Hayatı

Basra’da doğmuştur. Kesin doğum tarihi belirlenememekle birlikte Abbâsi devleti zamanında, ilmî faaliyetlerin zirvede olduğu hicri ikinci asrın sonu ile hicri üçüncü asrın ilk yarısında yaşadığı bilinmektedir. Abbasi halifesi Me’mun’un huzurunda Mutezilî âlim Abbad b. Süleyman ile yaptığı ilmî tartışmalarla dönemin meşhur isimlerinden biri olmuştur. Mutezile’nin görüşlerini çürütmek için onlarla mücadele etmiş ve böylece ilk Ehl-i Sünnet kelâmcısı olma unvanını kazanmıştır. Hayatı hakkında çok fazla bilgiye sahip olmadığımız İbn Küllâb’ın kimlerden ders aldığı, nerelere seyahat ettiği vb. bilgilere ulaşamasak da onun kendi döneminde Ahmed b. Hanbel’in ekolü içinde yer alan bir Selef alimi olduğunu, bununla birlikte bir kelâmcı kimliği taşıdığını ve kelâmî tartışmalar içinde yer aldığını görmekteyiz. “Bilinen en meşhur öğrencileri Hüseyin b. Fazl el-Becelî, Abdülaziz el-Kettânî, Cüneyd-i Bağdâdî’dir.” Onlar vasıtasıyla görüşleri farklı coğrafyalara yayılmıştır. Günümüze kadar ulaşan eseri bulunmamaktadır. Kesin olmamakla birlikte 240-41/854-55 yılında Basra’da vefat ettiği düşünülmektedir.

Öğretisi 

İbn Küllâb’ın yaşadığı dönemde hadis ehli Selefiyye ile rey ehli Mu’tezile arasında yoğun tartışmalar yaşanmaktaydı ve İbn Küllâb bu iki uç grup arasında orta bir yol bulmaya çalışıyordu. O dönemde ağırlıklı olarak Allah’ın sıfatları bağlamında zât-sıfat ilişkisi, halkul Kur’an, ru’yetullah meseleleri, iman tanımları, büyük günah problemi vd. gündemdeydi. Bu minvalde İbn Küllâb görüşlerinin büyük çoğunluğunu ilahi sıfatların ispat edilmesi üzerine kurmuş, bu konuda Ehl-i Sünnet’in de devam ettireceği sıfat teorisini ilk defa ortaya koyan âlim olmuştur. Sıfatlar zâtın ne aynıdır, ne gayrıdır temel ilkesinin ilk defa İbn Küllâb tarafından ifade edildiği söylenmektedir. İbn Küllâb, ilahi isim ve sıfatların zât ile birlikte kadîm olduğunu belirtmekte, Allah’ın isimlerinin ne Allah’ın kendisi ne de O’ndan başkası olduğunu söylemektedir. Allah’ın isimleri Allah’tır, denilemez. O’ndan başkadır da denilemez. “Allah; vücûd ile mevcud, ilim ile âlim, kudret ile kâdirdir.” "Allah âlimdir" şeklindeki bir söylem aslında “O'nun ilmi vardır” anlamına gelmektedir. Ona göre Allah’ın ezelde var olduğunu söyleyebiliriz ancak O’nun ezelde yaratıcı olduğunu söyleyemeyiz. O'nun sıfatları isimleridir. Sıfatları başka bir sıfatla vasıflamak mümkün değildir ve onların başlı başına var olmaları da imkânsızdır. Sıfatlar hakkındaki görüşlerini Mutezile’ye yönelik itiraz olarak ortaya koyan İbn Küllâb, halku’l-Kur’an konusunda Mutezile âlimleriyle hararetli tartışmalara girmiştir. O’nun yaşadığı dönem bu tartışmaların en zirvede olduğu mihne sürecinin yaşandığı dönemdi. Halku’l-Kur’an konusunda Selefiyye ile Mu’tezile arasında orta yolu bulmaya çalışan İbn Küllâb’a göre; Allah'ın zatıyla kâim bir sıfat olan kelâm; ezeli ve tek bir kelâmdan ibarettir. Ses ve harflerden müteşekkil olmayıp parçalara bölünmesi ve değişikliğe uğraması söz konusu değildir. İlahi kelâmı anlatan ve yazıya dönüşmesini sağlayan harfler ise değişebilir. Allah’ın zatıyla kâim olan kelâm sıfatı kadîmdir ve yaratılmamıştır; ancak ilâhî kelâmın bizlerin anlayabileceği şeklindeki ifadesi olan Kur’an’ın harfleri ise mahlûktur. İleride İmam Mâturîdî tarafından sistemleştirilecek olan nefsî kelâm-lafzî kelâm ayrımı da ilk kez bu şekilde İbn Küllâb tarafından ortaya konmuştur. Ezelde Allah’ın kelâmının emir, nehiy veya haber olarak vasıflandırılmasının imkansız olduğunu belirten İbn Küllâb’a göre emir, nehiy haber türünden sözlerin hepsi hâdistir, halbuki kelâm-ı nefsî kadîmdir.

İbn Küllâb ru’yetullah konusunda Selefiyye’nin görüşlerinden farklı bir şey ortaya koymamaktadır. Ona göre Allah’ın görülmesi câizdir, çünkü görmenin caiz olmasının şartı görülmeye konu olan şeyin var olmasıdır. Var olan görülür. Allah da vardır ve O’nun görülmesi de mümkündür. Hatta İbn Küllâb cisim, cevher, araz, cihet, mukabele ve ışık misali olmaksızın görülmeye en layık varlığın Allah olduğunu savunmuştur. Buradan hareketle ileride Ehl-i Sünnet’in ru’yetullah konusunda en temel dayanaklarından biri olacak olan vücûd (mevcûd) delilinin temelinin ilk kez İbn Küllâb tarafından ortaya konulduğu söylenilebilir. İbn Küllâb’ın “Allah görülebilir ancak idrak edilemez” görüşünü de savunduğu belirtilmektedir. Daha sonra bu İmam Mâturîdî tarafından da dile getirilecektir.

İbn Küllâb imanı; Allah’ı, kitaplarını ve peygamberlerini ikrar etmek şeklinde tanımlamaktadır. Bu ikrarın kalpte tasdik ve marifet şeklinde olması şarttır. Doğruluğu hakkında marifet ve ikrar olmazsa bu iman olmaz. İbn Küllâb’a göre ameller imana dâhil olmadığından büyük günah işleyen kimse de kâfir sayılamaz.

Genel olarak bakıldığında bazı konularda Selef’ten ayrılan, birçok konuda Mutezile’ye karşı kendi görüşünü temellendiren İbn Küllâb Selefiyye ile Mutezile arasında bir yer bulma arayışındadır ve bu görüşleriyle Ehl-i Sünnet kelâmına öncülük yapmıştır. Kendisinden sonra gelen Eş’arî, Bâkıllânî, İbn Fûrek ve Mâturîdî gibi alimler birçok noktada onun görüşlerini devam ettirmişlerdir. Bu çerçevede İbn Küllâb’a, Ehl-i Sünnet kelâmının kurucusu dememizde bir sakınca görünmemektedir.

Varlık Düşüncesi ve Metafiziği

İbn Küllâb’ı Selef’ten farklı kılan en temel ayrım varlık konusundaki görüşleri ile Mutezile’ye yaklaşması ve onların görüşlerini kendi sistemine dâhil etmesidir. İbn Küllâb varlığı başlangıcı olan ve olmayan şeklinde ikiye ayırmaktadır. Başlangıcı olmayan varlık kadîm, başlangıcı olan ise hâdistir. Kadîm olan tek varlık Allah’tır. Onun dışındakiler ise hâdistir. Bu anlamda Ehl-i Sünnet’in ileride sıklıkla vurgu yapacağı hudûs delilinin Mutezile dışında ilk kullanımına İbn Küllâb’ta rastlamaktayız. Ona göre; Allah bütün mahlûkâtı yoktan var etmiştir. Bütün mevcûdât cisimlerden oluşmakta, cisimler de heyûlâ, sûret ve bölünemeyen cüzlerden meydana gelmektedir. Cisimlerle beraber bulunan manalara araz denmekte ve bunlara eşya ya da sıfat adı verilmektedir. Allah cevheri cevher, rengi renk ve diğerlerini de ne olarak yaratmışsa onun için var etmiştir, cismin cevher veya araza ya da arazın cisim ve cevhere dönüşmesi mümkün değildir.

İbn Küllâb’a göre; zihni varlıkların haricî gerçekliği yoktur. Arazların duyularla idrak edilmesi imkansızdır. Görülebilmenin şartı tek başına var olabilmektir.  Hâlbuki arazların başlı başına mevcut olması söz konusu değildir.

Temel Soruları

  • Allah’ın sıfatları nasıl ispatlanır?
  • Allah’ın zatıyla sıfatları arasında nasıl bir ilişki kurulabilir?
  • Kelâmullâh mahlûk mudur, değil midir?

Öne Çıkan Eserleri

  • Kitâbü’s-Sıfât.
  • Halku’l-Ef’âl.
  • er-Red ale’l-Mu’tezile.

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu