Hayatı
Kaynaklarda hayatı hakkında fazla bir bilgi bulunmamaktadır. Aslen günümüzde Cezayir’in sınırları içerisinde kalan Tilimsân’a mensuptur. Doğum tarihi ve yeri hakkında bilgi bulunmamakla birlikte hicri V. yüzyılın son çeyreğinde Mısır’da doğduğu tahmin edilmektedir. Hayatının büyük bir kısmını yine bu topraklarda geçirmiş ve 658/1260 yılının Safer ayında Kahire’de vefat etmiştir. Suyûti (911/1505) Hüsnü’l-muhâdara adlı eserinde bir başka âlimin hayatı hakkında bilgi verirken söz konusu âlimin doğum ve vefat tarihini 567-644/1172-1246 olarak kayıtlara geçirirken bir karışıklık meydana gelmiş, daha sonra yazılan tabakât eserlerinde bu tarihler İbnü’t-Tilimsânî’nin doğum ve vefat yılları olarak kaydedilmiştir. Geç dönem müellifleri de aynı yanlışı tekrar etmiştir.
Fasih bir dille konuştuğu ve Mısır’da kıraat alanında ders verdiği belirtilen İbnü’t-Tilimsânî fıkıh, usûl-ı fıkıh, hilâf ve kelam ilimlerinde temayüz etmiş; çok yönlü, muhakkik bir bilgindir. Fahreddin Râzî’nin Meâlimü usûli’l-fıkh ve Meâlimü usûli’d-dîn adlı eserlerini hilaf ilminde dönemin önde gelen bilginlerden Takıyyüddîn el-Mukterah’tan (ö. 612/1215) okuduğu nakledilmiştir. Bu derslerden elde ettiği birikimle daha sonra her iki Meâlim’e şerh yazmıştır. Yine Râzî’nin Müntehabu’l-Mahsûl adlı eseri üzerine yazılmış notlardan ibaret olduğu tahmin edilen Ta‘lîk ala’l-Müntehab isminde bir eseri mevcuttur. Cüveynî’nin akaide dair muhtasar eseri Lüma‘u’l-edille fî kavâʿidi ehli’s-sünne’sini şerh eden İbnü’t-Tilimsânî’nin, hilaf alanında ise İrşâdu’s-sâlik ilâ ebyeni’l-mesâlik adlı eseri öne çıkar. Ayrıca Abdülkahir Cürcânî’nin Kitâbu’l-cümel fi’n-nahv adlı eserine de bir şerh yazmıştır. Şîrâzî’nin (ö. 476/1083) Tenbîh adlı eseri üzerine el-Muğnî adında tamamlanmamış çok geniş olmayan orta boyutta bir şerhi vardır.
Öğretisi
İbnü’t-Tilimsânî, kendisine ait müstakil bir kelâm ve fıkıh usulü eseri bırakmamıştır. Ancak o müteahhir dönem Eş‘arîlik düşüncesini derinden etkileyen Fahreddîn Râzî’nin eserlerine kayıtsız kalmayarak bir bakıma bu konudaki otoritesini kabul etmiş, Razi’nin kelâmî bir metotla kaleme aldığı el-Meâlim fî usûli’d-dîn’i ve el-Meâlim fî usûli’l-fıkh adlı eseri üzerine şerh yazmıştır. Râzî’nin eserine yazdığı şerhler vasıtasıyla İbnü’t-Tilimsânî’nin kelâm ve fıkıh usulü konularına genel bakışını ve tercihlerini gözlemlemek mümkündür.
Kelâm konularında klasik dönem Eş‘arî ulemâsının izinden giden İbnü’t-Tilimsânî, genellikle ulemânın çoğunluğunun benimsediği geleneksel çizgiye meyleder. Bu bağlamda o, zaman zaman Râzî’nin özellikle klasik Eş’arî düşünce içerisinde değerlendirilemeyecek görüşlerine karşı çıkarak bunları tenkit etmiştir. Mesela o, hüsn ve kubhun tespitinde aklın rolünün bulunduğunu kabul etmez. Emri yerine getiren yahut getirmeyen kişinin akıbeti ile ilgili görüşünde insanın vacib olan fiili gerçekleştirmekle sevabı hak ettiğini, bunu yapmamakla da cezaya maruz kalacağını söyleyen Râzî’yi Mu’tezile’ye yaklaşmakla itham eden İbnü’t-Tilimsânî’ye göre bu, hüsn ve kubhun akli olduğu tezini destekleyen bir argümandır ve bundan dikkatle sakınmak gerekir. Ancak Râzî’nin kastı Şari’in aklın uygun gördüğü şeyi yerine getirmekle yükümlü bulunduğunu söylemek değil, vadettiği için sevap yahut ceza vereceğine işaret etmek ise bunda bir sakınca yoktur. Keza “nazar” (düşünce, tefekkür) İbnü’t-Tilimsânî’de de ilme (kesin bilgiye) ulaşmanın bir yoludur; ancak Râzî’nin iddia ettiği gibi kıyas ameliyesinden ibaret değildir; onun vasıtasıyla kat’î bilgiye de zanni bilgiye de ulaşılabilir. Oysa Râzî’ye göre (sahih) nazar sonucu mutlak manada ‘ilim’ meydana gelir. Bu konuda Râzî klasik Eş’arî görüşüne ters düşmektedir. Yine tasavvuri bilgilerin aynı zamanda zaruri olduğunu savunan Râzî’ye karşı çıkan İbnü’t-Tilimsânî, tasavvurların bedihi bilgiler olarak kabul edilmesinin konu ile ilgili olarak mantık ulemâsının ortaya koyduğu görüşlerine de zıt olduğunu söyler. Ona göre tasavvurların bir kısmı bedihi olarak, diğer bir kısmı ise nazar yoluyla elde edilirler. Nazarın sahih nazar ve fasid nazar şeklinde ayrılması konusu bağlamında bazı bilginlerin -özellikle Râzî’nin- fasid nazarı “vakıaya mutabık olmayan bilgiye götüren yol” şeklinde tanımlamasını yetersiz bularak nazar ameliyesini bizzat yapan kişideki bir eksiklik, şaşkınlık ve hayretin de nazarı fasid kılabileceğine dikkat çeker. Bu konu ile ilgili olarak Râzî’nin daha ziyade mantık ilmi açısından meseleyi ele aldığını ve sahih-fasid nazarı kıyasın öncülleri bağlamında düşünüp değerlendirmesini buna göre yaptığını iddia eden İbnü’t-Tilimsânî, meseleyi daha geniş bir perspektiften ele almanın gerekliliği üzerinde durmaktadır.
Dönemin telif üslubuna uygun olarak fıkıh usulü konularını ele aldığı el-Meâlim fî usûli’l-fıkh şerhinde mantık-metafizik dilini yoğun biçimde kullanan İbnü’t-Tilimsânî, felsefe ve mantık ilimlerinin kavram ve terminolojisinden sıkça yararlanmıştır. Ancak Râzî ile kıyaslandığında onun mevzuları daha anlaşılır bir dille ve sistematik bir üslupla ele aldığı görülmektedir. Şerhinde metni aktardıktan sonra gerekli gördüğü yerleri açıklayan İbnü’t-Tilimsânî, bazı konulara metninde hiç yer vermediği için Râzî’yi eleştirerek bu eksiklikleri gidermek üzere eserine uzunca ilaveler yapmıştır. Mesela emir bölümünde Râzî’nin değinmediği ma‘dûm olana emir, şarta bağlı emir gibi pek çok meseleyi ilave ederek bunların izahını yapar. Ancak söz konusu meselelerin konu bakımından fıkıh usulü ile ilgisinin zayıf olduğunun da altını çizer. Onun Şerhu Meâlimi usûl-i’l-fıkh‘a yaptığı ilavelerin en dikkat çekici olanı ise eserin başına ve sonuna eklediği kısımlardır. Şerhin giriş bölümünde fıkıh usulünün tanımı, konusu ve ilkeleri hakkında bilgi veren İbnü’t-Tilimsânî, fıkhın üzerine ittifak edilen kaynaklarını zikrettikten sonra ihtilaflı deliller kısmında yalnızca istıshâb deliline yer veren Râzî’ye ilave olarak istihsân, mürsel maslahat ve sahabe kavlini ekleyerek bunlar hakkındaki görüşlerini açıklamıştır.
Şer‘î delillerle ilgili olarak haber-i vahidin zan ifade ettiğini vurgulayan İbnü’t-Tilimsânî yine de şer’î amelî hususlarda âhad haberin hücciyetini kabul eder. Fukahânın çoğunluğun eğilimine uygun olarak mürsel haberlerle ameli mutlak manada uygun görmez; ravinin aksine amel ettiği rivayeti zayıf bulmaz; kıyasa aykırı haberi makbul sayar. Şer‘î delillerin üçüncüsü konumundaki icmâ Râzî’ye göre zannî bir delil iken, İbnü’t-Tilimsânî nezdinde meşruiyeti yönündeki delillerin çokluğu ve kuvveti sebebiyle kat‘î bir delil olarak görülmektedir. Bu bağlamda şerhinde Râzî’ye yönelttiği en uzun cevap ve itirazlar icmâ konusunda karşımıza çıkmaktadır. Hükümlerin asıl olarak muallel olduğunu söyleyen İbnü’t-Tilimsânî’ye göre kıyas, usulün temel konularından olup ictihadın belkemiğidir ve fıkhın devamı kıyasın kabulüne bağlıdır. Ta‘lîl fikrine sıkıca bağlı olan İbnü’t-Tilimsânî, bu eğiliminin bir sonucu olarak ve hükmü illetsiz bırakmamak adına tartışmalı bir kıyas türü olan şebeh kıyasını hüccet olarak kabul etmektedir. Edille-i mevhûmeden olan istihsan delili konusunda ulemâ arasında istihsanın tanımına bağlı olarak ihtilaf bulunduğuna işaret eden İbnü’t-Tilimsânî nass, icmâ yahut daha kuvvetli bir delil sebebiyle istihsanın kabul edilebilir bir delil olduğu yönünde görüş bildirmiştir. Onun karşı çıktığı, heva ve hevese dayalı olarak yapılan istihsandır. Sahabi kavli ile şer‘u men kablenâyı delil olarak kabul etmeyen İbnü’t-Tilimsânî, maslahat-ı mürsele ile ameli de uygun görmez; daha açık bir ifadeyle maslahat-ı mürsele olarak nitelenebilecek hükümler kategorisinin varlığını kabul etmez. Zira o, Şârî‘in insanların başına gelebilecek her olay hakkında bir hükmünün bulunduğu ve bu sebeple de bu şekilde açıkça hükmü belli olmayanların bile kendisine maslahat yahut mefsedet bakımından yakın olana ilhak edilmek suretiyle hükmünün belirlenebileceği konusunda Râzî’ye katılmaktadır.
İbnü’t-Tilimsânî, eserinde kimi zaman Râzî’nin kısaca değindiği ve özellikle yanlış bir algıya yol açabilecek bazı hususları uzunca açıklamıştır. Mesela o, sık sık Eş‘arî düşüncesine uygun olarak maslahatla ta‘lili olumsuzlayan cümleler sarf eden Râzî’nin, münasebe yöntemi ile illetin tespitine en güçlü gerekçe olarak sunduğu “Allah’ın, fiillerini ve vaz‘ ettiği hükümleri maslahata (insanların faydası üzerine) bina ettiği”ni ifade eden cümlesine açıklık getirmeye çalışır. Ona göre Râzî burada vakıaya bakarak hükümlerin maslahata bina edildiği kanaatine varan yahut bunun Allah üzerine vacip olduğunu iddia edenlerin söz konusu kanaatte olduğuna vurgu yapmaktadır. İbnü’t-Tilimsânî’ye göre ise nassların istikra (tümevarım) yöntemiyle incelenmesi sonucu elde edilen sonuca göre Allah (cc) hükümleri genellikle kulların maslahatına bina etmektedir; ancak bunu kendinden bir lütuf olarak yapmaktadır. Maslahatı merkeze koymak suretiyle münasib vasfı zaruri haci ve tezyini şeklinde üçlü tasnife tabi tutan İbnü't-Tilimsânî, zaruri maslahatları din, can, nesep, ırz ve mal olarak sıralamıştır. Tespit edebildiğimiz kadarıyla o, ırzı korunması gereken zaruri maslahatlar içerisine yerleştiren ilk kişidir.
Eserinin kimi bölümlerinde Râzî’nin bazı görüşlerine gerekçeleriyle birlikte yer yer ‘equlu’ şeklinde başlayan cümlelerle itiraz ederek bunları eleştirmiş ve konu hakkında kendi tercihini bildirmiştir. Kimi zaman ise Râzî’ye ait görüşü, ona yöneltilen tenkitleri ve Râzî’nin bunlara cevabını el-Mahsûl’den de istifade ederek aktaran İbnü’t-Tilimsânî bunlar hakkında herhangi bir kanaat belirtmekten kaçınmıştır. Zaman zaman ele aldığı mesele ile ilgili görüşünü desteklemekle birlikte Râzî’nin söz konusu meseledeki kanaatini temellendirirken ortaya koyduğu delili doğru bulmadığının altını çizerek bunlara yönelik tenkitler ileri süren İbnü’t-Tilimsânî, Râzî’ye yönelttiği itirazlarda daha ziyade cedel ve münazara üslubunu kullanır.
Metinde yer alan kavramların anlamlarını ve kavramlar arası ilişkileri başarılı bir biçimde ele alan İbnü’t-Tilimsânî, görüş farklılıklarının kaynağını (mahallü’n-nizâ) ifadede oldukça mahirdir. Mesela o, bir vacibin neshedilmesinden sonraki hükmü konusunda ulemânın ihtilafını açıklarken bazı kişilerce ihtilafın lâfzî olduğuna yönelik sarf edilen ifadelere karşı çıkmaktadır. Ona göre burada fukahâ cevaza yükledikleri anlam konusunda birbirinden farklı düşünmekte böylece kavramlar konusundaki ihtilafları, onları bu konuda ihtilafa sürüklemektedir. Yine o, muhayyer vacib konusunda vücûb ve tahyirin bir arada bulunmasını tenakuz olarak gören ve muhayyer bırakılmış görünen vaciplerin tamamının ilk etapta mükellefe farz olduğunu savunan Mu’tezile’nin görüşüne karşı çıkar. İbnü’t-Tilimsânî’ye göre vacibin muhayyer olması aklen mümkün olup kişiler bir vacibi yerine getirme konusunda baştan itibaren muhayyer bırakılabilirler. Bu meseleye dair kanaatine genişçe yer veren İbnü’t-Tilimsânî Râzî’yi Mu’tezile’nin söz konusu iddiasını lafzi bir ihtilaf olarak görmesi sebebiyle çürütmeye gayret etmediği için tenkit eder. Zira ona göre ihtilaf lafzi olmayıp manaya dönüktür. Teklif-i mâlâ yutâk meselesinde bunun cevazı ve vukuu şeklinde iki yön bulunduğunu söyleyerek Râzî’nin hem cevazını hem de vukuunu mümkün görmesine karşın kendisinin yalnızca cevazını mümkün gördüğünün altını çizmektedir. İbnü’t-Tilimsânî’ye göre kâfirler iman dışında fıkhın füruuna dair hususlarla da muhataptır.
İbnü’t-Tilimsânî’ye göre mutlak emir sıygası vücûb içindir. Bir hususun Şârî‘ tarafından yasaklanmasından sonra aynı husus ile ilgili olarak emir sıygası ile gelen ifadenin hükmü ise söz konusu mutlaklık çerçevesi içerisinde değerlendirilemez. Zira emrin vücûb ifade etmesi ancak bir karinenin bulunmaması durumunda mana ifade edebilir. Hâlbuki yasaklama bir tür karinedir. Buna göre bir şeyin yasak kılınması onun üzerindeki berâet-i asliyye hükmünün kaldırılmasını beraberinde getirir. Yasağın kaldırılması ise bazı durumlarda ibaha hükmünün, bazılarında ise vücûb hükmünün geri dönmesini gerektirir. Buna karşın Râzî’ye göre emir sıygası bizatihi vücûb manası taşıdığı için emrin öncesinde bir yasaklamanın gelmesi onun bu hükmünü ortadan kaldırmaz. İbnü’t-Tilimsânî’ye göre emir fevre delalet etmez; tekrarı da iktiza etmemektedir. Zira emir sıygası bizatihi ne tek bir defa yapılmaya ne de tekrara delalet etmektedir. Emirlerin tekrarı o emrin illetinin gerçekleşmesine bağlıdır. Hz. Peygamber’in hükmü belli olmayan fiillerini vücûba hamleden Râzî’nin bu görüşüne karşı çıkan İbnü’t-Tilimsânî, söz konusu fiilleri nedbe hamleden Şâfiî’nin görüşüne meyleder. Dünyevi konularla ilgili olarak Hz. Peygamber’in tavsiyeleri ise irşad niteliğinde olup bunlara uymak mendub değildir. Nehyin fesadı iktiza edip etmemesi konusunda ise İbnü’t-Tilimsânî, ibadetler ve muamelatı birbirinden ayırarak görüş bildiren ve ibadetler ile ilgili yasaklamaların fesada delalet ederken, muamelat alanı ile ilgili yasaklamaların o muamelenin fesadını gerektirmeyeceğini savunan ve bu görüşüyle geleneksel Eş‘arî telakkisine aykırı düşen Râzî’ye karşı çıkarak nehyedilen hususun işlenmesinin hem ibadet hem de muamelat alanında fesadla neticeleneceğinin altını çizer.
İbnü’t-Tilimsânî’nin farzlar konusundaki görüşleri de dikkat çekicidir. Ona göre farz-ı aynlar, her bir ferde tek tek yöneltilmiş olan vacip emri (beş vakit farz namazlar) ve diğerlerine yöneltilmesinin bir grubun o emri uygulaması şartına bağlandığı vacip emri (Cuma namazı) şeklinde ikiye ayrılır. Kifai farzlar ise nitelikleri bakımından İbnü’t-Tilimsânî tarafından ikiye ayrılmaktadır. Bunlar, insanlardan sorumluluğun düşmesinin vacibin yerine getirildiğini kesin olarak bilmeleriyle mümkün olduğu kısım (ölüyü tekfin, ölü üzerine namaz vs) ile gerçekleştiği hakkında bir şekilde genel bir zannın oluşmasının yeterli olduğu kısımdır.
İbnü’t-Tilimsânî beyanın tehirini ve bir hükümle henüz amel edilmeksizin bu hükmün nesh edilmesini mümkün görür. Yine ona göre Kur’ân’ın Kur’ân’la; Kur’ân’ın sünnetle; sünnetin sünnetle; sünnetin Kur’ân’la neshi caizdir.
Şer’î hükümler konusunda muhattıenin görüşüne meyleden İbnü’t-Tilimsânî’ye göre Allah’ın, belirli bir mesele ile ilgili mutlaka bir hükmü vardır; bu hüküm hakkında zanni bir delil de bulunmaktadır; bu hükme erişmekle mükellef olan müctehid çabaya rağmen söz konusu görüşe isabet etmezse günah kazanmaz.
Öne Çıkan Eserleri
-
Şerhu Meâlimi Usûli’d-Dîn: thk. Nizâr b. Ali Hammâdî, Dâru’l-Feth Li’d-Dirâsâti ve’n-Neşr, Amman 2010; thk. Avvâd Mahmud Avvâd Sâlim, el-Mektebetü’l-Ezheriyyetü li’t-Türâs, Kahire 2011.
-
Şerhu’l-Meâlim fî Usûli’l-Fıkh: thk. Âdil Ahmed Abdülmevcûd ve Ali Muhammed Muavvız, Âlemu’l-Kütüb Li’n-Neşr ve’t-Tevzî‘, Beyrut 1999
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu