Hayatı
İbn Akîl oldukça üst düzey eğitim seviyesine sahip bir ailede dünyaya gelmiştir. Sonraki dönemlerde maddi sıkıntılar çekmekle birlikte, dedesinin Bahâüddevle’nin katibi olduğu dikkate alınarak ekonomik durumu iyi bir ailede yetiştiği söylenebilir. 16 yaşında fakih olduğu yönündeki ifadelerine bakılırsa eğitimine oldukça erken yaşta başlamış ve yoğun bir mesâi harcamış olmalıdır. İbn Akîl’in eğitim hayatında dikkat çeken husus, faydalanacağını düşündüğü alimlerin farklı ekollere mensub olmalarını bir engel olarak görmemesidir. Bunda kendisi de alim olan babasının evinde Hanefî kelâm ve fıkıh alimi Zührî’nin dersler vermesinin etkisi yadsınamaz. Dolayısıyla Ebû Ya'lâ dışında hocaları arasında devrin önde gelen Hanefî ve Şâfiî alimlerinin mevcudiyeti ve İbn Akîl’in onlardan övgüyle bahsetmesi yadırganmamalıdır. Hanbelî olmasına rağmen Mutezilî alimlerden kelâm ile ilgili konularda dersler almış ve bundan müstefid olduğunu söylemiş olması, onun ilim öğrenme konusundaki iştiyakını ve tutumunu anlatmaya kafidir. İbn Akîl Mutezîle’ye sempatisinin yanında Hallâc-ı Mansûr hakkında da olumlu düşüncelere sahiptir. Fakat bütün bunlar neticede Ebû İshak eş-Şîrâzî ve Dâmegânî gibi dönemin önemli alimlerinin hürmet ettiği ve Ebû Ya'lâ’nın önde gelen talebelerinden olan Hanbelî fakih Şerif Ebû Cafer’le birlikte birçok Hanbelînin öfkesini celbeder. Hatta bu görüşlerinden rücu etmesi hususunda şiddete başvurulması talep edilince bir süre gizlenir ve akabinde yönetimden yardım taleb eder. 465 yılının başlarında şahitler huzurunda divanda Mutezile ve Hallâc ile ilgili görüşlerinden tövbe eder. Sonrasında ise Şerif Ebû Cafer’in evine giderek yazılı bir tövbe metnini şahitler huzurunda okur. Metnin içeriğinde Mutezileye ait oldukça teknik konuların dahi yer alması ve bunlardan tebberrîde bulunulması, Hallâc’ın haklı bir şekilde öldürüldüğünün beyan edilmesi ve nihayet metnin ikrah ve icbar altında yazılmadığına dair ibarenin mevcudiyeti oldukça manidardır. İbn Akîl’in eğitim hayatındaki önemli konulardan biri de onun 484 yılında Bağdat Nizâmiye Medresesi’ne müderris olarak gelen Gazzâlî’nin derslerine katılmasıdır. Fakat ders aldığı hocalarından sitayişle bahsederken Gazzâlî’yi anmaması oldukça önemlidir. Zira Gazzâlî Nizâmiye’ye geldiğinde 34 yaşlarında (484), İbn Akîl ise yaklaşık 53 yaşındadır. Asıl önemlisi onun dönemin önde gelen Hanbelî alimlerinden olması ve kendisini içtihada ehil olarak görmesidir. Bu sebeple İbn Akîl ile Gazzâlî arasında bir hoca öğrenci ilişkisinin bulunduğunu söylemek pek mümkün değildir. Bunu 493 yılında Nizâmiye Medresesi’ne atanan İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî’nin Gazzâlî’den sonra en seçkin öğrencisi Kiyâ el-Herrâsî ile çekinmeden münazara yapması da teyid eder. Zira kaynaklarda aktarıldığına göre Kiyâ el-Herrâsî münazara ve meramı izah konusunda Gazzâlî’den daha üstündür. Ayrıca rivayetler incelendiğinde Herrâsî’nin İbn Akîl’e hürmet gösterdiği de anlaşılmaktadır.
Öğretisi
İbn Akîl ile ders arkadaşı ve akranı olan diğer kurucu usûlcü Kelvezânî’nin usûl konusundaki yaklaşımlarını dikkate aldığımızda ilkinin hocası Ebû Ya'lâ ile daha fazla meselede ittifak ettiğini söyleyebiliriz. Bununla birlikte İbn Akîl’in usûl eseri el-Vâzıh sistematik açısından Ebû Ya'lâ’nın eserine Kelvezânî’nin et-Temhîd’inden daha uzaktır. O hocasının asl, ma’kûlü’l-asl, istıshâbü’l-hâl şeklindeki usûle yönelik üçlü taksimatını esas almamış, delilleri Kitap, sünnet, icmâ’, sahâbî kavli ve istıshâb şeklinde sıralamayı tercih etmiştir. Delilleri sıralarken kıyası zikretmemiştir. Bununla birlikte Kitap’ın delaletinin mantûk ve ma’kûl şeklinde olduğunu ifade etmiştir. Ma’kûlün alt başlıkları incelendiğinde, üçüncü kısımda yer alan ma’nâ’l-hıtâb ile kıyasın kastedildiği görülecektir.
İbn Akîl sadece usûl sistematiği değil kimi kelâmî ve usûlî konularda da hocasından farklı yaklaşımlara sahiptir. Bunlardan biri hüsün-kubuh ile doğrudan ilgili olan şer’î bildirim öncesi eşyâ’nın hükmü meselesidir. Ona göre bildirim öncesi eşyaya hüküm verme konusunda tevakkuf edilmelidir. Fakat burada tevakkuf ile hazr veya ibâha şeklinde iki hüküm arasında tercihte bulunulamaması değil, mutlak olarak hüküm kavramından bahsetmenin mümkün olmaması kastedilmektedir. Zira hükmün vücud bulması hitapla ilgilidir. Haliyle bildirim öncesi bir dönemin kabulü hadd-i zâtında hükmün adem-i vücûdunu ifade ve icbâr eder. Dolayısıyla bildirim öncesi dönemin hazr hükmüne tabi olduğunu söyleyen hocası Ebû Ya'lâ hata etmiştir. Zira bu hükmün (hazr) kaynağı bildirim olamayacağına göre akıldır ve akıl şer’î hükme kaynaklık edemez. İbn Akîl’in farklı düşündüğü dahası Hanbelî’lik içindeki genel yaklaşıma aykırılık arz eden diğer bir yaklaşım ise sahabî kavli ile ilgilidir. Ona göre içtihadi konularda sahabe ve diğer müçtehitler arasında bir farklılık bulunmaz. Bu sebeple sahabî kavli içtihat mekanizmasının bel kemiği mesabesindeki kıyasa öncelenemez. Bütün bunların dışında Hanbelîlik içerisinde sedd-i zerâi’ prensibinin ilk defa İbn Akîl tarafından ele alındığını söyleyebiliriz. Meseleyle ilgili eleştirileri zikredip, ayrıca bunlara cevap vermemesinden sedd-i zerâi’ ile ilgili kanaatinin olumsuz olduğu anlaşılır. Hüsün-kubuh meselesi ve konunun usûl-i fıkıh ile ilgisi bağlamında İbn Akîl’in yaklaşımları oldukça önemlidir. Usûl eserine bakıldığında mezkur meselede Mutezilî yaklaşıma kesin bir şekilde karşı çıktığı görülür. Bu durumdan hareketle usûl eserinin tövbe meselesinden sonra yazıldığı tespit edilebilir.
Öne Çıkan Eserleri
-
el-Vâzıh fî Usûli’l-Fıkh: Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1999.
-
el-Cedel: nşr. George Makdisi, Dımeşk 1967.
-
Resâil fi’l-Kur’ân ve İsbâti’l-Harfi ve’s-Savti Redden ale’l-Eş’ariyye: nşr. George Makdisi, Dimeşk 1967.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu