kelamî ilkelerle uyumlu olarak ele alınması gerektiği konusundaki esas çaba ve başarı bizzat Semerkandî tarafından ortaya konulmuştur. Semerkandî, eserinin başında Mutezîleye olan eğilimleri sebebiyle Iraklı Hanefîlerin yazdığı usûl eserlerine yönelik eleştirilere yer verir. Hemen akabinde de fıkıh usûlü açısından son derece önemli olduğunu düşündüğü bu yaklaşım tarzını ortaya koyan müteahhirundan zeki ve iki ilimde mütebahhir hiç kimsenin bu işe yönelmediği gerekçesiyle kendisinin bu işi üstlendiğini belirtir.

Semerkandî’nin yazdığı eserler ile başarmaya çalıştığı bu yaklaşım tarzını benimseyen diğer bir isim Lâmişî’dir. Aynı dönem ve bölgede yaşayan Semerkandî ve Lâmişî arasında hoca-talebe ilişkisi mi yoksa arkadaşlık ilişkisi mi olduğu kapalı kalmış bir konudur. Ancak fıkıh usûlüne dair yazdığı Kitab fî usûli’l-fıkh isimli eseri, ikisi arasında bir ilişkinin olduğunu ortaya koyacak bir benzerliğe sahiptir. Bazı kısa ek açıklamalar hariç tutulacak olursa Lâmişî’nin eseri el-Mîzân’ın özeti gibidir. Tanımlar, tanımlara ilişkin açıklamalar, konulara ilişkin verilen görüşler, tercih edilen görüş, görüşlerin nispet edildiği isimler birebir örtüşmektedir. Bu durumda Lâmişî’nin Semerkandî’nin el-Mîzân’ı üzerinden muhtasar bir usûl eseri yazmış olması son derece muhtemeldir.

Lâmişî, toplam on yerde olmak üzere bazı konularda Mâtürîdî’nin görüşlerine yer vermiştir. Bunların bir kısmında Mâtürîdî’yi Semerkant meşâyıhının reisi, en büyüğü olarak takdim etmiş, bir kısmında ise onun görüşlerini “eş-Şeyh Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’ye göre” diyerek vermiştir. Usûl konularında Hanefîler arasındaki ihtilaflı görüşleri ise genel olarak Kerhî ve Cessâs’ın isimlerini anarak Irak meşâyıhına göre şöyle, öncülüğünü Mâtürîdî’nin yaptığı Semerkant meşâyıhına göre şöyledir şeklinde Hanefîlerdeki iki eğilimi yansıtacak şekilde vermiştir. Mutezile’nin muhalif olduğu ve kelamla ilgisi bulunan usûl konularından bahsedildiğinde ise bu konulardaki görüş farklılıklarını belirtmek üzere, fıkıh usûlü eserlerinde pek rastlanmayan ehl-i sünnete göre, ehl-i sünnet ve’l-cemaata göre ve ehl-i hakka göre ifadelerinin kullanılmış olması, Semerkandî ve Lâmişî’nin temsil ettiği usûl çizgisini göstermesi açısından önemlidir.

Lâmişî, fıkhın asıllarının (usûlü’l-fıkh) Kitab, Sünnet ve icmâ olmak üzere üç tane olduğunu, bunların her birinden tek başına fer‘î meselenin hükmünün çıkarılması yönüyle asıl olduklarını, tek başına doğrudan hüküm ispatının mümkün olmaması sebebiyle kıyasın bu üç aslın fer‘î olduğunu ve bu yüzden asıl olarak isimlendirilmediğini belirtir.

Semerkandî gibi Lâmişî de bazı usûl konularını ele alırken bunların kelamî bağlantısına değinmiştir. Mesela hükmün tanımını verirken ehl-i sünnet ve’l-cemaata göre gerçekte Allah’ın hükmünün Allah’ın ezelî bir sıfatı olduğunu, fiilin vacip, farz, helal, haram vs. olmasının ise Allah’ın mahkûmu olduğunu belirttikten sonra bunun fukahâ tarafından hüküm anlamında kullanımının mecaz olduğunu ifade eder ve bu meselenin kelamda Hanefîler ile Mutezile ve Eş’arîler arasında tartışma konusu olan tekvîn ve mükevvenin aynı şey mi yoksa farklı şey mi olduğu meselesine dayandığını belirtir. Yine Allah’ın emrinin ehl-i sünnetin geneline göre onun ezelî hitabı olduğunu belirterek tekvîn ve mükevven tartışması ile ilişkilendirir.

Kitab ve mütevatir sünnetin kıyas ve haber-i vâhid gibi zannî delillerle tahsis edilmesi meselesinde Mutezileye göre kıyasın kati delil olması ve her müçtehidin içtihadında isabet etmiş olması gerekçesiyle; Şafiilere göre ise âmmın da kıyas ve haber-i vâhid gibi zannî olduğu gerekçesiyle tahsisinin caiz olduğunu ifade ettikten sonra Irak meşâyıhına göre âmmın delaletinin kati olması sebebiyle kıyas ve haber-i vâhid ile tahsisin caiz olmadığını, Semerkand meşâyıhına göre âmmın delaletinin kati olmamasına rağmen kıyas ve haber-i vahiddeki ihtimalin daha çok olması sebebiyle caiz olmadığını belirtir.

Dikkat çeken diğer bir nokta Semerkandî gibi Lâmişî’nin de başta Eş’arî’nin kendisi olmak üzere Eş’arî kelamcı usûlcüleri ashâbü’l-hadis olarak nitelemiş olmasıdır. Zira bu, ashâbü’l-hadis teriminin sahip olduğu içeriğin sadece hadis ve fıkıhla ilgili olmayıp Eş’arî kelamcıları da kapsadığını göstermesi açısından önemlidir.

Lâmişî’nin fıkıh usûlü alanında yazdığı muhtasar eser, Semerkandî’nin Mizânü’l-usûl’ünün içeriğine sahip olup, fıkıh usûlünün kelamî ilkeler doğrultusunda ele alınması gerektiği hususunda Semerkandî tarafından ortaya konulan çizgiyi devam ettirmesi açısından önemlidir. Lâmişî, özellikle bazı tanımlar konusunda Sığnakî ve Abdülaziz el-Buhârî gibi sonraki Hanefî usûlcülerin atıfta bulunduğu bir usûlcüdür.

Öne Çıkan Eserleri

  • Kitâb fî Usûli’l-Fıkh: nşr. Abdülmecit Türkî, Dâru’l-Garbi’l-İslamî, Beyrut 1995.

  • et-Temhîd li Kavâidi’t-Tevhîd: nşr. Abdülmecit Türkî, Dâru’l-Garbi’l-İslamî, Beyrut 1995.

  • Keşfü’l-Elfâz: nşr. M. Hasan Mustafa Çelebi, Mecelletü’l-Bahsü’l-İlmî ve Türâsi’l-İslâm, sy. 1 (1398), s. 245-267.


Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu