Hayatı

Gazzâlî sonrası dönemde İslâm düşüncesinin gelişmesine hizmet etmiş Yahudi asıllı bir filozof olan İbn Kemmûne 612/1215 yılında doğmuş ve ömrünün büyük bir kısmını Bağdat’ta geçirmiştir. Müslüman olduğu yönünde bazı iddialar bulunsa da bu konuda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Hem Meşşâî felsefesinin zirve ismi İbn Sînâ’nın hem de İşrâkî felsefenin zirve ismi Sühreverdî’nin meşhur şârihleri arasında yer almaktadır. Bunun temel sebeplerinden birisi onun Sühreverdî’nin Telvîhât adlı eserine yazdığı şerhin yanında İbn Sînâ’nın İşârât’ına da şerh yazması ve Telvîhât şerhinde İşrâkî düşünceye yönelttiği eleştirilerin Meşşâî felsefenin paralelinde gerçekleşmesidir. Eleştirel üslubu ve bazı dinî meselelere yaklaşımı sebebiyle Bağdatta halkın tepkisini toplamış ve Mecdüddîn İbnü’l-Esîr gibi bazı kişiler tarafından himaye dilerek Bağdat yakınlarındaki Hille’ye götürülmüştür. İbn Kemmûne ömrünün geri kalanını burada geçirmiş ve 683/1284 yılında burada ölmüştür.

Varlık Düşüncesi ve Metafiziği

İbn Kemmûne metafiziğinde, İşrâki felsefenin aksine “nûr” kavramı değil, Meşşâî felsefeye uygun “varlık” kavramı merkeze yerleştirilmektedir. Onun varlık anlayışı genelde Meşşâî felsefe özelde İbn Sînâ’nın varlık anlayışıyla örtüşmektedir. Meşşâî felsefede olduğu gibi İbn Kemmûne’ye göre varlığın tanımlanması mümkün değildir. Çünkü varlığı kuşatacak daha geniş bir kavram ve bilgi yoktur. Varlık, her şeyin kendisiyle bilindiği en genel ve en açık kavramdır.  Buna göre varlık, apaçık ve tarife ihtiyaç duymayan en açık-seçik kavramdır. İbn Sînâ’da olduğu gibi, her şeyin kendisi vasıtasıyla tasavvur edildiği en öncelikli kavramdır. Tanrı’dan çokluğun nasıl meydana geldiği problemini, İbn Sînâ ve Sühreverdî gibi sudûr teorisiyle çözmeye çalışmaktadır. Ancak diğer İşrâkî filozofların aksine Tanrı’dan feyz eden nurlar değil akıllardır. Ona göre zorunlu varlık olan Tanrı’dan ilk olarak südur eden şey kendinde mümkün Tanrı’ya nisbetle zorunlu olan ilk akıl taşar.  İlk akılda hem imkân hem de zorunluluk olduğundan ilk akılda varlık ve mahiyet ayırımı vardır. Madde ve sûretin ilkesi de ilk akıldır. Meşşâî felsefede olduğu ilk akıl Tanrı’yı akletmesi bakımından aklî cevherin ilkesi, kendi zâtını akletmesi bakımından da cisimsel cevherin ilkesidir.  İbn Kemmûne’nin sudûr teorisi Meşşâî felsefede olduğu gibi aşağıya doğru devam etmektedir. 

Bilgi Teorisi

İbn Kemmûne tevarüs ettiği geleneksel yaklaşıma paralel olarak bilgi teorisini nefs ve nefsin idrak süreci üzerine inşa etmektedir. Ona göre nefsin idrak süreci ise şu aşamalardan geçmektedir: (i) herhangi bir bölünme kabul etmeyen basit olarak nefsin her bir kuvvesi kendisinden sonraki kuvveye veri oluşturması bakımından bilgiyi elde etme sürecinde belirli bir rol üstlenmekte, (ii) her bir kuvvenin yetkinliği bir sonraki kuvveye en iyi bir şekilde hizmet etmekte, (iii) nefsin en üst kuvvesi olan bilme (âlime) kuvvesinin yetkinliği ise küllî suretleri idrak etmektedir. Ancak İbn Kemmûne nefsin bilme süreci sonunda gerçekleşen idrakin/bilginin sınırlı bir bilgi olduğu, tam-mutlak bilginin ise sadece Tanrı’ya mahsus bir durum olduğunu düşünmektedir. İbn Kemmûne’ye göre insan bilgisinin kaynakları akıl, vahiy ve duyu olmak üzere üç çeşittir. Bu üç bilgi kaynağı da gerçekliğin elde edilmesinde kendi ölçüleri nisbetinde önemli bir paya sahiptirler. Duyular cüz’î bilgilerin kaynağı, akıl küllî bilgilerin kaynağı, vahiy ise aklın ötesinde peygamberlikle ortaya çıkan bir başka bilgi kaynağı olarak kendi aralarında soyut ve tam bilgiye ulaşmada bir hiyerarşi oluşturmaktadır. Bundan dolayı insanın tek bir bilgi kaynağını kabul ederek diğerlerini yok sayması eşyayı bilebilmesi için yeterli olmamakta ve insanın bilgideki yetkinliği ise bu bilgi kaynaklarını son sınırına kadar kullanmakla gerçekleşebilmektedir. Bilginin değeri konusunda İbn Kemmûne “doğruluk” kavramının “bilgi” kavramında mündemiç olduğunu düşünmektedir. Başka bir ifadeyle “yanlış” hükmünü giymiş hiçbir şey bilgi adını almayı hak etmemektedir. İbn Kemmûne doğru bilginin kriterini ya da bilgiyi doğru kılan ölçütü özne ve nesne arasındaki ilişki zemininde incelemektedir. Ona göre doğruluk, bir bilgi ifadesi olan önermenin ilgili olduğu gerçekliğe uygun düşmesi ve onu olduğu haliyle yansıtmasıdır. Bu uygunluk arayışı ise aklî bilgi alanında İbn Kemmûne’yi aklın ilkelerine ya da mantığa taşımaktadır. İbn Kemmûne’nin dikkat çekici yorumlarından birisi de küllîlerin insan aklına faal akıldan geldiği şeklindeki Meşşâî yorumudur. 

Ahlâk ve Siyaset Düşüncesi

İlmin teorik ve pratik şeklindeki geleneksel tasnifini takip ederek ahlâk ve siyaseti pratik ilmin birer şubesi olarak inceleyen İbn Kemmûne, bilgi teorisinde olduğu gibi ahlâk ve siyaset düşüncesinin temeline de nefs teorisini yerleştirmektedir. Bu tasnifi nefsi natıkanın teorik ve pratik güçlerine dayalı bir şekilde ilim ve amel kavramları etrafında tartışmaktadır. Ona göre felsefî ilimler varlığı insan fiillerine bağlı olmayan ve varlığı insan fiillerine bağlı olanlar şeklinde ayrılmaktadır. Nefsin eylemde bulunma gücü insan bedenini çeşitli fiillere yöneltmektedir. İbn Kemmûne nefsin bu gücünün, bedenin güçlerini yönettiği zaman erdemlerin elde edilebileceğini düşünmektedir. Bir başka ifadeyle insanın ahlâklı bir varlık haline gelmesi ancak nefsin bu gücünün bedensel güçleri yönetmesiyle gerçekleşmektedir. Nefsin söz konusu gücü ile bedenin güçleri arasındaki bu ilişkinin bozulması ya da erdeme varan yukarıdaki ilişkinin aksine bedensel güçlerin nefsin bu gücünü yönetmesi ise erdemsizliğin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. İbn Kemmûne’nin ahlâk düşüncesinin ana gayesi olan gerçek mutluluk ise ancak nefsin maddi olmayan varlıkları idrak etmesiyle mümkün olmaktadır. Nefsin bu varlıkları idrak etmesi ise onu günahlardan, kötülüklerden uzak tutan takvayla mümkündür. Takva nefsi dizginler ve nefsin iki aşırılıkları arasındaki faziletlerin ortaya çıkmasını sağlar. Aynı durum siyaset için de söz konusudur. Hem ahlâk hem de siyaset için nebevî bilgiye ihtiyaç vardır. Eğer kanun/yasa koyma işi halka bırakılsaydı fitne ortaya çıkardı. Bu sebeple ümmet için tek bir yasa koyucunun olması gereklidir. Netice olarak İbn Kemmûne hem ahlâkın hem de siyasetin ilkelerinin nebevî hikmetten alınması gerektiğini düşünmektedir.

Öne Çıkan Eserleri

  • el-Cedîd fi’l-Hikme. (el-Cedîd fi’l-Hikmeti ve’l-İlâhiyyât, el-Hikmetü’l-Cedîde: thk. Hamid Mer’id Kübeysî, Câmiatu Bağdad, Bağdad 1982.

  • Tenkîhü’l-Ebhâs li’l-Mileli’s-Selâs: thk. Muhammed Kerimi Zencânî Asl, Encümen-i Asâr ve Mefâhir-i Ferhengi, Tahran 2004.

  • Şerhü’l-İşârât (Şerhu’l-Usûl ve’l-Cümel min Mühimmâti’l-İlim ve’l-Amel): Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 2516.

  • et-Tenkîhât fi Şerhi’t-Telvîhât: Süleymaniye Ktp., Hekimoğlu Ali Paşa, nr. 854.

  • el-Kelimâtü’l-Vecîze: nşr. Sabine Schmidtke-Reza Pourjavady, A Jewish Philosopher of Baghdad ‘Izz al-Dawla Ibn Kammûna (d.683/1284) and His Writings içinde, Leiden-Boston, 2006.

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu