Hayatı

Kahire’de doğdu. Adı Şerefüddîn Ömer’dir. Babasına Ali b. Mürşid’e, mesleği dolayısıyla “Fârız” (miras ve nafaka işlerine bakan kişi) lakabı verildiği için İbnü’l-Fârız şeklinde meşhur oldu. Babası önemli bürokratik mevkilerden yüz çevirerek Ezher Camii’nde inzivaya kapanmış, burada sohbet meclisleri tertiplemişti. Bu bakımdan İbnü’l-Fârız’ın ilk hocası babası sayılır. Her ne kadar dil ve edebiyat derslerinin yanı sıra hadis ve Şâfiî fıkhı okuduysa da onun gençliğinden itibâren tasavvufa yatkın bir mizaca sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bu yatkınlık dolayısıyla erken yaşlarında babasının sohbet halkasından ayrılarak Mukattam dağındaki bir harâbe mescide çekildi. Menkıbeye göre bir gün Şeyh Bakkâl adlı bir velî ile karşılaştı ve Şeyh Bakkâl ona aradığı şeyin Mısır’da değil Mekke’de bulunduğunu söyledi. Bunun üzerine İbnü’l-Fârız Mekke’ye yönelerek dağlarda ve çöllerde riyazete başladı. On beş yıl kadar süren bu inzivâ ve ibâdet hayatı onun tasavvufî tecrübelerini şekillendirmiş gözükmektedir. Mekke’de iken 628’de Ebû Hafs Sühreverdî ile de görüştü, ardından Kahire’ye geri döndü. Ömrünün sonuna doğru vakitlerinin önemli bir kısmını Ezher Camii’nde çevresindekilere sohbetle geçiren İbnü’l-Fârız 2 Cemâziyelevvel 632’de (23 Ocak 1235) vefat etti. Mukattam dağının eteğinde defnedilen İbnü’l-Fârız’ın Cuma günleri ve ölüm yıl dönümlerinde kabri ziyaret edilip şiirlerinin ilâhî/kasîde şeklinde okunması eski bir gelenektir. Hakkındaki kaynaklar onu derin duyarlılıklar taşıyan, güzellikten ve ahenkli sesten etkilenen, her an vecde gelmeye yatkın, sıklıkla semâ eden, bâzen gözlerini belli bir noktaya dikip uzun uzun bakarak kendinden geçen, şiirlerinin çoğunu irticâlen söyleyen ve kendisinden pek çok kerâmet gözüken bir tip olarak anlatırlar.

Öğretisi

Aşkı ve aşktan kaynaklanan iştiyak, elem, hasret, vecd ve cezbe gibi halleri şiirlerinde dile getirmesiyle tanınan İbnü’l-Fârız, Mısır ve Mekke’deki inzivâ ve riyâzet hayatının getirdiği tecrübeleri çeşitli mazmunları kullanarak sıra dışı bir üslupla sunmasıyla tanınır. Düşünce bakımından tasavvufa muhalif olanlar tarafından da onun beyitlerinin Arap edebiyatının en güçlü ifadeleri arasında olduğu kabul edilmiştir. Menkıbeye göre İbnü’l-Arabî, İbnü’l-Fârız’ın Nazmü’s-sülûk olarak da bilinen Kasîde-i Tâiyye’sini şerh etmek istemiş, bunun üzerine İbnü’l-Fârız “senin Fütûhât’ın zaten o kasidenin şerhidir” demişti. Bu menkıbe, İbnü’l-Fârız’ın sonraki sûfîler tarafından algılanışını yansıtmaktadır. Nitekim İbnü’l-Fârız, XIII. yüzyıl sonundan itibaren özellikle İbnü’l-Arabî çizgisini sürdüren sûfîler tarafından şerh edilerek okunmuş, onun beyitleri vahdet-i vücûd düşüncesinin manzum formülleri haline gelmiştir.  İbnü’l-Fârız, aşk tecrübesini Bâyezid-i Bistâmî, Nifferî, Attâr ve Baklî’yi andıran bir muhayyile üzerinden yansıtır. Burada fenâ ve vecdin verdiği bir “ikiliksizlik” durumu söz konusudur. Onun üslubu dış dünya ile iç dünya arasındaki farkı kaldırma odaklı olup insanın kendini idrakinde mutlak birliğin üstün geldiği bir varlık durumuna dönüktür. Şathiye sayılabilecek beyitleri böyle bir mertebeye işaret etmekte, ayrıca gençliğinde kendisinden etkilendiği Şeyh Bakkâl’ın melâmet tavrı mazmunları kullanışına yansımaktadır. İbnü’l-Fârız’ın en hacimli ve ilgi uyandıran şiiri Nazmu’s-sülûk diye tanınan ve 750’den fazla beyit ihtiva eden kasidesidir. Şârihlerin vurguladıkları üzere bu kaside aynı zamanda İbnü’l-Fârız’ın tasavvuf yolculuğunu anlatmakta, şiirdeki anlatım unsurları seyr ü sülûk faaliyetlerinin mahiyetini ortaya koymaktadır. Bu kaside vahdet-i vücûd düşüncesinin manzum ifadesi sayılmış, yazıldığı yüzyılın ardından Abdürrezzak Kâşânî, Dâvûd-ı Kayserî, Saîdüddin Fergânî, İsmâil Ankaravî ve Abdülganî Nablusî gibi müellifler tarafından şerh edilerek ilgili tasavvuf ıstılahları çerçevesinde değerlendirilmiştir.

İbnü’l-Fârız’ın bir diğer tanınmış şiiri Kasîde-i Hamriyye’dir. Aşkın yansımasını şarap sembolizmi üzerinden ele alan bu şiir, tasavvuf edebiyatının en şöhretli örnekleri arasında olup özellikle Fars şiirinde Ahmed Gazzâlî sonrası oluşan mazmun dağarcığının farklı bir safhaya evrilmesi açısından dikkat çekicidir. Hamriyye kasidesi de Dâvûd-ı Kayserî, Abdurrahman Câmî, Kemalpaşazâde ve İsmâil Ankaravî gibi müellifler tarafından şerhedilmiştir. İbnü’l-Fârız’ın şiirleri okunurken ortaya çıkan temel soru, beşerî aşkı dile getiren mecazların ilâhî aşka dönük olarak nasıl okunabileceği meselesidir. Bu soru şarap ve meyhane gibi mazmunlar ya da eski Arap şiirinden miras kalan anlatım unsurları için de geçerlidir. Onun şiiri bağlamında ortaya çıkan bu temel mesele, beyitlerine dönük tavırları da belirlemiş, hulûl, ittihâd ve ibâhîlik tartışmalarının odağına İbnü’l-Fârız’ın bazı vurguları yerleşmiştir. İlgili polemikler içerisinde en bilinenleri, İbn Teymiyye, İbn Haldun, Zehebî ve İbn Hacer el-Askalânî’nin özellikle Nazmu’s-sülûk’e dönük eleştirileridir. Yapılan tartışmaların kapsamı açısından kırk kadar âlimin fetvâsıyla İbnü’l-Fârız’ın mülhid ve zındık sayılması gerektiğini ispatlamaya çalışan Burhâneddin el-Bikâî’nin el-Muârız fî tekfîri İbni’l-Fârız adlı eseri dikkat çekicidir. Buna karşılık başta Eyyûbî sultanları olmak üzere yönetici kesimden himaye görmesi, halk tarafından benimsenmesi ve tarikat muhitlerinde yüceltilmesi İbnü’l-Fârız savunucularının elini güçlendirmiştir. Nitekim Zekeriya el-Ensârî, İbn Hacer el-Heysemî ve Süyûtî gibi müellifler İbnü’l-Fârız müdafaalarıyla da tanınmışlardır. Ayrıca Mısır Osmanlı yönetimi altına girdiğinde Kur’ân okutulmaya başlanan merkezlerden birinin İbnü’l-Fârız’ın mescidi olması gösterilen saygının bir örneğidir.

Öne Çıkan Eserleri

  • Dîvân: thk. Giuseppe Scattolin, Ma’hadü’l-İlmiyyi’l-Fransî li’l-âsâri’ş-şarkiyyât, Kahire 2004.

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu