Hayatı
Hasan Kâfî b. Turhân b. Dâvûd b. Ya‘kûb ez-Zîbî el-Akhisarî el-Bosnavî, Ramazan 951’de (Kasım-Aralık 1544) Bosna eyâletine bağlı Akhisar’da (Prusac) doğdu. Akhisârî, Nizâmü’l-Ulemâ adlı biyografik eserinin kendi hayatını anlattığı bölümünde, büyük dedesi Yakub’un İskenderiye er-Rûmiye’de (İşkodra) doğup, Bosna Akhisar’ın Zîb köyüne yerleştiğini, Hıristiyanken Fatih Sultan Mehmed’in Bosna’yı fethi sıralarında Müslümanlıkla şereflendiğini, 227 yıl (!) yaşadığını, Kânûnî Sultan Süleyman’ın ilk saltanat yıllarında vefat ettiğini anlatır. Dedesi Davud ise 70 yıl yaşamış, birçok gazâlara iştirak etmiş, bir Hırvat kalesinin kuşatması esnasında şehit düşmüştür. Hasan Kâfi Efendi “Babam -Allah ona rahmet eylesin- kanaat ve salâh üzere 96 yıl yaşadıktan sonra, Akhisar’da 994 yılının Muharrem’inde vefat etti” diyor.
Akhisârî on iki yaşında iken ilim tahsiline başladı, on yıl kadar memleketinde okudu. Tarihî belgelere göre, o yıllarda Akhisârî’nin yaşadığı bölgelerde bulunan bir ilim tâlibinin gidebileceği medreseler Saraybosna’daki şu üç medreseden ibaretti: 1512 tarihli Fîruz Bey Medresesi, 1537 tarihli Hüsrev Bey Medresesi ve 1540 tarihli Kemal Bey Medresesi. Akhisârî’nin bunlardan birinde tahsil görmüş olması kuvvetle muhtemeldir. Daha sonra tahsilini ilerletmek için 1566’da İstanbul’a geldi (İstanbul’a gelişinin II. Selim’in saltanatının başlarına tesadüf ettiğini belirtir.) Kemalpaşazâde’nin talebesi, muîdi ve fetva emîni olan Hacı Efendi Kara Yılan’a intisap etti. Çatalca’daki Ali Paşa Medresesi’nin ilk müderrisi olan Hacı Efendi o sıralarda Çatalca’da mütekâid olarak yaşamaktaydı. Akhisârî, 983 (1575-6) yılında, yüz yaşını geçmiş olarak vefat eden bu hocasının sohbet ve derslerinden çok istifade ettiğini, onun hizmetinden büyük kazanımlar elde ettiğini anlatır. Ayrıca Anadolu ve ardından Rumeli kazaskeri olan, bilhassa tefsir ve fıkıh usûlü ilimlerinde derin ilim sahibi bulunan Molla Ahmed el-Ensârî ile, âyet ve hadislerin müşkilleri bahsinde derin bir âlim olan Saray kadı ve müftüsü Bâlî b. Yusuf’un öğrencisi oldu. Tahsilini tamamladıktan sonra 983/1575’de memleketi Akhisar’a döndü. Memleketinde bir süre tedris ve telifle meşgul oldu. İlk eseri olan Risâle fi Lafzi Çelebi ve diğer bazı eserlerini bu dönemde kaleme aldı. Devletin Bosna ve çevresinde Hamza Bâlî mensuplarına karşı yürüttüğü takibat sırasında Bosna’ya kadı olarak tayin edilen ve İstanbul’dan hocası olan Bâlî Efendi’nin yanında nâiblik görevini üstlendi (986/1578).
Hasan Kâfî 991/1583 yılında Akhisar’a ilk kadı olarak tayin edildi, 996/1588’de İstanbul’a gidip mülâzemete başladı ve 998/1590 yılında Srem sancağına kadı tayin edildi. Osiek’te de (Osjek) kısa bir süre kadılık yaptı. 1000/1592 yılında hacca gitti. Medine’de iken Bâbürlü Sultanı Celâleddin Ekber Şah’ın hocası Mîr Gazanfer b. Ca‘fer el-Hüseynî ile tanışarak derslerine katıldı. 1000/1592 yılında İstanbul üzerinden memleketine dönünce Akhisar yakınlarındaki bir bölgeye kadı oldu. 1003/1594 yılının sonbaharına kadar yürüttüğü bu görevini bölgede çıkan karışıklıklar sebebiyle terkedip Akhisar’a döndü.
1004/1596’da Kitâbu semti’l-vusûl ilâ ilmi’l-usûl’ü şerh etti ve bu arada meşhur eseri Usûlü’l-hikem fî nizâmi’l-âlem’i kaleme aldı. 4 Muharrem 1005/28 Ağustos 1596 da III. Mehmed’in Eğri seferine katılmak üzere Akhisar’dan hareket etti. Sefer sırasında bu eserini ulemâdan ve devlet erkânından birçok kimseye göstermiş ve eser çok beğenilerek, kolayca istifade edilmesi için Türkçeye tercüme ve şerh edilmesi kendisinden istenmiştir. Mükâfat olarak müellife Akhisar kazası tekâüd tarîkıyle verilmiş ve bölgenin talebelerine ders okutması şart koşulmuştur.
1014/1605’de Vezîriâzam Lala Mehmed Paşa’nın Estergon seferine katıldı. Osmanlı-Habsburg mücadelesinin sona ermesinden (1606) sonra müellif memleketine çekilerek tamamen kendisini ilim ve tedrise verdi, daha önce yazmış olduğu bazı eserleri temize çekti. Nûru’l-yakîn isimli eserinin sonunda, bu eseri Estergon zaferi sıralarında kaleme aldığını kaydeder. Akhisârî’nin hayatının bundan sonraki yaklaşık on bir senesi hakkında ayrıntılı bilgimiz yoktur. Nev‘îzâde Atâ’î, Hasan Kâfî’nin Nev-âbâd adıyla bir kasaba vücûda getirdiğini ve burada bir câmi, bir medrese, bir mekteb inşâ ettiğini, bunları yaşatabilmek için bir çok vakıflar tesis ettiğini ve bina ettiği camiin avlusunda medfun olduğunu yazmaktadır: “Nev-âbâd nâmına bir kasaba bünyâd idüp câmiʻ-i şerîf ve medrese ve mekteb inşâ ve evkāf-ı kesîre peydâ itmişdür. Câmiʻ-i mezbûr hareminde medfundur.” Evliya Çelebi de Atâyî’yi teyit eder: “Evliya Çelebi, Hasan Kâfî’nin Akhisar’da bir cami, medrese, tekke, han, sıbyan mektebi, çeşme yaptırdığını ve bunlar için vakıflar tahsis ettiğini söyler. Bu tesisler etrafında oluşan mahalleler Nevâbâd (Novo Mjesto) adıyla anılmıştır (bugünkü Prusac’ta Srt [Sırt] mahallesinin üst tarafındadır). Tekkenin Halvetiyye tarikatına ait olduğunu belirten Evliya Çelebi, hanın kapısı üzerindeki kitâbeye dayanarak söz konusu binanın 1021/1612’de inşa edildiğini kaydeder (Seyahatnâme, c. 5, s. 445-446).” Bu bilgilerden hareketle Akhisârî’nin son yıllarında ilmî çalışmaları ve tedrîs faaliyetinden başka imar işleriyle de meşgul olduğunu söyleyebiliriz.
Hasan Kâfî Akhisârî 15 Şabân 1025/28Ağustos 1616’da Akhisar’da vefat etmiştir.
“Akhisar’da yaptırdığı caminin yanında bulunan medresenin bitişiğindeki türbeye defnedilen Hasan Kâfî’nin kabri bugün de halk tarafından ziyaret edilmektedir. Akhisar’da 1937 yılında Hasan Kâfî adına bir dernek (Društvo Hasan Kafija) ve bir kültür merkezi kurulmuş, ancak II. Dünya Savaşı esnasında ve sonrasında bu kurumun faaliyetleri yasaklanmıştır. Bugün Saraybosna’da bir cadde onun adını taşımaktadır. Hasan Kâfî’nin hayatı ve eserleri, 1995’ten itibaren Bosna-Hersek Devleti’nin resmî eğitim programına alınmış ve lise ders kitaplarında okutulmaya başlanmıştır.”
Enes Kariç’in Yaban Kuşların Şarkısı ismiyle Türkçe’ye çevrilen romanında Filozof Hasan karakteriyle Hasan Kâfî Akhisârî canlandırılmıştır.
Nev‘îzâde Atâyî, Akhisârî’nin otuz seneyi oruçlu geçirdiğini, bu sürenin yirmi senesini bazen üç günde bir iftar ederek, bazen de savm-ı Davud (Hz. Davud’un bir gün oruç tutup bir gün tutmamak şeklindeki âdeti) şeklinde oruç tuttuğunu kaydeder. Elbise olarak kara çuldan kaba giysileri tercih ettiğini, böylece riyazet edip kendini ibadete verdiğini, şeriata son derece uyup takvaya riayet eden bir zat olduğunu belirtir. Zamane şeyhlerini şer’î açıdan eleştirmekten geri durmadığını, “ibadet ve riyazetle keramet elde etmek mümkün olsa biz ederdik” dediğini nakleder.
“Türkçe, Arapça ve Farsça şiirler yazan Hasan Kâfî’nin yirmi kadar şiiri günümüze ulaşmıştır.” Kâtib Çelebi şöyle der: Eş’ârı dil-i sâde gibi sâfîdir // Mahlas-ı pâkin zikr eyleyelim Kâfî’dir
Ahlak ve Siyaset Düşüncesi
Akhisârî’nin siyaset anlayışı Usûlü’l-hikem adlı eserinde yer alır. İnebahtı hezimetine denk gelen tarihi takip eden iç ve dış hadiseler, müellife göre devleti zaafa düşürmüş, devlet nizamı bozulmuştur. Ona göre adalet ihmal edilmeye başlamış, işlerin başına ehil olmayanlar geçmiş, rüşvet yaygınlaşmış, askerî teknoloji konusunda Avrupa orduları zaman zaman öne geçmişlerdir. Devlet adamları âlimlerin görüşlerine değer vermez olmuştur. Mukaddimede erkân-ı erbaʻa denilen klasik toplumsal dört sınıf anlayışını açıklar ve nizamın bu sınıfların düzenini sağlamakla sürebileceğini iddia eder. Müellife göre bu husustaki en büyük tehlike, bazı insanların bu dört sınıfın dışında kalması ile halktan bazı kimselerin askerî sınıfa girerek ordunun düzenini bozmalarıdır. Eserin birinci bölümünde devletin düzenini sağlayan iki unsur, adalet ile hüsn-i siyaset ele alınır. İkinci bölümde önemli kararların istişare ile alınmasının lüzumu, üçüncü bölümde savaş araç-gereçlerinin doğru ve verimli kullanılması ve bu husustaki teknolojiden geri kalınmaması gerekliliği üzerinde durulur. Dördüncü bölümde zafer ve hezimete sebep olan hususlar ele alınır. Akhisârî’ye göre zafer sebeplerinin başında takvalı, dürüst bir yaşam sürmek ve emre itaat etmek gelmektedir. Padişahın ihsan vaadi ve idam tehdidi de önemli sebeplerdendir. Müellifin Türkçe tercümesinde kahvehaneleri bidatlar arasında sayıp kötülemesi dikkat çekicidir. Hâtimede barışın önemi üzerinde durulur. Akhisârî barışın esas alınacağı bir düzenin kurulması taraftarıdır.
Usûlü’l-hikem, kendisinden önce kaleme alınmış olan siyasetname tarzı eserlerle bazı ortak temaları paylaşır: Adalet, ehliyet ve istişarenin önemi gibi. Harp aletleri konusundaki vurgusu ile şahit olduğu veya kendi zamanında gerçekleşmiş bulunan birtakım olaylara yaptığı atıfların tarihî bakımdan önemi büyüktür. Osmanlılarda devlet düzenine dair eleştirel analizler içeren, ıslah çözümleri öneren eserlerin öncülerinden biridir. Çok yönlü bir âlim olması dolayısıyla sahip olduğu teorik bilgisini, devlet idaresine dair bazı hususlarda edindiği pratik tecrübe ile birleştirerek özlü bir eser meydana getirmesi sebebiyle yazıldığı devirden itibaren çok ilgi görmüş ve çok okunmuştur.
Öne Çıkan Eserleri
-
Risâle fî Tahkîki Lafzi Çelebî: Çelebi kelimesinin etimolojisine dair küçük bir risâledir. Esad Efendi nüshasında eserin ismi Risâle fî Lafzi Çalab şeklinde geçmektedir.
-
Temhîsü’t-Telhîs fî İlmi’l-Belâğa: nşr. Hüseyn Esved, Âlemü’l-Kütüb, Kahire 2017. Hatîb el-Kazvînî’nin Telhîsü’l-Miftâh adlı eserinin muhtasarıdır.
-
Şerhu Temhîsi’t-Telhîs: Yukarıdaki eserin şerhidir. Bir nüshası Kütahya Vahid Paşa Kütüphanesi 1016 numarada muhafaza edilmektedir. Köprülü Ktp., Mehmed Âsım Bey, 486 numaralı nüshada, müellife ait Temhîsü’t-Telhîs adlı eserin devamında (vr. 16-202), Hasan b. Osman’ın Şerhü’t-Temhîs’e haşiye olarak kaleme aldığı Hulâsatü’l-Meânî adlı eseri bulunmaktadır.
-
Muhtasarü’l-Kâfî mine’l-Mantık: İsminden anlaşılacağı gibi mantık ilmine dair bir muhtasar olan risale bir mukaddime ile beş bölümden oluşmaktadır. Mantık ilminin belli başlı meselelerini 10 varaklık bir hacimde başarılı bir şekilde ve muahhar kaynakları da kullanmak suretiyle özetlemektedir. Risalenin sonunda eserin Bosna’da yazıldığı ifade edilmektedir.
-
Şerhu Muhtasari’l-Kâfî mine’l-Mantık: Bir önceki eserin tasavvurât bölümünün şerhi olup herhangi bir nüshası tesbit edilememiştir. Müellifi tarafından haber verilen eser Akhisar kadılığına tayininde (991/1583) yazılmıştır.
-
Ravzâtü’l-Cennât fî Usûli’l-İʿtikâdât: Akâid meselelerini ihtiva eden eser Mehmed Birgivî’ye nisbet edilerek yayımlanmış (İstanbul 1305) ve yine Birgivî’ye nispet edilerek Mahmud Esad Seydişehrî tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir (İstanbul 1316). Eser Mehmet Hanciç tarafından Boşnakça’ya çevrilmiştir (bk. Aruçi). Eser hakkında Samer Alamaireh tarafından bir yüksek lisans tezi hazırlanmıştır (Hasan Kâfî Akhisârî el-Bosnevî’nin “Ravzâtü’l-Cennât fî Usûli’l-İʻtikâdât” Adlı Eseri – Tahkik ve Tahlil; İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2014).
-
Ezhârü’r-Ravzât fî Şerhi Ravzâti’l-Cennât: nşr. Ali Ekber Ziyâî, DKİ, Beyrut 2012. Müellife ait Ravzâtü’l-Cennât adlı eserin yine kendisi tarafından yapılan şerhidir. Müellif eserinin girişinde, Ravzâtü’l-Cennât adlı muhtasar eserinin ulemâ arasında çok rağbet gördüğünü, bu teveccühe şükretmek amacıyla esere bu şerhi kaleme aldığını ifade eder. Sıkıntılı günlerde (fetret, vebâ, fitne, çeşitli belâlar) kadılık görevini yürütmekte iken bu şerhi yazmayı tasarladığını, daha sonra fırsat bulduğunda bu işe giriştiğini ifadeden sonra, eserinde din imamlarının büyük müctehidlerinin görüşlerinin özünü, seçkin kelamcıların tercih ettiği görüşlerin hülâsasını bir araya getirmeyi hedeflediğini söyler. Bundan kastettiğinin Ebu Hanife başta olmak üzere Hanefî imamları olduğu anlaşılmaktadır. Şerhte orta bir yol tutturduğunu, muhaliflerin görüşlerine kısa bir şekilde temas ettiğini belirtir (bkz. Beyrut 2012, s. 144-146). Kitap, Cibrîl hadisindeki iman esaslarına göre sekiz bölümden oluşmaktadır: İmanın mahiyeti, Allah’a iman, meleklere iman, kitaplara iman, peygamberlere iman, âhiret gününe iman, ölümden sonra dirilmeye iman, kadere iman. Buna göre eserin geniş bir âmentü şerhi olduğu söylenebilir.
Akhisârî, Ezhârü’r-Ravzât’ın sonunda, metnin (Ravzâtü’l-Cennât) müsveddesini 1006 yılının Recep ayının sonlarında (Mart 1598) kaleme aldığını, tebyiz edip son haline getirme işini ise Estergon fethi sıralarında, 1014 Cemâziyelevvelinin başlarında (Eylül 1605) gerçekleştirdiğini söyler. Metnin tebyizini zihninin dağınık olduğu, Estergon fethi için gerekli önlemler hususunda Sadrazam Lala Mehmed Paşa ile müşavere ettiği sıralarda tamamladığını belirtir. Şerhin müsveddesini ise aynı yılın Recep ayının başlarında (Kasım 1605) tamamlamış, eserine son halini Akhisar’da 1015 Şevval’inin sonlarında (Şubat 1607) vermiştir.
-
Nûrü’l-Yakîn fî Usûli’d-dîn: nşr. Zühdi Adlufiteş Bosnevî, Mektebetü’l-Ubeykan, Riyad 1997. Tahâvî’nin Risâle fî Usûli’d-dîn adlı kitabının şerhidir. Estergon Kalesi’nin muhasarası esnasında, fetihten iki gün önce (18 Cemaziyelevvel 1014/1 Ekim 1605) tamamlanmış ve Lala Mehmed Paşa’ya ithaf edilmiştir.
-
Semtü’l-Vusûl ilâ ʿİlmi’l-Usûl: Ebü’l-Berekât en-Nesefî’nin fıkıh usulüne dair Menârü’l-Envâr adlı eserinin muhtasarıdır. Akhisârî önce eğitim amaçlı ezberlenebilecek nitelikte muhtasar bir eser kaleme almış, daha sonra bunu şerh etmiştir.
-
Şerhu Semti’l-Vüsûl ilâ ʿİlmi’l-Usûl: nşr: Muhammed Mustafa Muhammed Ramazan, Dâr İbnü’l-Cevzî, Riyad/Kahire 2010. Bir önceki eserin müellifi tarafından yapılmış şerhidir. Eser, Hanefî usûl birikimini makul bir hacimde oldukça başarılı bir şekilde temsil edebilmesi bakımından önemli, kıymetli ve bu niteliğiyle ders kitabı olarak okutulmaya elverişlidir. Akhisârî Semtü’l-Vusûl’ü kaleme aldıktan sonra eserinin ulemâ arasında büyük bir rağbete mazhar olduğunu, çok sayıda istinsah edilip yayıldığını, ancak bu esere bir şerh yazılması gerektiği şeklinde yaygın bir kanaatin hasıl olduğunu aktarır. Müellif bunun üzerine Menâr şerhleri ve Sadrüşşerîa’nın et-Tavzîh isimli eseri başta olmak üzere Hanefî usûl kaynaklarından yararlanarak Semtü’l-Vusûl’ü şerh eder.
-
Niẓâmü’l-ulemâ ilâ hâtemi’l-enbiyâ: Müellif bu eserinde, Hz. Peygamber’in sîretini anlattıktan sonra Ebû Hanîfe’den itibaren kendi hocası Hacı Efendi Kara Yılan’a kadar meşhur Hanefî fakihlerinin biyografilerini kısaca zikretmiş, son kısmında da kendisinin ve meşhur üç öğrencisinin biyografisini vermiş, böylece otuz başlık altında otuz altı kişinin hayatını anlatmıştır. 1007-1008/1599-1600 yıllarında tamamlanan eser Damad İbrâhim Paşa’ya ithaf edilmiştir.
-
Usûlü’l-Hikem fî Nizâmi’l-Âlem: Hasan Kâfî’nin en meşhur eseri budur. Müellif önce Arapça olarak yazdığı Usûlü’l-Hikem adlı eserini Eğri Kalesi’nin fethi ve Haçova zaferinden sonra (Safer 1005/Ekim 1596) bazı devlet ve ordu ricâline sundu. Kendisine eseri Türkçe’ye çevirip şerhetmesi tavsiye edildi. Hasan Kâfî eserin açıklamalı tercümesini yaparak tekrar İstanbul’a gitti. Kitap Sadrazam Damad İbrâhim Paşa vasıtasıyla padişaha arzedilince müellif onun iltifatına mazhar oldu. Bu vesile ile kendisine Akhisar kadılığı tekâüden ve o bölgedeki talebeye ders okutmak şartıyla tevcih edildi (1596).
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu