Hayatı

Tam adı Ebû Abdullah Muhammed b. Muhammed Kutbüddin er-Râzî et-Tahtânî el-Mantıkî’dir. İslâm dünyasında genel olarak felsefe, özel olarak da mantık çalışmalarının altın çağını yaşadığı XIII. ve XIV. yüzyılları idrâk eden ve Osmanlı felsefe-bilim geleneğinin teşekkülünde oldukça önemli bir rolü olan Kutbüddîn er-Râzî 692/1293’te Rey’de doğmuştur. Daha sonra Dımaşk’a geçen Râzî burada meşhur Eş‘arî kelâmcısı Adûduddîn el-Îcî ve Şemseddîn el-Isfahânî’den, Rey civarında ise İbn Mutahhar el-Hillî’den ders almıştır. Dımaşk’taki Zâhiriyye Medresesi’nin üst katında bulunan aynı isimli arkadaşından ayırt edilmek için ismine “et-Tahtânî” nisbesi de eklenmiştir. O dönemde Zâhiriyye külliyesi Şâfiî ve Hanefîlere tahsis edilmiş iki medrese, bir dârülhadis ve türbeden müteşekkildi. Medreselerin vakfiyelerinde aranan şartlar gereği, Kutbüddin er-Râzî’nin burada ikamet edebilmesi için bir Şâfii fakihi olarak da kabul gördüğü söylenebilir (Okuyucu, 2019: 164). Onun el-Hâvi’s-sağîr şerhi aklî ilimlerin yanısıra, Şafii fıkhındaki ve genel olarak Sünnî gelenekteki yerini göstermesi açısından önemlidir. Bu açıdan onun çağdaşlarından İbn Habîb (ö. 779/1377) K. Râzî’yi sadece aklî ilimlerde değil, fıkıh ve usulde de parlak bir isim olarak değerlendirir (Okuyucu: 2019: 165). Kutbüddin er-Râzî’nin bilinen en meşhur öğrencisi İbn Mübarekşâh’tır (ö. 784/1382’den sonra). Kutbüddin  er-Razi’nin dolaylı etkisi daima İbn Mübarekşah üzerinden takip edilebilir. Rivayete göre Cürcani, K. Razi’ye öğrencilik yapmak için Dımaşk’a gitmiş o da ilerleyen yaşını öne sürerek Cürcani’yi Kahire’deki öğrencisi İbn Mübarekşah’a yönlendirmiştir. Seyyid Şerif Cürcânî’nin yanısıra, İbn Mübarekşah’a öğrencilik yapan diğer isimler arasında önde gelen Osmanlı düşünürleri Molla Fenâri, Hacı Paşa, Şeyh Bedreddin ve Ahmedi gibi isimler bulunur.  Kutbüddîn er-Râzî, 766/1365 senesinde Dımaşk’te vefat etmiştir.

Öğretisi

Kutbüddîn er-Râzî düşüncesi, İbn Sînâcı felsefe ve müteahhir dönem Eş‘arî kelâmının kesişim noktasında bulunur. Onun yaşadığı XIII. ve XIV. yüzyıllar, İslâm felsefe tarihi açısından önemli dönüşümler barındırır. Bu dönüşümler İbn Sînâ felsefesi ve Eş‘arî kelâmı arasındaki etkileşimler açısından anlam kazanır. Buna göre İbn Sînâ, Eş‘arî kelâmı üzerinde çift yönlü bir etkide bulunmuştur. Bunlardan ilki, metafiziğin konusu, nedenlik, atomculuk ve yöntem meseleleri etrafında kelâmcılara yönelttiği güçlü eleştirilerdir. İbn Sînâcı ikinci etki ise İbn Sînâ felsefesinin, mütekaddimîn dönem kelâmında aynı derecede içerilmeyen geniş bir külliyata sahip olmasıdır. Başta mantık olmak üzere psikoloji, ahlak, matematik ve doğa bilimlerinin çeşitli alanları bunlar arasında yer alır. Gazzâlî başta olmak üzere sonraki kelâmcılar İbn Sînâcı eleştirileri kelâmî bir perspektiften cevaplamaya, cevaplamakta yetersiz kaldıkları yerde ise eleştirilen meseleleri yeniden ele almaya yönelmiştir. İbn Sînâ felsefesinin kuşattığı, ancak kelâmın bazı yerlerde eksik kaldığı mantık, ahlâk, psikoloji ve kısmen doğa felsefesi ve metafizik alanlarında ise ilgili meseleleri hem muhteva hem terminoloji olarak tevarüs etmiş, ancak kelâmın temel metafizik öncülleri etrafında bunları yeniden yorumlama yolunu seçmişlerdir. Sonuç olarak Gazzâlî-Râzî çizgisi bir yandan İbn Sînâ’nın özellikle yöntem eleştirileri etrafında kelâmı revize etmiş, diğer yandan müstağni kalamadıkları İbn Sînâ felsefesinin belirli alanlarını tevarüs ederek kendi metafizik öncüllerine göre onu yeniden yorumlamışlardır. Böylece ortaya “yeni” bir kelâm ve kelâmın metafizik öncüllerine dayalı olarak eleştirilen ya da içselleştirilen “yeni” bir İbn Sînâ yorumu ortaya çıkmıştır. Başta Ebherî olmak üzere, Tûsî, Kâtibî, yer yer Hunecî ve Kutbüddîn er-Râzî gibi isimler, bir yandan bu “yeni” İbn Sînâcı yorumu “muhâkeme” ederek özgün İbn Sînâcı yorumu tespit çabası içerisine girmiş, diğer yandan Râzî ve takipçilerinin İbn Sînâ eleştirilerini cevaplamaya, kelâmın açtığı yeni alanlarda İbn Sînâcı sayılabilecek teoriler geliştirmeye çalışmışlardır. Bu çabalar güçlü bir felsefî yorum geleneği ve yeni bir teorik/terminolojik inşa ortaya çıkarmıştır.

Kutbüddîn er-Râzî süregiden bu çabaların zirve isimlerinden biridir. Onun yazdığı el-Muhâkemât beyne Şerhayi’l-İşârât Fahreddîn er-Râzî’nin Şerhu’l-İşârât’ı ile Nasîrüddîn et-Tûsî’nin Şerhu’l-İşârât’ındaki yorumları büyük ölçüde İbn Sînâcı bir perspektiften muhakeme etme ve yeniden değerlendirme amacı taşır. Hunecî’nin yakın arkadaşı olan Sirâcüddîn Urmevî’nin Metâliu’l-envâr adlı kitabının mantık kısmına yazdığı Levâmiu’l-esrâr adlı şerh ise Fahreddîn Râzî ve Kâtibî arasındaki mantık tartışmalarını yeniden yorumlama, müteahhir dönemde gündeme gelen mantık meselelerini daha geniş bir teorik çerçeve içerisinde tartışma amacı güder. Eserin girişinde, mantık meselelerini Fârâbî ve İbn Sînâ’nın eserlerine dönerek yeniden ele almaya çalıştığı yönündeki ifadeleri, Kutbüddîn Râzî’nin çabalarının istikameti hakkında da açık bir fikir verir. Bu bakımdan, Kâtibî’nin yazdığı ve daha sonra medrese mantık müfredatının ayrılmaz bir parçası haline gelen eş-Şemsiye’ye yazdığı Tahrîru Kavâidi’l-mantıkiyye adlı şerh de aynı çerçevede değerlendirilmelidir. K. Râzî’nin özellikle Kâtibî’nin Şemsiyye’sine yazdığı Tahrîru’l-kavâidi’l-mantıkiyye ve Urmevî’nin Metâliu’l-envâr’ına bir şerh olarak yazılan Levâmiu’l-esrâr’ı yüzyıllar boyunca İslam dünyasındaki mantık eğitiminin çerçevesini belirlemiş ve üzerlerine çok sayıda haşiye yazılmıştır. Bu, Kutbüddin Râzî’nin mantık müfredatının kuruluşundaki önemini gösterir.

Bu eserlerden ayrı olarak Kutbüddîn er-Râzî, Risâle fî tahkîki’l-külliyyât’ta tanım-tanımlanan ilişkisi, tanımın parçaları, doğruluk, mutabakat, yükleme, mutlak mahiyet ve zihnî varlık gibi sorunları ele almış, İbn Sînâ’nın “farklı varlık seviyelerinde mahiyetin birliği” olarak ifade edilebilecek mutlak mahiyet düşüncesini tümellerle ilgili sorunlara uygulayarak kapsamlı bir tümeller teorisi geliştirmiştir. Onun Risâle-i Ma‘mûle fi’t-tasavvur ve’t-tasdîk’i ise bilginin tanımı ve kısımları, tanımın parçaları, tanımın birliği, önermenin parçaları ve türleri gibi meseleleri, konuyla ilgili kendisinden önceki tartışmaları da dikkate alarak yeniden yorumlama amacı taşır.

Kutbüddin Râzî’nin bu eserlerde geliştirdiği epistemolojik yaklaşım ontolojiyi de etkileyecek şekilde, İbn Sînâ’nın ılımlı gerçekçilik diye tabir edebileceğimiz felsefi tutumunda önemli bir dönüşüm anını temsil eder. Buna göre İbn Sînâ dış gerçeklikten soyutladığımız anlamlarla zihnimizdeki anlamların aynılığını göstermek için mutlak mahiyet fikrine dayalı bir örtüşme teorisi ortaya koymuştu. Bunu yaparken doğal tümel, akli tümel ve mantıksal tümel arasında bir ayrım yapmış; doğal tümeli zihin dışında bulunan şeyleri ne ise o yapan anlam olarak belirlemiş, akli tümeli bu anlamın zihindeki karşılığı olarak vaz etmiş, mantıksal tümeli ise “çok şeye yüklem olma” anlamında kullanmıştı. Bu anlamda doğal tümel, sözgelimi meşe ağaçlarının tümünü meşe ağacı yapan ortak tabiata tekabül ederken, akli tümel bu ortak tabiattan soyutladığımız ve meşe ağaçlarının tamamına yüklediğimiz anlama karşılık geliyordu. Burada İbn Sînâ dıştaki tümel meşe tabiatının biz onu düşünmesek bile orada varolduğunu savunması anlamında metafiziksel gerçekçi, düşündüğümüz tümel meşe anlamının dışta tek tek meşelerde bulunan tümel tabiatla aynı olduğunu savunması anlamında semantik gerçekçi ve nihayet dıştaki bu meşe tabiatını bilebileceğimiz iddiasıyla da epistemolojik gerçekçidir. Kutbüddin er-Râzî, özellikle Risâle Fî tahkîki’l-külliyât’ta ve Levâmi‘u’l-esrâr fî Şerhi Metâli‘i’l-envâr’ının ilgili kısımlarında Fahreddin er-Razi’nin İbn Sînâcı bu tutumla ilgili eleştirilerinden kaçınmak ve başta Nasîruddîn et-Tûsî ve Hillî olmak üzere, kendisinden önceki filozofların verdiği cevapların yetersizliğini göstermek üzere İbn Sînâcı şemada radikal bir değişikliğe gitmiştir. Bu değişim etrafında o, dıştaki tikellerde tümel bir tabiatın bulunduğu fikrini reddedip İbn Sînâ’nın doğal tümel dediği şeyin hiçbir şekilde zihin dışında mevcut olamayacağını savundu. Buna minvalde dışta tümel değil, sadece tikel anlamların bulunduğunu söyleyince, bunlardan soyutlanıp akla gelen anlamlar da tikel olacaktı. Bu nedenle Kutbüddîn er-Râzî İbn Sînâ’nın aklî tümel dediği şeyin de aslında tikellerden soyutlanan tikel bir anlamdan ibaret olduğunu söyledi. Ulaştığı sonuç şuydu: Gerçek tümel, zihindeki tikel anlamlar üzerinde düşünerek oluşturduğumuz ikinci bir anlamdır ve sadece zihinde mevcuttur. Ona göre bu anlamıyla doğal tümel yalnızca zihinde bulunur. Bu tümel anlamın, İbn Sînâ’da olduğu haliyle dıştaki nesnelerde ortak kurucu parça olarak bulunan mukabilini ilga edip onu tümellikten çıkardığı için K. Râzî’nin zihinselci eğilimi olarak değerlendirilebilecek bu tutum, İbn Sînâ’nın gerçekçiliğinden tam bir kopuş sayılmasa bile tümelin anlamıyla ilgili zihinselci bir daralmayı ifade eder (Üçer, 2020).

Bu yaklaşım çevresinde onun felsefi etkisi, kısaca tasvir ettiğimiz zihinselci eğilimi üzerinden takip edilmelidir. Matematikçiliği ve astronomi alanında yaptığı katkılarla öne çıkan Nasîruddîn et-Tûsî ile başlayıp Kutbüddin er-Râzî’de zirvesine çıkan bu eğilim, dışta bulunan fiziksel cisimleri kuran tümel tabiatları ilga ettiği için İbn Sinacılığı fiziksel gerçekliğin kuruluşunu izah sadedinde kısırlaştırmış ve ortaya çıkan boşluğu kapatmak üzere yeni ontolojik çerçevelere kapı aralamıştır. K. Râzî’nin dış varlıktan tasfiye ettiği doğal tümeli her şeyi var eden ilahi varlık olarak yorumlayan Ekberi gelenek, bu boşluğu kapatmak üzere devreye giren adaylardan biri olarak örnek verilebilir. Bu bakımdan, K. Râzî’nin felsefi etkisi, teorilerinin müspet uzantıları yerine negatif etkilerinin açtığı yeni alanlar üzerinden de takip edilmelidir.

Biyografisinde bahsedildiği üzere Kutbüddin er-Râzî sadece aklî ilimlerde değil fıkıh, usul ve tefsir gibi dinî ilimler açısından da önemli bir isimdir. Onun Şâfii füru fıkhıyla ilgili el-Hâvi’s-sağîr’in mukaddimesine yazdığı şerhin dışında, Zemahşerî’nin el-Keşşâf’ı üzerine yazdığı Şerhu Müşkilâti’l-Keşşâf adlı bir eseri mevcuttur. Söz konusu eser tefsir ilmindeki şerh geleneğinin teşekkül evresinde telif edilmiş olup, buradaki tercih ve açıklamalar ondan sonraki Keşşâf geleneğini önemli ölçüde belirlemiş, giderek bu gelenekte en fazla atıf alan eserlerden biri haline gelmiştir (Boyalık, 2019: 157). Eser etrafında oluşan müstakil literatür, Aksarâyî’nin bu şerhteki görüş ve tercihleri eleştirmek üzere el-İ‘tirâzât adlı bir metin telifi noktasına kadar ulaşmıştır. Buna mukabil Abdülkerim b. Abdülcebbar ise Râzî’yi savunmak üzere el-Muhâkemât adlı başka bir eser yazmış, Bedreddin es-Simâvî de bu Muhâkemât’ı tenkit etmiştir (Boyalık, 2019: 157).

Öne Çıkan Eserleri

  • el-Muhâkemât beyne Şerhayi’l-İşârât: Matbaa-i Amire, İstanbul 1299; thk. Muhammed Mecid Hadizade, Merkez-i Neşr-i Miras-ı Mektub [Miras-ı Mektub], Tahran 2002/1381.

  • Levâmiu’l-Esrâr fî Şerhi Metâlii’l-Envâr: İstanbul 1303; thk. Ebü’l-Kâsım er-Rahmânî, Müessese-i Pejûheş-i Hikmet ve Felsefe-i İran, Tahran 1393; haz. Mahfuz Ebi Bekr b. Ma’tume, Mektebetü’s-Sekafeti’d-Diniyye, Kahire 2015; thk. Ali Asgar Ca’feri Veleni, Danişgâh-ı Tahran, Tahran 1393.

  • Risâle fî Tahkîki’l-Külliyyât: Risale fî Tahkîki’l-Külliyât: Tümeller Risalesi ve Şerhleri (Eleştirmeli Metin-Çeviri-Tıpkıbasım), çev. Ömer Türker, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, İstanbul 2013. 

  •  Risâle-i Ma‘mûle fi’t-Tasavvur ve’t-Tasdîk: Hacı Muharrem Efendi Matbaası, İstanbul 1364; thk. Mehdi Şeriati, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2004/1425

  • Tahrîru’l-Kavâidi’l-Mantıkiyye fî Şerhi’ş-Şemsiyye: Arif Efendi Matbaası, Dersaâdet 1364

  • Şerhu’l-Hâvî: Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 4846.

  • Şerhu Müşkilâti’l-Keşşâf: Süleymaniye Ktp., Fatih, nr. 621.

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu