Hayatı

İbn Gaylân Horasan bölgesinde yer alan Belh şehrinde doğmuştur. Doğum tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte Hudûsü’l-‘âlem’in giriş kısmında yazdığı üzere hicrî 523 yılında Merv Nizâmiye Medresesi’nde öğrenciydi. Yine aynı esere göre buradaki öğreniminden önce de Belh’te matematik ilimlere dair bir öğrenim görmüştür. Bu bilgiler doğrultusunda onun ilköğrenimine doğum yeri olan Belh’te başladığını ve muhtemelen de VI/XII. yüzyılın başlarında doğmuş olabileceğini söyleyebiliriz. Hayatı hakkında fazla bilgi bulunmamakla birlikte İbn Gaylân, Merv Nizâmiye Medresesi’nde 523/1129 yılında fıkıh okuduğu sıralarda mantıkla ilgili duyduğu övgü dolu ifadelerden sonra mantık ilmi okumaya başladığını söyler. Ertesi yıl Nîşâbûr’a giderek bu ilme dair olan tahsilini orada tamamlamıştır. Onun ifadelerinden anlaşıldığı üzere mantık ilmini öğrenme konusunda istek ve arzusu ona tahsiline başladığı fıkıh ilmini bırakarak bu ilme yönelmesine ve bu doğrultuda daha faydalı olacağına kanaat getirdiği başka bir medreseye gitmesine sebep olmuştur. O, bize mantık öğrenmeye başlamadan önce Belh’te aritmetik ilminde (‘ilmü’l-hisâb) yetkinleştiğini söyler. Bunun yanı sıra Öklid’in bu konuya dair kitabını da burada iken hocasından duyduğunu ve okuduğu ve bununla birlikte astronomiye dair başka kitapları da yine buradayken okuduğunu ifade eder. Bu duruma göre İbn Gaylân daha Merv’e gelip orada mantık ilmini okumaya başlamadan önce doğum yeri olan Belh’te matematik ilimlerine (riyâziyyât) dair bir tahsil almıştır. Bu ilimler daha sonra İbn Gaylân’ı doğa ilimleri ve metafizik çalışmaya yöneltmiştir. Bu ifadeler onun felsefî ilimlere dair olan tahsilinde önce matematik sonra da mantık, doğa ilimleri ve metafizik şeklinde bir sıra takip ettiğini göstermektedir ki bu da Müslüman Meşşâîler arasında yaygın olan felsefî ilimlerin tasnifi ve öğretimi konusundaki mantık, doğa bilimleri, matematik ve metafizik şeklindeki şablonla farklılaştığını göstermektedir. Felsefî ilimlere dair olan incelemelerinden sonra İbn Gaylân, felsefeye karşı muhalefet arzusundan dolayı kelâm ilmine yöneldiğini ifade eder. Bu çalışmaları neticesinde o felsefi ilimlere eleştiri amacıyla ilk önce mantık ilmini hedefe alarak “et-Tavti’e” olarak bilinen “et-Tavti’etü li’t-tahtiyyeti” adlı risalesini kaleme almış, daha sonra da Hudûsü’l-‘âlem adlı kitabını yazmıştır. Bu kitaptan sonra da et-Tenbîhi ‘alâ temvîhâti Kîtâbi’t-Tenbîhât adlı kitabı yazarak el-İşârât ve’t-Tenbîhât başta olmak üzere İbn Sînâ’nın farklı eserlerindeki görüşlerini hedef almıştır.

İbn Sînâ’nın öğrencilerine dair hazırlanan bazı silsilelerde İbn Gaylân el-Belhî, el-Levkerî’nin (ö. 516/1123) öğrencisi olarak gösterilmektedir. İbn Sînâ felsefesini Horasan bölgesinde yayan isim olarak kabul edilen Levkerî de doğrudan Ebü’l-Hasen Behmenyâr b. Merzübân’ın (ö. 458/1066) öğrencisi olup Behmenyâr da İbn Sînâ’nın öğrencisidir. Ancak Levkerî’nin ölüm tarihi dikkate alındığında bu bilgiye karşı ihtiyatlı bir tavır benimsemek isabetli olacaktır. Lûkeri 1123 yılında vefat etmiş olup İbn Gaylân ise mantık ilmine dair öğrenimine 1129 yılında başladığını söylemektedir.

İbn Gaylân el-Belhî’nin hayatının sonraki dönemlerinde Semerkant’ta bulunduğunu ve orada ciddi bir şöhrete eriştiğini Fahreddin er-Râzî’den öğreniyoruz. Aynı zamanda o, Râzî’nin el-Mülahhâs, Şerhü’l-İşârât ve el-Mebâhisü’l-meşrikiyye gibi eserlerini okutmuştur. Fahreddin er-Râzî Münâzarât’ta Semerkant’ta iken evini ziyaret ettiğini söylediği el-Belhî’yi bu eserinde el-Ferîdü’l-Gaylânî şeklinde zikreder ve onu karakter olarak güzel ahlâkı, doğru fikirli olması ve tevazusu ile meşhur olduğunu söyleyerek överken tartışmada ise zayıf olduğunu ifade eder. Râzî’nin bu eserindeki son tartışma el-Belhî’nin evinde, bir grup arkadaşının yanında el-Belhî ile aralarında geçen tartışmaya ayrılmıştır (Râzî, 2016, s. 115-119).

İbn Gaylân el-Belhî’nin ölüm tarihi de yine Râzî’nin Münâzarât’ından hareketle yaklaşık olarak saptanabilmektedir. Râzî’nin 1186 yılında Buhara’da olduğu, daha sonraki bir dönemde Semerkant’a geçtiği bilinmektedir. Râzî eserde daha sonraki tartışmalarda onun öldüğünü ima eden ifadeler kullanmaktadır. Râzî’nin Münâzarât’ı kitaplaştırdığı tarih en erken olarak 1197 olarak kabul edilmektedir. Bundan dolayı da İbn Gaylân el-Belhî’nin muhtemel ölüm tarihi 1194 olarak kabul edilmektedir. 

Öğretisi

Âlemin Sonradan Yaratılmışlığı

Bir, ezeli ve kendisinde herhangi bir çokluk bulunmadığı kabul edilen Tanrı’nın âlemi nasıl yarattığı konusunda İslam düşüncesinde kelâmcılar “yoktan yaratma” teorisini savunurken Fârâbî ve İbn Sînâ gibi filozofların aralarında yer aldığı filozoflar da farklı türevleriyle birlikte “sudûr” teorisini savunurlar. Ayrıca bir yaratma biçimi olarak sudûru kabul etmeyen İbn Rüşd ve Mîr Dâmâd gibi filozofların da yoktan yaratmayı da kabul etmeyip “ezeli yaratma” şeklinde ifade edilebilecek farklı bir teori geliştirmeye yöneldikleri gözlemlenmektedir. Bu itibarla Tanrı ve yoktan yaratma biçimin kabulü ya da reddinin kelâmcı ve filozoflar arasındaki en temel ayrışma noktalarından biri olduğu söylenebilir. Nitekim Gazzâlî’nin Tehâfütü’l-felâsife’sindeki ilk konu bu problemle ilgili olduğu gibi bu eserde belki de en fazla öne çıkan konu da yine bu problemdir. Aynı şekilde İbn Gaylân, âlemin yaratılmışlığını ispatlamayı usûlü’d-dînin en temel konularından biri olarak kabul eder. Ona göre, Tanrı’nın varlığının ispatı ancak âlemin yaratılmışlığının ortaya konulmasıyla yapılabilir. Çünkü Tanrı’nın varlığının ispatı ancak âlemin varlığının bir varlık vericiye ihtiyacının orta konmasıyla olabilir. Nitekim âlemin ezeli olarak varolduğu kabul edildiğinde o ezeli olarak da varlık vericiye ihtiyaç duymayacaktır (Hudûsü’l-‘âlem, s. 2). İbn Gaylân âlemin varlığının sonradanlığı (lem yekün sümme kân) ortaya konduktan sonra onun bir sebebinin olduğunun açığa çıkabileceği kanaatindedir. Ancak bu yapıldıktan sonra Tanrı’nın sıfatları hakkında konuşup hay, kâdir, mürîd, âlim, semî‘, konuşan olmak gibi sıfatlar ispatlanabilecektir. Benzer şekilde O’nun peygamber göndermesi, mucizeler, peygamberlerin eliyle kulların iyiliğe çağrılıp kötülükten uzaklaştırılması, ahretteki ödül ve ceza gibi dinin temel konuları ve şeriatın teferruattaki konular da ancak âlemin hudûsu ortaya konup onun kendi dışındaki bir sebebe ihtiyacı açığa çıkarıldıktan sonra olabilir (Hudûsü’l-‘âlem, s. 3). O, âlemin hudûsunun ortaya konulmasıyla, aynı zamanda, filozofların feleklerin hareketlerinden dolayı âlemin de bulunduğu durum üzerine ezeli olacağı, unsurların dönüşmesi ve birleşiklerin bozulması, ilk neden diye isimlendirilen mutlak varlık olmaktan başka bir zâtı ve hakikati olmayan bir zâtın varlığı ve sudur teorisi, Tanrı’nın tekiller hakkındaki bilgisi ve cismani haşir gibi konularda filozoflara ait olan görüşlerin de geçersiz hale geleceğini söyler. İbn Gaylân’ın burada bahsettiği konu ve dikkat çektiği kaygılarla Gazzâlî’nin Tehâfütü’l-felâsife’sinde en fazla öne çıkan konu ve kaygılar arasındaki benzerliğin yanı sıra Kitabın bu türlü konumlandırılmasından dolayı Hudûsü’l-‘âlem sadece âlemin kıdemi konusunda İbn Sînâ’ya yönelik bir eleştiri eseri olarak değil de bundan daha geniş bir eleştiri hedefi taşıyan bir eser olarak da kabul edilebilir. Nitekim kendisi Hudûsü’l-‘âlem’de döneminde insanlar arasındaki felsefi kitapların ve bu kitaplardaki fikirlerin yaygınlığından şikayet etmekte ve bunun önüne geçilmesi gerektiğini ifade etmektedir (Hudûsü’l-‘âlem, s. 7).

 Öne Çıkan Eserleri

  • Hudûsu’l-‘Âlem: nşr. Mehdî Muhakkik, Müesse-i Mutâl‘ât-i İslâmî, Tahran 1998.

  • et-Tavti’e li’t-Tahtiei.             

  • et-Tenbîh ‘alâ Temvîhâti Kîtâbi’t-Tenbîhât.             

  • et-Tenbîh ‘ale’l-İhtilâf ve’t-Tefâvüt ve’t-Tenâkuz fî Kitâbi’l-‘Edviyeti’l-Müfredeti min Kitâbi’l-Kânûn fî’t-Tıb li İbn Sînâ: nşr. Ayman Shihadeh, “A Post-Ghazalîan Critic of Avicenna: İbn Ghaylân al-Balkhî on The Materia Medica of The Canon of Medicine”, Journal of Islamic Studies, sy. 24/2 (2013), s. 160-172.

    Kaynak: İslam Düşünce Atlası
    Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu