Hayatı
Hayatı hakkında ayrıntılı bilgi bulunmasa da Basra’da doğduğu kabul edilmektedir. Burada Vâsıl b. Atâ’nın öğrencisi Osman b. Hâlid et-Tavîl’den tahsil gördü. Genç yaşta Basra’da ilmî tartışmalara katıldı. Bağdat’ta Harunürreşid’in veziri Yahya b. Hâlid el-Bermekî ve Halife Me’mûn’un huzurunda yapılan ilmî tartışmalara katılarak Yahudi, Hıristiyan ve Mecûsî dinlerine mensup birçok bilginle münâzara yaptı. Beytü’l-Hikme’nin reisi ve geometri bilgini Sehl b. Hârun ile yakın ilişki kurdu. Arapça’ya tercüme edilen felsefe kitaplarını okudu. Mu‘tezile’nin sistematik bir kelâm ekolüne dönüşmesinde büyük rol oynadı. Kelâmın sonraki gelişiminden geriye doğru bakıldığında Ebü’l-Hüzeyl’in Mu‘tezile kelâmcıları arasında ayırıcı bir yere sahip olduğu hemen göze çarpar. Mu‘tezile’ye nisbet edilen görüşlerin birçoğunun kökeninde Ebü’l-Hüzeyl yer almaktadır. O, temelleri daha önce Vâsıl b. Atâ’nın içinde bulunduğu kuşak tarafından atılan adâlet ve tevhîd düşüncesi ekseninde Mu‘tezile’nin temel dayanaklarını “beş esas” altında toplamış ve böylece Mu‘tezile’nin kendi çizgisi üzerinden sürekliliğini sağlamıştır. Ebü’l-Hüzeyl 235/849-50 yılında Sâmerrâ’da vefat etmiştir.
Bilgi Teorisi
Ebü’l-Hüzeyl, bir fiil olarak bilginin kökenine ilişkin yaptığı soruşturma neticesinde, bilginin zarûrî ve ihtiyârî/iktisâbî şeklinde iki türüne ulaşmıştır. Ona göre zarûrî bilgiler ya insanın, kendisi ile diğer şeyleri; yer ile gök vb. şeyler arasını sayesinde ayırdığı akılda verili bulunan bilgiler ya da duyulardan biriyle elde edilen bilgilerdir. İhtiyârî bilgiler ise ne akılda bulunan ne de duyulardan biriyle elde edilmeyen; aksine akıl yürütme ile ulaşılan bilgilerdir. Böylece Ebü’l-Hüzeyl’e göre zarûrî bilgiler, (i) vasıtasız ve (ii) vasıtalı bilgiler olmak üzere iki kısımdır. Vasıtasız bilgiler, bedîhî veya fıtrî; vasıtalı bilgiler ise duyu bilgileridir.
Varlık Teorisi
Kelâm tarihinde Tanrı dışındaki mevcûdları cevher-araz teorisine dayalı bir şekilde açıklama çabası ilk defa Ebü’l-Hüzeyl tarafından geliştirilmiştir. Ebü’l-Hüzeyl, nesneyi, “sağı, solu, önü arkası, üstü ve altı olan şey” şeklinde tanımlar. Bir şeyin cisim olması için gereken asgarî cüz sayısı ise altıdır. Bunlar, sağ-sol, ön-arka, üst-alt şeklinde sayılabilir. Ona göre cisim bölünemeyen (el-cüz’ ellezî lâ yetecezzâ) altı cüzden meydana gelmektedir. Ebü’l-Hüzeyl, nesneyi oluşturan unsurların en temelde “bölünemeyen cüz” olduğunu söylemektedir. Bu kavramın kelâm tarihinde ilk defa Ebü’l-Hüzeyl’in içinde bulunduğu kuşak tarafından geliştirildiği bilinmektedir. O, hardal tanesinin önce iki cüze, sonra dört cüze, sonra sekiz cüze bölünmesini ve her bir cüzün cüz’ la yetecezze’ oluncaya kadar bölünmesini mümkün görerek bölünemeyen cüzü ispat etmiştir. Buna göre cisimlerin unsurları bölünemeyen bir noktada/sınırda (hadd) dururlar; bu nokta “bölünemeyen parça” (cüz lâ-yetecezze’) olarak ifade edilir.
Kelâmcılara göre bir şeye ilişkin bilgi elde etmenin esas itibariyle iki yolu bulunmaktadır. Bu husustaki asıl: “Bir şey zarûrî olarak bilinmiyorsa, o şeyi bilmenin yolu nazar veya istidlâldir” şeklinde ifade edilmektedir. Bu ilkeden hareket ederek Mu‘tezile kelâmcıları Tanrı’nın varlığına ve sıfatlarına ilişkin bilginin nazar ve istidlâl ile elde edileceğini söylemişlerdir. Ebü’l-Hüzeyl, bu tür bilgiye ulaşmak için gerekli olan akıl yürütmenin, fiziksel nesnelerin oluşturduğu hâdis varlıklar (havâdis) üzerinde yapılması gerektiğini düşünüyordu. Bu yapılırken öncelikle hâdis varlıklardaki “değişimin imkânı” (cevâzü’t-teğayyür) üzerinde düşünülmeliydi. Çünkü değişim, hâdis olmanın bir gereğiydi.
Böylece Ebü’l-Hüzeyl, kelâm tarihinde ilk defa, hâdis varlıkların hudûsları sebebiyle bir muhdise dayanmaları gerektiğini söyleyerek Tanrı’nın varlığına ilişkin bilginin nasıl elde edileceği sorununu çözmeye çalışmıştır. O, nesnelerin hudûsuna ilişkin geliştirdiği argümanını şöyle formüle eder: “Cisimler, hâdis şeylerden (havâdis) ayrılamaz ve onlardan önce de bulunamaz. Kendisinden önce bulunacak bir şekilde muhdesten ayrılamayan (lâ-yahlû) şeyin de onun gibi muhdes olması gerekir”.
Ebü’l-Hüzeyl’in, cisimlerin hudûsuna ilişkin geliştirdiği istidlâl, esas itibariyle (delâlet) dört öncüle (de‘âvî) dayanmaktadır:
(i) Cisimlerde birleşme (ictimâ), ayrılma (iftirâk), hareket ve sükûn gibi nitelikler (meânî) vardır.
(ii) Söz konusu nitelikler muhdestir.
(iii) Cisimler bu niteliklerden ayrılamaz ve onlardan önce bulunamaz.
(iv) Cisimler bu niteliklerden ayrılamıyor ve onlardan önce bulunamıyorsa, cisimlerin de onlar gibi hâdis olması gerekir.
Ebü’l-Hüzeyl’e göre biz gerek gözlemlerimiz gerekse de gözlemlerimizin telkinleriyle nesnelerin birleşme (ictimâ), ayrılma (iftirâk), hareket ve sükûn gibi varoluş modlarına (el-ekvân el-erba‘a) sahip olduğunu zorunlu olarak biliyoruz; yine hem aklî olarak hem de deneyim neticesinde söz konusu niteliklerin hâdis olduklarını da biliyoruz. Zirâ nesne, önce hareket ediyor, sonra duruyor, belli bir süre sonra varlığını kaybediyor, sonra tekrar varlık kazanıyor. Dolayısıyla nesne, birtakım değişimlere mârûz kalıyor. Üstelik nesne hiçbir şekilde bu niteliklerden ayrılamadığı gibi, onlardan önce de nesne olarak varlık sahnesine çıkamıyor. Şu halde nesne, adı geçen niteliklerden ayrı ve önce bulunamıyorsa, bu niteliklere verdiğimiz hudûs yükleminin, eşit ölçüde bütün nesneler için de geçerli olması gerekir. Böylece Ebü’l-Hüzeyl, şeylerin hudûsundan onların bir fail nedeni veya muhdisi olduğu düşüncesine ulaşarak Tanrı’nın varlığına ilişkin bilgiye ulaştı.
İlahî Sıfatlar
Tanrı’nın sıfatlarıyla ilgili olarak Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf, zât-sıfat özdeşliği olarak ifade edilen sıfat teorisini geliştirmiştir. Bu bağlamda Ebü’l-Hüzeyl söyle der: Ben, ‘Allah âlimdir’ dediğimde, Allah’a bir ilim ispat etmiş olurum ki bu ilim, O’dur ve O’ndan cehli nefyederek, olmuş veya olacak olan bir malûmu ispat ederim. ‘Allah kâdirdir’ dediğimde, O’ndan aczi nefyetmiş olurum ve O’na kendisi olan bir kudret ispat ederek, makdûru belirlemiş olurum. ‘Allah hayydır’ dediğimde, Allah’a kendisi olan bir hayat ispat etmiş olurum ve O’ndan ölümü nefyetmiş olurum.” Buna göre Ebü’l-Hüzeyl, Allah’ın bir ilimle âlim ve ilminin kendisi (zâtı) olduğunu, bir kudretle kâdir ve kudretinin kendisi olduğunu ve bir hayatla hayy ve hayatının kendisi olduğunu söylemiştir. Ebü’l-Hüzeyl, sem‘, basar, kıdem, izzet, azamet, celâl, kibriyâ ve diğer sıfatlar için de aynı şeyin geçerli olduğunu düşünmektedir. Bu nedenle, Ebü’l-Hüzeyl’in, masdar formundaki mânâ sıfatlarıyla zâtı özdeşleştiren bir yaklaşım benimsediğini söyleyebiliriz.
Öne Çıkan Eserleri
- Kitâbü’l-Hucce.
- Kitâbü’l-Cevahir ve’l-A‘raz.
- Kitâb Tesbîti’l-A‘râz Kitâbü’l-Cüz’ ellezi la Yetecezze’.
- Kitâb ale’s-Sûfistâiyye.
- Kitâbü’s-Sem‘ ve’l-Basar Amilâ em Umile Bihima.
- Kitâb fi’s-Savt ma Hüve.
- Kitâb ala Ashabi’l-Hadis fi’t-Teşbih.
- Kitâb Sıfatillah bi’l-Adl ve Nefyi’l-Kabih.
- Kitâbü’r-Redd ale’l-Kaderiyye ve’l-Mücbire.
- Kitâb ala Dırar ve Cehm ve Ebi Hanife ve Hafs fi’l-Mahlûk Müteşabihu’l-Kur’ân.
- Kitâbü’l-Mahlûk ala Hafs el-Ferd.
- Kitâb ale’n-Nazzâm fi Tecvizi’l-Kudre ale’z-Zulm.
- Kitâb ala’n-Nazzâm fi Halki’ş-şey ve Cevabuhu Anhu.
- Kitâbü’t-Tafr ala İbrahim.
- Kitâb fi Halki’ş-Şey an Şey.
- Kitâbü’l-İstitaa.
- Kitâb ala Hafs el-Ferd fi Feale ve Yefalu.
- Kitâbü’t-Tevlid ale’n-Nazzâm.
- Kitâbü’l-Va’d ve’l-Vaid.
- Kitâbü’l-İnsan ma Hüve.
- Kitâbü Tûli’l-İnsan ve Levnihi ve Te’lifihi.
- Kitâb ale’n-Nazzâm fi’l-İnsan.
- Kitâbü Alâmâti Sıdki’r-Rusul.
- Kitâbü’l-İmame ala Hişâm.
- Kitâbü Mîlâs
- el-Hutbe el-Felekiyye
- Mesail fi’l-Harekat ve Gayriha.
- Kitâb ale’l-Mecûs.
- Kitâb ale’n-Nasara.
- Kitâb ale’l-Yehud.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu