Hayatı
İbnü’s-Sââtî 651/1254’te Bağdat’da doğmuştur. Saatçilikle uğraşan babasına izâfetle İbnü’s-Sââtî diye meşhur olmuştur. İlk eğitimini Bağdat’da almış, Zahirüddin Muhammed b. Ömer en-Nevcâbâzî ve İbnü's-Saykal el-Cezerî gibi isimlere talebelik etmiştir. Kirman’a giderek dönemin meşhur Hanefî fakihlerinden Ebû’l-Berekât en-Nesefî’den Kenzü’d-dekâik’ini okuduğu nakledilir. İbnü’s-Sââtî, Ebû’l-Berekât en-Nesefî’nin önde gelen öğrencilerinden sayılmaktadır. Fıkıh usûlü, kelâm ve dil sahalarına yoğunlaşan İbnü’s-Sââtî öğrenimini tamamladıktan sonra Muvaffakıyye ve Müstansıriyye Medreseleri’nde hocalık yapmıştır. Hayatının sonlarına doğru 686/1287 yılında Kâdılkudât İzzeddin İbnüz-Zencânî'ye nâib olarak tayin edilmiştir. 694/1295’te Bağdat’da vefât eden İbnü’s-Sââtî Cüneyd-i Bağdâdî’nin kabrinin yanına defnedilmiştir.
Öğretisi
Hicrî 7. yüzyılın tanınmış Hanefî fıkıh âlimlerinden biri sayılan İbnü’s-Sââtî, furûʻ-i fıkıh sahasındaki Mecmaʻu’l-bahreyn ve fıkıh usûlüne dair el-Bedîʻ eserleri ile şöhret bulmuş bir isimdir. Hanefî fıkıh geleneğinde mütûn-i erbaa adı verilen eserler içinde yer alan Mecmaʻu’l-bahreyn, hilâf ilmine dair olan ve manzum fıkıh metinlerinin ilk örneklerinden kabul edilen Ebû Hafs en-Nesefî'nin el-Manzûmetü'n-Nesefiyye’si ve Kudûrî'nin el-Muhtasar'ı merkeze alınarak hazırlanmıştır. İbnü’s-Sââtî burada fetvâya esas olan görüşlere ve mezhep içi ihtilaflara işaret etmiş ve bahsi geçen iki metne ilâvelerde bulunmuştur. Hanefî fıkıh çevrelerinden gördüğü büyük kabulün bir neticesi olarak çok sayıda yazma nüshası bulunan bu kitap üzerine başta yazarın kendisi tarafından olmak üzere birçok şerh ve hâşiye kaleme alınmıştır.
İbnü’s-Sââtî’nin el-Bedîʻ adını verdiği diğer eseri, Nihâyetü’l-vusûl ilâ ilmi’l-usûl adıyla da tanınmaktadır. Kendi ifadelerine göre bu çalışmayı, Âmidî’nin el-İhkâm’ı ve Pezdevî’nin Kenzü’l-vusûl’ünü özetleyip birtakım ilavelerde bulunmak suretiyle hazırlamıştır. Fıkıh usûlü telif geleneğinde İbnü’s-Sââtî’ye kadar mütekellimîn ve fukahâ yöntemleri adı verilen iki telif tarzı yaygınlık kazanmıştır. Birbirine yakın dönemlerde ortaya çıkan bu iki metottan fukahâ metodunun Hanefî fıkıh âlimleri tarafından kullanıldığı, mütekellimîn metodunun ise diğer üç büyük mezhep fukahâsı ve Mu’tezile âlimlerince benimsendiği kabul edilmektedir. Hanefîlik dışındaki mezheplere müntesip isimlerin, fukahâ metoduna göre eser yazdıklarına dair tespitler bu genel kabulün istisnâları mâhiyetindedir. Mezhebin görüşlerinin savunulması, mezhep imamlarının takip ettikleri metotların tespit edilmesi ve karşılaşılacak yeni meselelere dair çözüm sunacak yöntemlerin belirlenmesi fukahâ metoduna göre yazılmış eserlerin temel hedeflerini oluşturmaktadır. Bu metoda göre yazılmış usûl eserlerinde, bizatihi müelliflerinin kendi yazdıkları furûʻ-i fıkha dair metinlerin yahut da mezhebin önde gelen imamlarının eserlerinin daha iyi anlaşılmasına yönelik bir çabanın hâkim olduğu da anlaşılmaktadır. Şerʻî ve aklî delilleri açıklama gâyesi ise her iki telif geleneğinin ortak yönleri arasında sayılabilir. Fukahâ metoduyla yazılmış eserler, ekseriyetle mantık ve kelâm ilimlerine dair konulara yer vermemeleri ile diğer metotla yazılmış çalışmalardan ayrılmaktadır. Bu iki metoda göre yazılmış fıkıh usûlü eserlerinin sistematik olarak da birbirlerinden farklı oldukları söylenebilir. Mütekellimîn metodunu kullanan müellifler eserlerine dil, mantık ve hüküm kavramına dair meselelerle başlamakta, ardından deliller ve delillerden hüküm çıkarma yollarını ele almakta, bir kısım ictihad ve taklid konularına ayırdıkları bir hâtime ile çalışmalarına son vermektedirler. Fukahâ metoduna göre yazılmış çalışmalarda ise eserler genelde delillere ayrılmış bir bölümle başlamakta ve sonrasında hüküm çıkarma yöntemlerinden bahsedilmektedir. Dil ve mantık ilmine dair bahislerin bu tarz eserlerin giriş bölümlerinde yer almaması, sistematik bakımından iki telif yöntemi arasındaki önemli farklılıklardandır. Mütekellimîn metoduyla yazılan eserlerin giriş kısımlarında fıkıh usûlü ilminin tanımı, mâhiyeti ve usûl ilminin kelâmî temelleri bağlamında tartışılan ilim, nazar, zan gibi kavramlara yönelik açıklamalar diğer yönteme göre yazılmış usûl eserlerinde bulunmamaktadır. Bu iki metodu mukayese eden çalışmalara göre: Mütekellimîn metodunu esas alan müellifler usûllerini, furûʻdan ve mezhep görüşlerinden bağımsız olarak naslardan yapılan istidlâllerle yahut da aklî, mantıkî ve lugavî istinbatlar ile kaleme alırlar. Fukahâ yöntemini kullanan isimler ise metinlerini, furûʻ meselelerinden tümevarım yöntemine başvurarak, mezhep geleneğini ve mezhep imamlarının hüküm verirken kullandıkları küllî kâideleri dikkate alarak inşa etmektedirler. Eserinde bu iki yöntemi birleştiren İbnü’s-Sââtî, felsefe-mantık dilinin Hanefî usûl eserlerinde kullanılmasına zemin hazırlayan yeni bir telif tarzı geliştirmiştir. Bu metodun kabul görmesinden ve benzer yöntemle kaleme alınan çalışmaların yaygınlaşmasından olacak ki ilk defa İbn Haldûn tarafından (ö. 808/1406) fıkıh usûlü eserlerinin telif tarzları fukâha, mütekellimin ve memzuç metot olarak üçe ayrılmıştır.
Temel Soruları
- Fıkıh usûlü telif gelenekleri nasıl birleştirilebilir?
Öne Çıkan Eserleri
- Mecmaü'l-Bahreyn ve Mülteka'n-Neyyireyn fî’l-Fıkhi’l-Hanefî: thk. İlyas Kaplan, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2005/1426.
- Nihâyetü’l-Vüsûl ilâ İlmi’l-Usûl: thk. Sa’d b. Aziz b. Mehdi Sülemî, Câmiatu Ümmi'l-Kurâ, Mekke 1418/1997.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu