Hayatı

İbn Bâcce, felsefe başta olmak üzere astronomi ve fizik gibi alanlarda da önemli katkıları olan Endülüslü İslâm düşünürüdür. 470/1077’de Sarakusta’da (Saragossa) doğup, 533/1139’te Fas’ta vefat etmiştir. Abdurrahman b. Seyyid el-Mühendis’ten ilim tahsil etmiş, Ebü'l-Hasan İbnü'l-İmam, Ebü'l-Hasan İbn Cudi, İshak b. Şem'un el-Yahudi el-Kurtubî, Ebû Amr b. Hırnare, Ebû Osman b. Ali b. Osman el-Ensârî ve İbn Rüşd gibi isimlere de hocalık yapmıştır. 

İbn Bâcce'nin felsefesinin temel kaynakları arasında Eflâtûn ve Aristoteles gibi Yunan filozofları ile Kindî, Fârâbî ve İbn Sînâ gibi doğulu İslâm filozofları bulunmaktadır. İslâm filozofları arasında gelişen Aristoteles’in eserlerine şerh yazma geleneğinin ilk örnek isimleri arasındadır. Fârâbî’nin çeşitli eserlerine talikler yazmış, Gazzâlî’nin şahsında sufileri eleştirerek daha çok aklî merkeze alan bir düşünce sistemi geliştirmiştir.

İbn Bâcce, İbn Tufeyl’in, kendisine kadar Endülüs’te gerçekleştirilen felsefî etkinliğin aşamalarına ilişkin üçlü tasnifinin sonuncu ve en yetkin aşamasına tekabül eder. İbn Tufeyl’e göre felsefe önce riyâzî bilimler, ikinci olarak mantık aşamasından geçmiş ve zirvesini İbn Bâcce’nin oluşturduğu metafizik ile yetkin noktasına ulaşmıştır. İbn Bâcce’yi öne çıkaran temel öğretilerin psikoloji, epistemoloji, ahlâk ve siyasette merkezileştiğini görürüz.

Psikoloji ve Epistemoloji

İbn Bâcce, insanla ilgili meseleleri büyük oranda Aristoteles’in De Anima’sını model alan Kitâbü’n-nefs isimli eserinde inceler. Dolayısıyla İbn Bâcce psikolojisinde nefsle ilgili konuların büyük oranda Aristotelesçi bir tutumla incelendiği görülür. Bu etki, ruhun veya nefsin varlığının ispat edilmesi, “tabiî organik cismin ilk yetkinliği” olarak tanımlanması ve nefse sahip olmaları itibariyle canlılık özelliğine sahip varlıkların bitkiler, hayvanlar ve insanlar şeklinde tasnifi gibi konular üzerinden takip edilebilir durumdadır. İnsanın akıl merkezli bir varlık olduğu fikri, İbn Bâcce’nin Kitâbü’n-nefs’inin bütününe yayılmış ana fikir olarak gözükür. Çünkü insanı insan yapan aslî nitelik düşünmedir. Akıl her ne kadar insana verilmiş tabiî bir yetenek olsa da geliştirilebilir bir nitelik arzeder.

İbn Bâcce felsefesinin merkezî konusunu bilgi teorisi ile insanın mutluluğu oluşturur. İbn Bâcce duyu ile akıl arasındaki konumu bağlamında insanı insan yapan asıl yönün onun aklî yönü olduğu şeklindeki geleneksel felsefi kabulü devam ettirir. Bununla birlikte İbn Bâcce’nin bilgi teorisinde dikkat çeken bir katkı, onun insan bilgisinin alanını belirlemek amacıyla yaptığı çok önemli bir ayırımda ortaya çıkar. Buna göre bilgi alanları “tabiî imkân alanı” ve “ilâhî imkân alanı” olmak üzere ikiye ayrılır. Tabiî imkân alanı, duyu idraklerinin, aklî istidlallerin ve zihnî soyutlamaların neticesinde oluşan “insanî bilgi” alanına karşılık gelir. İlâhî imkân alanı ise peygamberlere ulaşan vahiy türünden bilgilere tekabül eder. Bu ayırım neticesinde ilâhî imkân alanı insanın herhangi bir etkisine açık olmayan alan olarak görünür. Dolayısıyla tabiî imkân alanı, erdemli olmaya çalışan herhangi bir insan ya da filozof için gerekli olan bilginin elde edilebileceği tek imkân alanı olarak kalır. Ait olduğu felsefî gelenekte olduğu gibi İbn Bâcce epistemolojisi için de önemli yer tutan soyutlama süreçleri bu tabiî imkân alanı içinde gerçekleştirilir ve en temelinden en yüksek formlarına kadar idrak gerçekleşir.

İbn Bâcce’nin başka bir ayrımı ise ruhanî suretler hakkındadır. Buna göre duyusal seviyede idrak edilen duyusal suretlerden hemen sonra en nihaî noktadaki aklî suretlerden ise hemen önce ruhanî suretler yer alır ve bunlar dört grup olarak tasnif edilir. Bu tasnif bir anlamda maddî olma niteliğinden uzak varlık kategorileri anlamına gelmektedir. Buna göre ilk grup ruhanî suretler, semavi cisimlerin suretleridir. İbn Bâcce, semavi cisimlerin suretlerini salt ruhsal suretler olması itibariyle tabiî imkân alanı dışında bırakarak insani bilgiye etki etmekten uzak suretler olarak görür. İbn Bâcce ikinci olarak nefsin ortak duyu, hayal ve hatırlama gibi güçlerindeki anlamları da ruhsal suretler olduğunu düşünür. İbn Bâcce’nin yine ruhsal suretler olarak kabul ettiği üçüncü tür suretler ise özlerinde ruhsal olmayan fakat soyutlama ile maddelerinden arındırılarak ulaşılmış tümel anlam ve kavramlardır. Son olarak İbn Bâcce faal akıl ile müstefad aklın da maddî olmaktan bütünüyle uzak ruhsal nitelikte olduğuna işaret eder.

İbn Bâcce bilgi teorisini, yine bağlı bulunduğu felsefi gelenekte olduğu şekliyle idraki merkeze alarak inceler. Bu incelemede idrak duyusal, hayalî ve aklî idrak olmak üzere üç tür olarak incelenir. Bu bağlamda duyulardan başlayan soyutlama süreci tahayyül ile devam eder ve nihaî soyutlama düzlemi olarak akılla, aklî seviyeler içerisinde de müstefad akılla neticelenir. Dolayısıyla İbn Bâcce’de filozof en yetkin bilgi düzeyine erişmek için duyu verilerini, ortak duyu, hayal ve hatırlama gibi güçlerini kullanarak önce cismanî seviyeden ruhanî seviyeye, en son olarak da aklî soyutlama seviyesine erişmiş kimsedir. Fakat İbn Bâcce’de burada gerçekleştirilen idrak süreçlerinin tamamı da mistik bir nitelik göstermez ve tamamen teorik seviyede gerçekleşir.

İbn Bâcce bilgi edinme sürecinde duyudan akla doğru gerçekleşen soyutlama sürecinde üç tür insan sınıfından söz etmektedir. Bunlar sıradan insanlar (cumhur), teorik düşünebilen kimseler (nüzzzar) ve mutlu insanlardır (suada). İbn Bâcce’nin “tabiî mertebe” diye adlandırdığı ilk düzeydeki insanlar sadece maddî akıl (heyulani akıl) düzeyinde ve duyusal suretler aracılığıyla bilirler. Dolayısıyla bu seviyedeki bilgi ve idraklerde bir farklılık ve çeşitlilik söz konusudur. İbn Bâcce’nin ikinci seviyede zikrettiği ve özellikle fizik ve matematik bilimlerde teorik düşünce aracılığıyla bilgiye ulaşanlar ise iç duyulardaki ruhanî suretler aracılığıyla bilme eylemini gerçekleştirirler. Bununla birlikte İbn Bâcce ilk grup ile ikinci grup arasındaki farkın öze ilişkin olmadığını çünkü her iki sınıfın da aklî şeylere özgü bilgilerinin doğrudan değil maddî ve ruhanî suretler aracılığıyla olduğunu iddia eder. En nihaî aşama ise müstefad akıl düzeyinde gerçekleşen ve filozofların ulaştığı aşama olup burada akıl ile akledilen arasındaki özdeşlik sağlanmış ve mutlak saadet ile sonsuzluğa erişilmiş olur. İlk iki aşama eksik bir mutluluk anlamına gelirken hem bilgide hem de mutlulukta nihaî durak bu son aşama olarak görünür. Zira ilk aşamada duyusal suretlere, ikinci aşamada ruhanî suretlere bağlılık söz konusu iken bu son aşamada bilen insan bütün bağlardan kurtulmuş olur.

Ahlâk ve Siyaset

İbn Bâcce bilgi teorisinde merkeze aldığı aklî ahlâk ve siyaset düşüncesinde de aynı oranda öne çıkarır. Ona göre insanın gerçek yetkinliği düşünerek yaptığı ihtiyarî seçimlerle gerçekleşir. İnsan davranışlarının da cismanî, hayvanî ve aklî yönleri bulunmaktadır. İbn Bâcce hazlar ile erdem arasındaki ilişkide de hazzın nihaî gaye olmasını olumsuzlar. İbn Bâcce ahlâk ile toplum ve siyaset felsefesine dair meseleleri büyük oranda Tedbîrü’l-mütevahhid adlı risâlesinde işler. İbn Bâcce bu eserinde alışılagelmiş olandan farklı düşünen ve davranan kimseleri ifade eden ve ayrık otları anlamında kullanılan nevâbit kavramına olumlu bir anlam yükleyerek erdemsiz bir toplumda iyi ve erdemli bir yaşamın nasıl olacağı sorusu etrafında düşünür. 

İbn Bâcce’nin Tedbîrü’l-mütevahhid’i üç bölümden oluşur. Buna göre eserin ilk bölümünde “eylemlerin belli bir maksada yönelik olarak tertibi (düzenlenmesi)” anlamında kullanılan tedbîr kavramı ve tedbîrin türleri; ikinci bölümünde genel olarak fiiller (eylemler); üçüncü bölümde ise en yüce hedef olan mutluluğa götüren insan fiillerinin neler olduğu ve bu amaca yönelik düzenlemeler incelenir. Dolayısıyla bu üç bölüm İbn Bâcce’nin ahlâk ve siyaset bağlamındaki üç temel teorisi olarak dikkate alınabilir niteliktedir.

İbn Bâcce, dört tedbir türünden bahseder: 1. Tanrı’nın âlemi tedbiri. 2. Tedbîrü’l-müdün (şehir/devlet yönetimi). 3. Tedbîrü’l-menzil (ev yönetimi). 4. Tedbîrü’l-mütevahhid (mütevahhidin, yalnız insanın, erdemli insanın, filozofun kendini yönetimi). Buradaki tedbir türlerinden ilk üçünde İbn Bâcce daha çok kendisinden önceki felsefi geleneğin adımlarını takip eder ve bu kısımlardaki incelemeler yenilik iddiası taşımaz. İbn Bâcce’nin kendine özgü bir şekilde incelediği tedbir veya yönetim biçimi, erdemli bir insanın bozuk bir toplumsal yapıda ve devlet sisteminde, devletin ve insanların bütün kötülüğüne rağmen nasıl mutlu olabileceği sorusuna cevap verebilecek olan tedbîr şeklidir.

Bu amaç doğrultusunda İbn Bâcce öncelikle söz konusu erdemli insanların bulundukları şartları tespit etmek amacıyla el-medînetü’l-imâmiyye, el-medînetü’l-kerâme, el-medinetü’l-cemâiyye ve el-medînetü’t-tegallüp gibi bozuk toplum ve devlet yapılarını inceler. Yukarıda da işaret edildiği üzere İbn Bâcce kendisinin katkı yaptığı asıl konuya giriş niteliğindeki bu kısımlarda büyük oranda Platon’un ve Fârâbî’nin yaklaşımlarını devam ettirir ve söz konusu görüşlere özel bir önem atfetmez. İbn Bâcce’ye göre eylemlerini haz gayesiyle gerçekleştiren söz konusu bozuk toplumsal ve devlet yapılarındaki insanların hem kendi bireysel hayatları bağlamında sağlıksız ve düzensiz koşullar hem de toplumun bireyleri arasında farklı görüşler ve çıkar çatışmaları ortaya çıkar. Buna bağlı olarak da bu türden toplumsal yapılarda tıp ve yargı en çok gelişen disiplinler olarak dikkat çeker.

İbn Bâcce’nin kökeni Fârâbî’de bulunmakla birlikte başka bir anlam vererek kendi analizlerine dahil ettiği ayrık otları (nevâbit) kavramı da bu noktadan itibaren gözükmeye başlar. Fârâbî’de erdemli bir toplumda insanların geneli tarafından benimsenmiş ahlâki ilkelerin dışına çıkan insanlar için kullanılan kavram, İbn Bâcce’de içinde yaşadıkları bozuk toplumsal yapıdan farklı olarak önce kendi yalnızlıklarına çekilerek erdemlerini muhafaza etmek sonra da toplumun yeniden bu erdemler doğrultusunda erdemli kılınması için çaba gösteren ayrıksı (nevâbit), yalnız (mütevahhid) ve yabancı (garip) insanlara işaret eder. İbn Bâcce, söz konusu yalnız insanların yalnızlaşmalarının da (tevahhüd) iki şekilde olduğundan bahsetmektedir. Buna göre yalnızlaşmanın ilk türü aklî veya zihinsel yalnızlaşma iken ikinci türü toplumsal yalnızlaşmadır. İlk tür yalnızlaşma, yalnız insanın bilimsel etkinliklerle meşgul olması durumunu anlatırken; ikinci tür yalnızlaşma ise, yerleşik genel kabullere teslim olarak bütün tercihleri ve eylemleri itibariyle sıradan ve bayağı bir yaşam tarzı tutturmuş bir toplumsal yapıdan ve o toplumun üyelerinden kelimenin gerçek anlamıyla uzaklaşmayı ifade eder. İbn Bâcce’nin burada işaret ettiği ve mutluluk için toplumsal hayatın zorunlu olduğunu düşünen önceki felsefi yaklaşımdan farklı bir tutum olarak gözüken toplumsal yalnızlaşmanın nasıl bir yalnızlaşma olacağı hususu araştırmacılar arasında çeşitli yorumlara neden olmuştur. İbn Bâcce’nin anlatısından keskin bir uzlet anlamı da çıkaran bu farklı yorumlara rağmen mutluluk için toplumsallığı kesin olarak dışlamayan İbn Bâcce’nin kendi anlatısı, bozuk toplumsal yapılarda erdemli olmaya çalışan kimseler için bir çözüm olarak ileri sürdüğü yalnızlığın tasavvufi ve mistik tutumlarda görülen uzletten ziyade zihinsel bir yalnızlık hali olduğuna işaret eder.

İbn Bâcce’nin ayrıntılı analizlerinin yöneldiği ikinci bir teori ise fiiller teorisidir. İbn Bâcce’ye göre eylemin niteliğini belirleyen şey, eylemi gerçekleştiren varlıkların tabiatları ve türleridir. Bu türler ise cansız varlıklar, bitkiler, hayvanlar ve en üstte de insanlar olarak sıralanır. İbn Bâcce’ye göre akıl tarafından yönlendirilen her insan fiili belli bir gayeyi hedeflemektedir. Her fiilin de bir yetkinlik noktası ve gerçekleştirmeyi amaçladığı bir iyilik ve fayda vardır. İbn Bâcce gerçek anlamda bir amaç ve gaye taşıyan fiillerin insanî olan fiiller için söz konusu olduğunu düşünür. Çünkü tabiî cisimlerin ve hayvanların hareketleri iradenin dahil olmayacağı bir şekilde zorunluluk içerdikleri için gerçek bir gayeye yönelik değildir. Bu varlık türleri arasında sadece insan, fiillerini düşünceden kaynaklanan bir iradeyle gerçekleştirir.

İbn Bâcce’nin bu noktadan sonraki anlatısı fiiller teorisinden mutluluk teorisine geçişi içeren bir nitelik gösterir. Buna göre insanlar için cismanîlik (maddîlik), ruhanîlik ve aklîlik olmak üzere üç temel varlık tarzı ve buna bağlı olarak üç tür fiil söz konusudur. İnsanın cismanî varlığıyla ilgili ilk gruptaki fiiller insanın temel ihtiyaçlarını karşılayarak fiziksel varlığını devam ettirmeye çalıştığı fiillerdir. İbn Bâcce’nin ruhsallıkla nitelendirdiği ikinci grup fiiller ise kendi içinde ikiye ayrılır. Buna göre bazı fiillerin gayesi ortak duyu, hayal ve hatırlama güçlerindeki özel ruhanî suretlerin yetkinleştirilmesi iken; bazı fiillerin gayesi öğrenme ve düşünme gibi fiillerde olan genel ruhanî suretlerin yetkinleştirilmesidir. Bu genel ruhanî suretler maddî sûretlerle gerçek mutluluğu elde etmeye çalışan yalnız insanın gayesi olan mutlak ruhanî sûretler arasında yer alırlar ve bu seviyede gerçekleşen fiiller teorik ve pratik yönleriyle fikrî faziletleri içerirler. İlk iki tarz, insanın maddî varlığının ve şerefli konumunun sürekliliğini garanti altına alırken insan ancak üçüncü aşamadaki fiilleriyle tanrısal bir nitelik kazanır. İnsan ancak maddîlik ve ruhanîlikten ibaret olan ilk iki aşamayı zorunlu olan miktarda yetkinleştirip üçüncü aşamadaki aklîliğe dikkat kesildiği zaman nihaî gayesi olan mutluluğa erişebilir. Netice itibariyle, İbn Bâcce’nin bozuk bir toplumsal yapıda zihinsel olarak yalnızlaşarak erdemli olmaya çalışan yalnız insanının kendisinden uzaklaşmaya çalıştığı şeyin, genel toplumsal yapının ve kalabalıkların ilk iki aşamadaki fiilleri mutlaklaştırması ve nihaî noktada insana özgü en asli fiillerden uzak kalması olduğu söylenebilir.

Öne Çıkan Eserleri

  • Tedbîru’l-Mütevahhid: nşr. Macid Fahri, Resâilü İbn Bâcce el-İlâhiyye içinde, Dârü’n-Nehâr, Beyrut 1968, s. 37-97; nşr. Ma'n Ziyade, Beyrut 1978; Tedbîrü’l-Mütevahhid: Bireysel Yönetim Okumaları, nşr. ve trc. Mevlüt Uyanık–Aygün Akyol, Elis Yayınları, Ankara 2017.

  • Risâletü’l-Veda:  nşr. Mâcid Fahrî, Resâilü İbn Bâcce el-İlâhiyye içinde, Dârü’n-Nehâr, Beyrut 1968, s. 113-143.

  • Kitâbü’n-Nefs: nşr. Muhammed Sagir Hasan el-Ma'sumi, Dımaşk 1960; Ibn Bajjah's Ilm al-Nafs, trc. M.S. Hasan Masumi, Karachi 1961; trc. Burhan Köroğlu, YEK, İstanbul 2019.

  • Risâletü’l-İttisali’l-Akl bi’l-İnsan: nşr. Macid Fahri, Resâilü İbn Bâcce el-İlâhiyye içinde, Dârü’n-Nehâr, Beyrut 1991, s. 155-173.

  • el-Vukuf ale’l-Akl el-Faal: nşr. Macid Fahri, Resâilü İbn Bâcce el-İlâhiyye içinde, Dârü’n-Nehâr, Beyrut 1991, s. 107-109; "Ibn Bajjah on Agent Intellect", trc. Muhammed Saghir Hasan al-Masumi, Journal of Asiatic Society of Pakistan, c. 5 (1960).  [E1] 

  • Fi’l-Gâyeti’l-İnsâniyye: nşr. Macid Fahri, Resâilü İbn Bâcce el-İlâhiyye içinde, Beyrut 1968, s. 97-104; Ömer Ferruh, İbn Bacce ve'l-Felsefe el-Mağribiyye, s. 48-51; M.S. Hasan al-Masumi, "Ibn Bajjah on Human Enel", Journal of Asiatic Society of Pakistan, sy. 2 (1957). [E2] 

  • Fi’l-Vahde ve’l-Vahid: nşr. Abdurrahman Bedevi, Resâil Felsefiyye li'l-Kindî ve'l-Fârâbî ve İbn Bâcce ve İbn 'Adi içinde, Kahire 1983; nşr. Cemaleddin el-Alevi, Resâil Felseflyye li-Ebî Bekr İbn Bâcce içinde, Beyrut 1983, s. 140-149.

  • Fi’s-Saâdeti’l-Medeniyye ve’s-Saâdeti’l-Uhreviyye:  nşr. Cemaleddin el-Alevi, Resâil Felsefiyye içinde, Beyrut 1983, s. 197- 202. 

  • Kitâbü’n-Nebât: thk. ve trc. Miguel Asin Palacios, “Avempace Botanico (Kitâb en-Nebât)”, Al Andalus, sy. 5 (1940), s. 266-278.

  • Kitâbü’l-Kevn ve'l-Fesad: nşr. Muhammed Sağir Hasan Masumi, Mecelle Mecmua el-Luga el-Arabiyye bi Dımaşk içinde, sy. 42/2-3 (1967), s. 262-274; 426-450; ed-Dirasat el-İslamiyye, c. 2, sy. 1 (1967), s. 29-65.

  • Şerhu li Kitâb es-Sema et-Tabiî: nşr. Macid Fahri, Beyrut 1968; nşr. Ma'an Ziyade, Şuruhat es-Sema et-Tabiî li İbn Bacce el-Endelüsi içinde, Beyrut 1978, s. 12-239.

  • İrtiyaz fî Tasavvuri’l-Kuvve el-Mütehayyile ve en-Nâtıka: nşr. ve trc. Muhammed S. Hasan al-Masumi, Avempace-The Great Philosopher of Andalus içinde,  s. 49-53, 85-86, 93-94; Cemaleddin el-Alevi, Resâilü Felsefiyye içinde, s. 160-169.

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu