Hayatı
Aslen Mağribli olup 1180/1766 tarihinde fakir bir ailenin çocuğu olarak Kahire’de doğdu ve orada büyüdü. Ebus-Saâdat künyesiyle bilinmektedir. Babası Attârlık yaptığı için oğlunun da aynı mesleği icra etmesini istediyse de oğlunun temayülü farklı idi. Oğlunun ilme meraklı olduğunu görünce onun Ezher’de tahsil yapmasına müsaade etti. Attâr, kısa sürede tahsil hayatında büyük aşamalar kat etti. Dini ilimlerde derinleşmenin yanı sıra astronomi, hendese, coğrafya ve tıpla da yakından ilgilenip bu alanlarda bazı eserler yazdı. Muhammed Arefe ed-Dusûkî’den astronomi ve hendese dersleri okudu. Arkadaşı ve dostu olan Abdurrahman el-Cibritî’nin babası Hasan el-Cibritî’den matematik dersleri aldı. 1212/1798’de Fransızlar Kahire’yi işgal edince oradan kaçıp Asyut’a yerleşti. Yaklaşık on sekiz ay kadar Asyut’ta kaldı. Veba salgını nedeniyle on binlerce insanın öldüğü Asyut’ta zor günler geçirdi. Arkadaşı Cibritî’ye yazdığı mektuplarda Asyut’taki vebadan ve yaşadığı geçim sıkıntısından da bahsetmektedir. Ortamın sakinleşmesi üzerine tekrar Kahire’ye döndü. İlme olan düşkünlüğünden ve merakından dolayı Fransız hocalardan bazı kimselerle tanışıp Fransızca ve modern bilimlere dair bazı bilgiler tahsil etti. Kendisi de onlara Arapça öğretti. Fransız işgalinin beraberinde getirdiği sıkıntıların da etkisiyle uzun süren bir yurtdışı yolculuğuna çıktı. Suriye, Hicaz, Anadolu ve Balkanları dolaştı. İşkodra’da evlenip bir müddet orada ikamet etti. Fransızların çekilmesi üzerine Mısır’a döndü. 1228/1813’de el-Ezher’e hoca olarak atandı. Ezher’de hocalık yaptığı dönemde büyük bir vukûfiyetle Beyzavî tefsirini okuttu. Bu dersleri Ezher uleması dahil birçok kimse takip etti. Attâr’ın, Mısır’ın etkili isimlerinden Sami Paşayla yakın bir dostluğu bulunuyordu. Sami Paşanın iki kardeşi Hayrullah Beg ile Baki Beg’e bir dönem hocalık yaptığından onlar vasıtasıyla Muhammed Ali Paşa’ya rahatlıkla ulaşabiliyordu. Muhammed Ali Paşa da kendisine saygıda kusur etmezdi. Attâr, sahip olduğu bu ilişkileri sayesinde tıp, hendese, eczacılık ve dil alanında yükseköğretim yapan müesseselerin açılmasına katkıda bulundu. Yöneticilerle olan diyaloğundan istifadeyle modern bilimleri tahsil etmek üzere yurt dışına öğrenci gönderdi. Öğrencisi Rifaa et-Tahtâvî’yi belletmen ve denetleyici olarak görevlendirdi. Tahtâvî’ye yaşadıklarını günlük olarak yazmasını tavsiye etti. Tahtâvî daha sonra bunları “Tehlîsu’l-İbrîz fî telhisi Paris” adıyla yayınladı.
Attâr, güçlü kalemi nedeniyle 1244/1818’de yayımlanmaya başlayan el-Vakâ‘iu’l-Mısriyye adlı gazetenin yayın yönetmenliğine getirildi. Gazete, hükümetin resmi yayın organı niteliğinde idi. Bu görev Attâr’ın edebi yazılarını, nesir ve şiirlerini yayımlamasına ve eğitimdeki ıslah fikrini tebliğ etmesine imkân verdi.
Attâr amaçladığı Ezher öğretim programını ıslah etme projesinde başarılı olamadı. Ancak kendi mesajını özümseyip kitlelere aktaran Rifaa et-Tahtâvî, İbrahim ed-Dusûkî, Muhammed İyad et-Tantâvî ve Muhammed Ömer et-Tunusî gibi müteyakkız insanlar yetiştirdi. Keza geleneksel eğitim sisteminde ıslah fikrinin yaygınlık kazanmasını sağladı. Tıp, hendese, eczacılık ve yabancı diller okulunun açılışına öncülük etti. Attâr’ın yeniliğe dair şu sözü meşhurdur: “Memleketimizin içinde bulunduğu durum değişmeli. Eğitim ve öğretimde bir değişime gidip ülkemizin yoksun olduğu ilimler alınmalıdır.” Bu özelliğinden dolayı Attâr birçok kimse tarafından yenilikçilerin imamı ve öncüsü olarak isimlendirilmiştir.
Fransızca, Türkçe ve Arnavutça bilen Attâr, 1246/1830’de altmış beş yaşında Ezher şeyhi olarak atandı. Vefatına kadar aynı görevde kaldı. 1250/1834’de vefat etti.
Öğretisi
Şafiî ve Eş’arî mezhebinden bir âlim olan Attâr, Ehl-i Sünnet anlayışı çizgisinde çok sayıda ilmî ve kültürel faaliyette bulunmuştur. Ancak bazı yönlerden geleneksel ulemadan farklı bir tutum içerisinde olmuştur. Ezher eğitim ve öğretim programının ıslah edilmesini ilk defa kendisi gündeme getirmiştir. Dini ilimleri sağlam tahsil etmenin yanı sıra modern döneme ait fen ve sosyal bilimlerde de derin araştırmalar yapmış ve bu alanlara dair bazı eserler kaleme almıştır. Attâr’ın bu denli geniş bir yelpazede faaliyet yürütmesinin nedeni yaşadığı zengin kültürel ortam ve küçük yaşlarda, Attârlık yapan tüccar bir babanın yanında yetişip ticaretle bilfiil meşgul olmasıdır. Küçük yaşlardan itibaren kazandığı deneyimler, çağdaş dünyada en verimli ilmi tahsilin nasıl yapılması gerektiği konusunda Attâr’ın yenilik arayışına ve revizyoncu bir bakış açısına sahip olmasına sebep olmuştur. O, yaşadığı çağda Müslümanların kültür ve eğitim hayatında yaşadığı problemlerin çözümü üzerinde kafa yormuş ve alternatifler geliştirmiştir. Modern bilimlerin tahsil edilmesinin zaruretini vurgulamış ve bu amaçla Avrupa’ya öğrenci gönderme işini organize etmiştir. Attâr, bir yandan geçmişten tevarüs ettiğimiz metin, şerh ve hâşiyelerin okunması gerektiğini diğer yandan bu alanda yazılan eski kaynakların da ilgi ve mütalaa sahasına dahil edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu yolla ilim ve kültür sahasında bir elektriklenmenin meydana gelebileceğini ve arzulanan ilmî ve medeni seviyeyi tekrar elde edebileceğimizi düşünmüştür.
Fıkıh ve Siyaset
Tespit ettiğimiz kadarıyla Attâr’ın fıkh alanındaki yegâne çalışması hilafete dair yazdığı Risâle fî tahkîki’l-hilâfeti’l-İslamiyye ve menâkıbi’l-Hilâfeti’l-Osmâniyye adlı eseridir. Attâr fakihlerin hilafet için ileri sürdüğü görüşlere aynen katılmakla beraber Kureyşîlik şartına bir şerh düşer. Kureyş’e mensubiyetin genelde şart olarak ileri sürülmesine karşın İbn Haldun ve Bakıllânî tarafından şart koşulmadığını belirtir. Râşid Halifelerden sonra işbaşına gelen Emevî, Abbasî ve Fatımî hilafetinin sebebiyet verdiği problemlere değinen Attâr, Emevî ve Abbasî yöneticileri ile Osmanlı idarecileri arasında bir mukayese yapar ve Osmanlı lehine değerlendirmelerde bulunur. Osmanlı’yı bir İslam devleti olarak niteleyip saygıyla anar. Osmanlı Devleti’nin en önemli özelliğinin Müslümanların kutsallarına karşı son derece saygılı olup muhaliflerini ortadan kaldırma gibi bir tutum içerisinde olmadığını ifade eder. Osmanlı’nın İslam’ın yayılması için her türlü fedakârlığı yaptığını belirtip Osmanlı’ya dua ile kitabına son verir (Risâle fî Tahkîki’l-Hilâfeti’l-İslâmiyye, s. 29-67).
Attâr Osmanlıya olan sevgi ve takdirine rağmen Osmanlı muhalifi Muhammed Ali Paşa ile de iyi ilişkiler geliştirmiştir. Birçok alimin aksine Muhammed Ali’ye cephe almamış onu Müslümanların faydasına olacak şekilde yönlendirmeye çalışmış ve büyük oranda başarılı olmuştur.
Fıkıh Usûlü
Yazarın fıkıh usûlüne dair görüşlerini öğrenebileceğimiz yegane eser onun Celâleddin Mahallî’nin el-Bedru’-Tâli‘ isimli eserine yazdığı iki ciltlik hâşiyedir. Bu eser ilim camiasında yazarın en çok bilinen eseridir. Eserde büyük bir vukûfiyetle lafzî ve manevî tahliller yapılmaktadır. Kitabın son kısmında yer alan kelam ve tasavvufa ait özet, risalelerde de başlıca kelamî ve tasavvufî konular işlenmiştir. Attâr’ın usûle dair görüşleri yerleşik anlayışa parallelik arz eder. Cemu‘l-cevâmi‘e yazdığı hâşiye genelde usûle dair var olan bilgilerin farklı bir metne uygulanması şeklindedir. Ancak yer yer rutinin dışına çıkıp geçmişte pek okunmayan eserlerden alıntılar yapıp değerlendirmelerde bulunmaktadır. Bu değerlendirmelerden yazarın düşünce sistemine dair ipuçları edinmek mümkündür.
Kıyasın dünyevî işlerde de hüccet değerini hâiz olduğunu anlatırken bu yöntemin tabipler nezdinde deneyden daha verimli olarak kabul gördüğünü belirtir ve konunun detayları için okuyucuyu tıbba dair yazdığı Nüzhe isimli kitabına yönlendirir (Hâşiyetü’l-Attâr, c. 2, s. 241).
Kıyas vesilesiyle Endülüs alimlerinden İbn Hazm’ın bazı görüşlerine atıf yapan Attâr, İbn Hazm’ın son derece alim ve belîğ bir kimse olduğunu ancak müçtehit imamlara karşı nezakete sığmayan bir üslup kullandığını, bu durumun kendisine yakışmadığını belirtmektedir (Hâşiyetü’l-Attâr, c. 2, s. 242). Bu açıklamalar Attâr’ın yenilik anlayışının keyfiyeti hakkında da ipuçları vermektedir. Attâr, bir yandan yenilenmenin gerekliliğini savunurken diğer yandan dinin sabitelerine, selefe ve müçtehit imamları karşı saygıyı ihmal etmeyen bir anlayış ve bakışa sahiptir.
Mantık
Attâr’ın mantığa dair görüşlerini Teftâzânî’nin Tehzîbu’l-Mantık ve’l-Kelâm isimli kitabının mantık bölümüne ve Şeyh Zekeriya el-Ensârî’nin İsagocî şerhine yazdığı hâşiyelerinde bulmak mümkündür. Attâr, Tehzîb hâşiyesinin giriş kısmında hâşiyeyi kendisinden öncekilerin düştüğü ifrat ve tefritleri telafi etmek amacıyla yazdığını belirtir (Hâşiyetü’l-Attâr, s. 4). Mantık konularını izah ederken son derece geniş bir kaynakça kullanmaktadır. İbn Sînâ’nın eş-Şifâ’sından son dönem mantık kitaplarına kadar çok sayıda kitaba atıfta bulunmaktadır. Bu durum Attâr’ın alana olan hâkimiyetini ortaya koymaktadır.
Attâr’ın mantıkla alakalı görüşleri İslam düşünce geleneğindeki yerleşik mantık anlayışından farklı değildir. Yaptığı açıklamalar mantık çevrelerinde bilinen genel malumatla örtüşmektedir. Ancak yer yer tenkitlerde bulunduğu ve alternatifler önerdiği de görülmektedir. Mesela Cemu‘l-cevâmi‘e yazdığı hâşiyede mantıkçıların küllîyi hakikî ve farazî olarak taksim edip farazî küllîye “ilâh” mefhumunu örnek göstermelerini eleştirir, bunun Allah’a karşı sû-i edep olduğunu belirtir (Hâşiyetü’l-Attâr, c. 1, s. 358).
Felsefe
Tespit ettiğimiz kadarıyla yazarın felsefeye dair üç tane müstakil eseri bulunmaktadır. Bunların ikisi Sücâî’nin el-Makûlât adlı eserine yazdığı el-Hâşiyetü’s-suğrâ ve el-Hâşiyetü’l-kübrâ diğeri ise Seyyid Büleydî’nin Makûlat’ına yazdığı el-Hâşiyetu’l-kübrâ adlı yapıtlarıdır. Sücâî’nin eserine yazdığı hâşiyelerde daha ziyade lafzî tahlile ağırlık veren yazar, Büleydî’nin Makûlat’ına yazdığı hâşiyede konuyla ilgili detaylı açıklamalarda bulunmaktadır.
Tıp
Attâr’ın ilmî merak ve tecessüsünün en bariz örneklerinden biri onun diğer alanlara dair yazdığı kitaplardır. Bu cümleden olarak yazarımız tıbba dair yazdığı Râhetu’l-ebdân fî nüzheti’l-ezhân adlı kitaptır. Yazarın Suriye’de bulunduğu dönemde 1814’te yazdığı bu kitap, yazarın hem klasik hem de modern birikimi sentezlediği bir çalışmadır. Davud el-Antâkî’nin tıbba dair eserini şerheden Attâr birçok yerde Antâkî’yi eleştirip düştüğü hatalara dikkat çekmektedir.
Edebiyat
Attâr ilmî kişiliğiyle olduğu kadar edebî zevkiyle de bilinen ve takdir edilen bir şahsiyettir. Hem nesir hem de şiir tarzında birçok edebi esere imza atmıştır. Ancak, dostu Abdurrahman Cibritî’nin de ifade ettiği gibi, edebiyatla zaruret oranında ilgilenmiş ve esas çabasını ilmî alana teksif etmiştir. Attâr’ın edebi alandaki çalışmaları şöyledir:
Resmî ve gayri resmî yazışma ve mektup yazım usûlüne dair İnşâu’l-Attâr fi’l-İnşâ isimli bir kitap yazıp ele aldığı konuları örneklerle işlemektedir.
Elli yedi mısrada nahiv kaidelerini öğretmek amacıyla Manzûmetun fi’n-Nahv isimli didaktik bir manzume telif etmiştir. Bu eser, müellifin öğrencisi Hasan Kuveydir tarafından şerh edilmiştir.
Halid el-Ezherî'nin kendisine ait el-Ezheriyye adlı muhtasar nahiv kitabına yazdığı şerhe Hâşiye alâ şerhi’l-Ezheriyye fi’n-Nahv ismiyle bir hâşiye yazmıştır.
Belâğat alanında da Hâşiye ale’s-Semerkandiyye fi’l-belâğa ismiyle bir hâşiye yazmıştır. Bunlara ilave olarak İbn Eshel’in şiirlerini derlemiş ve Divânu İbn Eshel el-İsrâîlî ismiyle basıma hazırlamıştır.
Diğer İlimler
Attâr, Saçaklızâde’nin el-Velediyye fî âdâbi’l-bahsi ve münazara adlı eserine bir şerh yazmış. Bunun yanı sıra gök gözlemlerinde usturlabın nasıl kullanılacağına dair Risâle fî ilmi’l-felek adlı bir eser telif etmiştir. Türkiye’de ikamet ettiği sıralarda Eş’arî’nin kesb anlayışını izah edip savunan Tuhfetu garîbi’l-vatan fî tahkîki nusreti’ş-Şeyh Ebi’l-Hasan adında kelamî bir risâle telif etmiştir.
Aklî İlimlere Dair Düşünceleri
Aklî ilimler terimi ile genellikle kelam, mantık, felsefe, nazarî tasavvuf ve kısmen usûl-i fıkıh kastedilir. Terimin yaygın kullanımı bu şekilde olsa da tüm teorik disiplinleri bu şemsiye altında ele almak mümkündür. Vaz’ ilmi ile birlikte nahiv ve belâğatın belli okullarının da ikinci anlamıyla aklî ilimler kapsamına girdiğini söylemek mümkündür. Mantık, makûlât, felsefe, kelam, nahiv, belâğat, vaz’, tıp, geometri, astronomi ve adâbü’l-bahs ve’l-münâzara ilimleri Attâr’ın eser telif ettiği disiplinlerin başında gelmektedir. Dönemin medrese müfredatında okutulan ilimlerin hemen hepsine dair Attâr’ın farklı hacimde eserinin olduğu söylenebilir. Bundan dolayı Hasan Attâr’ın klasik bilimlere ciddi anlamda ivme kazandıran son isimlerden biri olduğunu iddia etmek abartı olmayacaktır. Ancak söz konusu eserlerin risâle tarzında kaleme alınanları hariç hiçbiri müstakil çalışma değildir. Attâr genellikle hâşiye şeklinde eser telif etmiştir. Bunun sebebi medreselerde okutulan ders kitapları etrafında gelişen literatürün bir parçası olma isteği şeklinde açıklanabilir. Bu yazım tarzı o dönemin ilim çevrelerinde alimlerin görüşlerinin yaygınlık kazanmasına yardımcı olmaktaydı. Nitekim bizzat Attâr yazdığı kitapların girişinde veya sonraki ferağ kaydında eseri ders olarak okuturken şerh yazması gerektiğini fark ettiğini ve bu sayede görüşlerini bir araya getirme fırsatı bulduğunu belirtir.
Genellikle hâşiye tarzı eserler veren Attâr çeşitli öğrenci seviyelerini gözeterek aynı eserler hakkında farklı hacimde eserler yazmıştır. Bazen aynı eser hakkında birden fazla hâşiye yazan Attâr’ın bu uğraşının arkasında pedagojik amaçların bulunduğunu söylemek mümkündür. Bu nedenle giriş ve orta seviye talebeleri düşünerek aynı ilim veya eser hakkında birkaç kez hâşiye yazdığını belirtir. Bu sayede benzer metinlerin okunduğu İslam coğrafyasında Attâr’ın görüşlerinin hızla müfredatta incelendiğine işaret edilmelidir. Attâr’ın teorik konuları ele almasındaki yetkinliğinin yanı sıra tartıştığı konulara dair sunduğu derin dilsel tahliller de onun öne çıkan özellikleri arasında sayılabilir. Hâşiye tarzı yazdığı eserler dışında Attâr, bu ilimlerin akılda kalıcılığını kolaylaştırmak adına nazım şeklinde daha kısa telifler de verir. Nahiv, vaz’, âdâbu’l-bahs ve’l-münâzara, makûlât ve tıp ilimleri bu şekilde eserler telif ettiği ilimlere örnek gösterilebilir.
Attâr dini ilimler eğitiminin yanı sıra hem döneminin alimlerinden klasik felsefe, matematik ve doğa bilimleri eğitimi almış hem de Fransız işgali sırasında Mısır’da kalan Fransız araştırmacılardan modern teknik bilimler eğitimi almıştır. Birçok anlamda ilimlere vukufiyetini derinleştimek için uğraşan Attâr, Türkçe ve Fransızca modern literatürdeki telif ve tercüme eserleri takip etmeye çalışmıştır. Bunun yanı sıra klasik ilimlere dair müracaatların da yalnızca geç dönemde yazılan hâşiyelerle sınırlı olmaması gerektiği, erken dönem klasik metinlerinin de okunarak tartışılması gerektiği üzerinde ısrarla durmaktadır. Telif ettiği eserlerdeki kaynak çeşitliliği onun bu isteğini gerçekleştirdiğini göstermektedir. Mantık ve kelam eserlerinde bile yer yer sûfî üslûbun ağır bastığı görülmektedir. Bu durum Attâr’ın riyâzet yöntemine de vakıf olduğunu gösterir.
Hasan Attâr, okuduğu birçok kitaba hâmiş ya da derkenâr tarzında notlar almıştır. Farklı kütüphanelerden yahut arkadaşlarından ödünç aldığı eserlere aldığı notlar sayesinde coğrafyadan tıp tabakâtına kadar birçok alandaki görüşleri günümüze ulaşmıştır.
1. Mantık
Attâr’ın mantık görüşlerini iki eserinde bulmak mümkündür: 1) Hâşiye ʿalâ Şerhi Şeyhi’l-İslâm Zekeriyyâ el-Ensârî ʿalâ metni Îsâgûcî fi’l-Mantık. Ensârî’nin Matla’ isimli Îsâgôcî şerhine yazılan bir hâşiyedir. Ensârî’nin bu eseri, çok uzun süre Mısır’daki giriş düzeyindeki mantık müfredatının temel kaynağı olmuştur. Ferağ kaydında ifade ettiğine göre Attâr bu hâşiyeyi, Matla’ı ders olarak okuturken görüşlerini kayıt altına almak için yazmıştır. Farklı gerekçelerle ara verdiği eserin yazımı hicri 1236 yılında tamamlanmıştır. Bu eser giriş düzeyindeki öğrencileri muhatap aldığı için konular genellikle basit bir üslûpla anlatılmıştır. Burada bazı incelikli bilgilere yer verilmiş olmakla birlikte Attâr’ın mantığa dair asıl görüşlerini ve mantık tarihine katkılarını diğer eserinde aramak daha isabetli olur.
2) Hâşiye ʿalâ Şerhi’t-Tehzîb. Teftazânî’nin yazdığı Tehzîb isimli eserin Habîsî (veya Hubeysî) şerhine Attâr’ın yazdığı hâşiyedir. Attâr’ın mantık görüşleri bu eserinde açıkça ortaya çıkmaktadır. Fârâbî’den kendisine kadar olan sekiz yüzyıllık mantık tarihinin miras olarak bıraktığı sorular ve sorunlar ile muhakemeye giren Attâr’ın bu eseri ince teorik tartışmalara ışık tutar. Bu eserde Attâr mantık sorunları adına çözüm üretmekle kalmaz, aynı zamanda kendisine kadar teklif edilen çözümlerin değerlendirilmesi ve eleştirilmesi görevini de üstlenir. Mantık tarihi içinde medrese müfredatlarının ayrılmaz eserleri olan Şemsiyye, Tehzîb ve Metâli’ gibi temel eserler ile bunlar etrafında şekillenen şerh-hâşiye literatürünün genel bir değerlendirmesini Attâr’ın bu eserinde bulmak mümkündür. Buna ek olarak Tecrîd, Mevâkıf ve Makâsıd gibi geç dönem kelam literatürünün önemli eserlerinde mantığa dair yürütülen tartışmaları şârihler bağlamında yeniden değerlendirmektedir. Özellikle Kutbuddin Râzî, Seyyid Şerîf ve Devvânî bu tartışmalarda zikredilen önemli isimlerdir. Attâr’ın kaynakları bu coğrafyada okutulan ana metinler ve onların şârihleri ile sınırlı değildir. Bunların yanında Hindistan coğrafyasında yürütülen ilmi tartışmaların Attâr tarafından yakından takip edildiği görülmektedir. Attâr bu eserinde Siyalkûtî’nin yanı sıra Mîr Ebü’l-Feth ve Muhibbuddin Bihârî gibi Hindistan’ın önemli alimlerine de sıkça atıf yapmaktadır. Muhibbuddin Bihârî’nin kaleme aldığı Süllemü’l-ulûm eseri geç dönemde yazılan nadir mutavvel mantık eserlerinden biridir. XVII. yüzyılda yazılan bu eser, kısa süre içerisinde Hindistan ulemâsı tarafından defalarca şerh edilmiş ve mantık müfredatında ileri düzey tartışmaların yürütüldüğü bir platform haline getirilmiştir. Attâr’ın, coğrafi bakımdan uzak olmasına rağmen Süllem’e yazılan şerhlerdeki tartışmalara da sıkça yer vermesi onun İslam dünyasının farklı bölgelerinde yürütülen tartışmalara olan vukûfiyetini göstermektedir. Özetlemek gerekirse mantık meselelerini kapsamlı bir şekilde tartıştığı bu eserinde Attâr’ın kaynaklarının çeşitlilik gösterdiğini söyleyebiliriz. Attâr’ın hâşiyesinde öne çıkardığı üç problemden bahsetmek doğru olacaktır: i) Tümeller konusu. Yüklemleme problemiyle birlikte ele aldığı bu konuda konunun teorik uzantılarını göstermeye çalışan Attâr, bu meseleyi oldukça uzun şekilde ele alır. Bu başlık altında öne çıkan tartışmalar farazî tümellerin tasavvuru, tümelin tabî’î-mantıkî-aklî taksimi ve tümel-tekil ilişkisi şeklinde ifade edilebilir. ii) Akdü’l-vaz’. Yüklemli önermeler hakkındaki en önemli konuların başında akdü’l-vaz’ gelir. Yüklemli önermenin kurulumu sorununu inceleyen bu çalışmanın tartıştığı konuları şu şekilde sıralamak mümkündür: Olumlu önermede zât-ı mevzû’nun var olma şartı, unvân ile ittisâf etmenin hangi modalite ile gerçekleşeceği, muhakkak olmayan mukadder ve farazî fertlerin önermede nasıl tasavvur edildiği, ma’dûle-basît sâlibe-sâlibetü’l-mahmûl önerme ayrımları. Bu konuları Fârâbî, İbn Sînâ ve Fahreddin Râzî gibi isimlerden başlayarak değerlendiren Attâr meselenin metafiziğe uzanan yönlerine dakik tartışmalarla değinir. Bilindiği üzere mantıktaki bu tartışmalar yüklemli önermelerin hakîkiyye ve zihniyye yorumlarını mümkün kılıp metafizikte yeni tartışmaların kapısını aralamaktadır. Zihnî varlık, bilginin imkânı/sınırları ve nefsü’l-emr gibi konularla iç içe olan bu tartışma Attâr tarafından tartışma konusu yapılmıştır. iii) Modal önermeler. Modalite tartışmalarında önermelerin değişen durumları, modal önermelerde çelişki ve döndürme gibi sorunlar da kitabın ciddi bir yekûnunu oluşturmaktadır. Attâr’ın Tehzîb şerhine yazdığı hâşiyesi, genel hatları itibariyle diğer mantık kitaplarındaki başlıklar ile uyum gösterse de problemlerin tartışılıp detaylandırılması ve argümanların farklı şekilde ortaya konması açısından önem arz eder.
2. Makûlât (Kategoriler)
Geç dönem kelam ve felsefe metinlerinin bir faslı veya bâbını oluşturan Makûlât konusu, XVIII. yüzyılın başlarından itibaren Mısır başta olmak üzere Kuzey Afrika’nın genelinde birçok alim tarafından müstakil bir ilim olarak ele alınmıştır. Tıpkı vaz’ ve münazara ilimleri gibi öncesinde diğer ilimlerin araştırma konusu olan Makûlât, konuların belli doygunluğa ulaşıp tartışmaların incelmesinin doğal bir sonucu olarak zamanla müstakil bir ilim haline gelmiştir. İlim haline gelen Makûlât’ın medrese müfredatında yerini alması için bu dönemde birçok irili ufaklı risale yazılır. Attâr’ın Makûlât ilmine dair eserleri medrese müfredatında yerini almış eserlere hâşiye tarzında yazılmıştır. el-Hâşiyetü’l-kübrâ alâ Şerhi Makûlâti’ş-Şücâ’î, el-Hâşiyetü’s-suğrâ alâ Şerhi Makûlâti’ş-Şücâ’î ve el-Hâşiyetü’l-kübrâ alâ Makûlâti’l-Büleydî eserleri Attâr’ın Makûlât ilmine dair yazdığı hâşiyelerdir. Şücâ’î’nin kendi yazıp sonra kendisinin şerh ettiği Makûlât kitabına Attâr biri kısa diğeri uzun olmak üzere iki ayrı hâşiye yazmıştır. Mukaddimelerde verilen bilgilere ve ferağ kayıtlarındaki tarihlere göre Suğrâ hâşiyesi diğerlerinden sonra yazılmıştır. Aynı eser hakkında birden fazla hâşiye yazması dikkat çekici olsa da bunun gerekçesini “bu ilme (Makûlât) yeni başlayan talebelerin meseleleri daha iyi anlamaları adına ibtidâî bir eser yazma ihtiyacının bulunduğu” şeklinde ifade etmektedir. Başka bir deyişle, Attâr farklı öğrenci seviyelerini göz önünde bulundurarak döneminde medrese müfredatında okunan Makûlât ilmine dair birçok eser kaleme almıştır. Yüzeysel bir okumada bu eserlerin birbirinin tekrarı olduğu izlenimi uyansa da yazılma amacı ve eğitim anlayışı göz önünde bulundurulduğunda oldukça önemli bir boşluğu doldurduğu görülmektedir. Bu eserler dışında Makûlât ilmine dair Nazmu’l-makûlât adında nazım bir eseri bulunmaktadır. Bu kitapların yazımına kaynaklık bazı klasikler ise şunlardır: el-Muhassal, Me’âlim fî usûli’d-dîn, Hidâyetü’l-hikme, Tecrîd, Tavâli’, Mevâkıf, Makâsıd, Cem’ü’l-cevâmi’, Şerhu Akâidi’l-Adudiyye. Bu metinlerin yanı sıra onlar etrafında şekillenen şerh-hâşiye literatürü de Attâr’ın temel kaynaklarındandır. Kelam ve felsefe metinlerinin yanı sıra Attâr’ın Cemü’l-cevâmi’ literatürüne sıkça atıf yapması onun farklı disiplinlerdeki yetkinliğini ve ilimlerdeki çok yönlülüğünü gösterecek niteliktedir. Attâr felsefe ve kelâm klasiklerinde zikredilen makûlât tartışmalarının genel çerçevesine uygun bir anlatım takip eder. Bununla birlikte birtakım konuları öne çıkardığı görülmektedir. Makûlât’ın varlığın en üst tümelleri olması tartışmasından hareketle varlığın hâriç ve zihin ayrımı, itibârî kategorilerin nasıl anlaşılması gerektiği, kategorilerin sayısı ve arazların genel hükümleri tartışmalarına özellikle yer verilir. Bahsi geçen konular ele alındıktan sonra Attâr sırayla on kategoriyi inceler. Attâr’ın yürüttüğü tartışmalarda bazı kategorileri oldukça detaylı tartıştığı görülür. Cevher, nicelik (kemm) ve mekân kategorileri detaylıca tartışılan kategorilerdendir. Aynı zamanda matematikçi ve geometrici olan Attâr’ın nicelik kategorisini etraflıca incelemesi anlaşılır bir durumdur. Cevher kategorisi açıklanırken genellikle kelam ve felsefe zümreleri arasındaki tartışmaların kaynağı ve bu meselelerin diğer tartışmalara olan etkisi ele alınmıştır. Buna rağmen diğer kelam ve felsefe metinlerinde uzunca ele alınan nitelik (keyf) kategorisi ise Attâr’ın eserlerinde daha kısa anlatılmıştır. Birûnî-İbn Sînâ mektuplaşmalarını kategoriler bağlamında değerlendiriyor olması da Attâr’ın konuya vukufiyetini ortaya koyması adına dikkat çekicidir. Attâr her üç eserinde de teorik tartışmaların yanı sıra Makûlât ilminde kullanılan ıstılahların fasih Arapça ile olan uyumunu göstermek adına, temel sözlük kaynaklarından yardım alarak, birçok dilsel tahlile başvuruyor.
3. Felsefe ve Kelam
Attâr kelam ve felsefe konularında hacimli eserler telif etmemiştir. Genellikle bu disiplinlerde risâle tarzı yazan Attâr’ın tercih ettiği konular hem kelamcıların hem de filozofların uzun süre uğraştığı konular olduğundan umûr-i âmmeden ilâhiyâta kadar birçok konuda Attâr’ın görüşlerine vakıf olmak mümkündür. Attâr’ın bu eserlerinde değindiği temel kaynakları şöyle sıralamak mümkündür: Şifâ: Metafizik, et-Ta’likât, el-İşârât ve’t-tenbîhât ve şerhleri, İbn Sînâ’nın el-Edviyetü’l-kalbiyye’si, Abdüllatif Bağdâdî’nin Şerhu Kânunce’si, el-Muhassal, Hidâyetü’l-hikme ve şerhleri, Tecrîd ve şerhleri, Tavâli’ ve şerhleri, Hikmetü’l-‘ayn ve şerhleri, Mevâkıf ve şerhleri, Makâsıd ve şerhi, Cem’ü’l-cevâmi’ ve şerhleri, Şerhu Akâidi’l-Adudiyye, Senûsî’nin Şerhu Akîdetü’l-kübrâ’sı başta olmak üzere tüm mantık ve kelam kitapları, Hâşiyetü’l-Hayâlî alâ Şerhi’l-Akâid, Hâşiyetü Siyalkûtî alâ’l-Hayâlî, Yûsî’nin hemen her kitabı, Şeyh Yahya Şâvî’nin mantık eserleri, Devvânî’nin Şerhu Heyâkili’ş-Şeyhi’s-Sühreverdî’si ve ez-Zevrâ’sı. Kaynakları göz önünde bulundurulduğunda Attâr’ın yalnızca müteahhir dönem Osmanlı-İran medreselerinde etkili olan isimleri değil, Kuzey Afrika’nın farklı bölgelerindeki alimleri de yakından takip ettiği görülür. Attâr’ın kelamcılığı başta olmak üzere genel olarak nazarî ilimlerdeki görüşlerinde geç dönem Kuzey Afrika Eş’arîliğinin izleri güçlü şekilde görülür. Bu bağlamda Râzî, Tûsî, Teftazânî, Îcî, Seyyid Şerîf ve Devvânî gibi isimlerin yanı sıra Senûsî, Yûsî, İbn Arefe, Şeyh Yasin ve Şeyh Yahya Şâvî gibi Kuzey Afrika Eş’arîliğinin önemli isimlerinden de ciddi anlamda etkilenmiştir. Attâr’ın kelam ve felsefe alanlarında yazdığı beş adet önemli risâle bulunmaktadır.
1. Risâle fî hudûsi’l-âlem ve’l-fark beyne ezeliyyeti’l-imkân ve imkâni’l-ezeliyye: Bu eserde Attâr Şerhu’l-Mevâkıf’ta geçen meşhur “imkânın ezeliliği ile ezeliliğin imkânı” arasındaki farkı ele almaktadır. Bu anlamda imkân gibi ontik bir konuyla başlayan risale umûr-i âmmeye dair belli tartışmalar yürütüldükten sonra âlemin hudûsü, Tanrı’nın ispatı, Tanrı’nın sıfatları ve Tanrı’nın fiilleri başlıklarını içerir. Risâle bu haliyle veciz bir kelam kitabı hüviyetindedir.
2. Risâle fî mec’ûliyyeti’l-mâhiyyât: İslam düşüncesinin farklı ekolleri arasında birçok tartışmaya neden olan mâhiyetlerin mec’ûliyeti (yaratılmışlığı) problemine dair önemli açıklamalar ve tespitler barındırır. Attâr risâlenin girişinde genellikle kelam ilminde yanlış anlaşılan iki konuya değineceğini ifade eder. Öncelikle mâhiyetin kısımları ve mâhiyet-zât/hakîkat-hüviyet ilişkisi incelenir. Ardından konuyu Kelâmî, İşrâkî ve Meşşâî okullardan hareketle mâhiyetlerin tahakkuku problemi çerçevesinde ele alan Attâr bu meselenin umûr-i âmmedeki üç problemle yakından ilişkili olduğuna dikkat çeker: i) vücûdun mâhiyete zâit olması, ii) ma’dûmun şey’iyyeti, iii) ma’dûmun iadesi. Bu problemleri alt ekoller ve mezhepler bağlamında inceleyen Attâr delilleri karşılaştırma ve değerlendirme noktasında tartışmaların etkin bir tarafı olmaktadır. Risâle bu haliyle veciz bir umûr-i âmme eseri niteliğindedir.
3. Risâle fî mezhebi’t-Tabâi’iyyîn: Bu eser, kaynaklarda Attâr’ın öğrencisi olduğu belirtilen Mustafa Bedrî’nin bir mektubunda sorduğu soruya cevap olarak yazılmıştır. Mustafa Bedrî mektubunda Tanrı’nın varlığını inkâr eden Tabâi’iyyûn hakkında ne düşündüğünü sorar. Attâr söz konusu soruya cevap vermek adına teorik fiziğin önemli konularına dair genel bir anlatıyla başlayıp gerekli ispatları yaptıktan sonra risâlenin sonunda ispat ettiği öncüllere binaen Tabâi’iyyûn mezhebinin yanlış olduğunu ortaya koyar. Fizik görüşlerini incelemek için başlıklar açan Attâr, heyûlâ-sûret-türsel sûret bileşiminden oluşan cisim anlayışını, tabiat-nefs-güçler ilişkisini, dört unsur ve onların itidaliyle ortaya çıkan mizaç teorisini, bunlar sonucunda meydana gelen sekiz cisim sınıfını, cisim sınıflarının astrolojik olaylarla olan alakasını, itidalin bozulup mizacın değişmesi sonucu ortaya çıkan hastalık türleri ile nedenlerini ve son olarak maden-bitki-canlı cisim türlerinin oluşumu ve çeşitlenmesi gibi konuların tamamını bu eserinde incelemiştir. Bunlar dışında kozmoloji konusuna da risâlede yer veren Attâr, pre-Sokratik dönemden kendisine kadar olan düşünce tarihinde kozmoloji hakkında öne sürülen görüşlerin tasnifi, kısaca değerlendirilmesi ve gerek görülürse eleştirilmesi gibi konulara da yer verir. Bu eserin en önemli özelliği ise iki meselede İbn Sînâ felsefesi ile kelam ekolleri arasında uyum sağlama çabası bulunduğu ifade etmek gerekir. İlk mesele Kâdir-i Mutlak tanrı anlayışıdır. Demokritos’un Tanrı’nın varlığı bağlamında ileri sürdüğü şüpheleri açıklarken sudûr teorisini açıklayıp yer yer eleştiri yönelten Attâr, Tanrı’nın ispatı noktasında bazı deliller zikreder. Attâr’a göre varlığı kanıtlanan Tanrı Kâdir-i Mutlak olmalıdır. Risâle fî hudûsi’l-âlem’de belirttiğine göre İslam düşüncesi içinde mütekellim ve filozoflar Tanrı’nın Kâdir-i Mutlak olduğu noktasında ittifak halindedirler. Bu iki zümre arasındaki ihtilaf irade ve kudret sıfatlarının nasıl anlaşılması gerektiği noktasında kendini göstermektedir. Diğer mesele ise fizik evrendeki nedenselliği ilgilendiren türdendir. Attâr’a göre Kâdir-i Mutlak tanrı anlayışını benimseyen İbn Sînâ’nın heyûlâ-sûretçi fizik teorisi adet anlayışıyla uyum içerisindedir. Bu anlamıyla Attâr’ın nitelikçi adet teorisi ile süreklilikçi heyûlâ-sûret teorileri arasında bir uyum olduğuna dikkat çeker. Bundan dolayı İbn Sînâ’yı dalâletle suçlayan Senûsî’nin eleştirilerinin isabetli olmadığına dikkat çeker. Eser Attâr’ın felsefî fizik hakkındaki görüşlerini barındıran önemli bir kaynaktır. Modern bilimlere aşina olan Attâr’ın güncel tartışmaları ne derece eserinde işlediği ise henüz incelenmemiş bir konudur.
4. Tühfetü ğarîbi’l-vatan fî tahkîki nusreti’ş-Şeyh Ebi’l-Hasan: Osmanlı topraklarında bulunduğu sırada dönemin alimlerinin tartıştığı kader konusundaki İmam Eş’arî’nin görüşlerini incelediği bir eserdir.
5. Risâle fî şerhi’l-besmele: Tefsir hüviyetine daha yakın olan bu eser Allah’ın sıfatları tartışmaları bağlamında kelamî ve tasavvufî tahliller barındırdığı için bu başlık altında zikredilmeyi hak eder.
4. Dil İlimleri
Nazarî ilimler denilince akla ilk gelen disiplinler arasında dil ilimleri bulunmaz. Ancak bugün dil felsefesi alanının incelediği meselelerin çoğu geç dönemde telif edilmiş dil eserlerinde ele alındığını söylemek mümkündür. Bu anlamda özellikle İbn Hâcib çizgisinde devam eden nahiv ilminin yanı sıra belâğat ve vaz’ ilimlerinin de nazarî ilimler arasında sayılması mümkündür. Dil ile düşünce arasındaki ilişkiye dair önemli yaklaşımlar/teoriler barındıran bu disiplinlerin en önemli özelliklerinden biri de tartışılan hususun mantık dizgesinde ele alınmış olmasıdır. Attâr’ın dil alanında telif ettiği eserlerin bu nitelikte olduğu görülmektedir. Öte yandan onun dil düşüncesine dair teorik tartışmaları da eserlerinde bulmak mümkündür.
4.a) Nahiv
Attâr’ın nahiv ilmine dair yazdığı altı adet irili ufaklı eser mevcuttur. Biri manzûm olan bu eserlerin geri kalanları hâşiye tarzında kaleme alınmıştır. Söz konusu eserler arasında üçü Attâr’ın dil anlayışının nazarî uzantılarını göstermesi açısından önemlidir: ı) el-Havâşî alâ Hâşiyeti Abdulğafûr ale’l-Fevâidu’z-ziyâiyye alâ’l-Kâfiye, ıı) Hâşiyetün alâ Netâici’l-efkâr ale’l-İzhâr, ııı) Hâşiye alâ Muğni’l-lebîb. İlk eser İbn Hâcib’in yazdığı Kâfiye isimli eserine şerh yazan Molla Câmî’ye hâşiye yazan Abdülğafûr’a yazılmıştır. İkinci eser ise Birgivî’nin İzhâr isimli eserine Adalı Mustafa Efendi’nin yazdığı şerhe yazılmıştır. Kâfiye ve İzhâr etrafında şekillenen şerh-hâşiye literatürünün en belirgin iki özelliğinden bahsedilebilir. İlk husus felsefe ve kelam alanlarında tartışılan umûr-i âmme konularının dile temas eden yönleri bu eserlerde nahiv tartışmalarıyla bir arada ele alınmıştır. Bu eserler sayesinde dil-düşünce-varlık ilişkisine dair teorik tartışmaların yürütüldüğü bir literatür oluşmuştur. Bu iki eser ve etrafında şekillenen literatürün diğer meziyeti ise ele aldıkları problemleri mantık diliyle işlemeleridir. Mantık dizgesinde ele alınan dil tartışmaları sayesinde gramer tartışmalarının temelinde yer alan teorik tartışmalar daha görünür bir çerçeve kazanmaktadır.
Attâr’ın nahiv ilmine dair yazdığı diğer önemli kitap olan Hâşiye alâ Muğni’l-lebîb ise usûl-u fıkıh kitaplarındaki tartışmaların tamamlayıcısı niteliğindedir. İbn Hişâm’ın kaleme aldığı Muğni’l-lebîb eseri ileri düzey gramer tartışmalarının ve edatların detay anlamlarının incelendiği bir kitaptır. Muğni’l-lebîb bu haliyle usûl-i fıkıhtaki delâlet tartışmalarının mütemmim cüzü olarak görülebilir. Attâr’ın burada incelediği konular, nasslardan hüküm istinbat edecek Müslümanlar için farklı yakîn (kesinlik) ve zan dereceleri olan naklî delillerin bilgi değerlerini anlamak için gerekli olan dil teorisini ortaya koymaya çalışmaktadır.
4.b) Belâğat
Attâr’ın belâğat ilmine dair eseri, Usâmüddin İsferâyînî tarafından Semerkandî’nin isti’âre metnine yazılan şerhin hâşiyesidir. Sekkâkî sonrası belâğat tarihi genel hatlarıyla ikiye ayrılır: i) edebi metinlerin tahlili üzerinden zevk-i selîm anlayışıyla erken dönem belâğat kitaplarına benzer yazım takip eden ekol, ii) Sekkâkî ile birlikte mantığın kuşatıcı dilini belâğata da yansıtan ekol. İlk ekol genellikle Arap okulu şeklinde değerlendirilirken ikinci ekol Acem veya mantıkçı okulu şeklinde isimlendirilir. Aslen Arap olan Attâr, belâğat alanında kaleme alıp medresede ders olarak okuttuğu eserde mantıkçı okulun çizgisini devam ettirmiştir. Dilin çeşitli kullanımlarının barındırdığı farklı anlam katmanları Attâr tarafından bu eserinde incelenmiştir.
4.c) Vaz’
Attâr’ın vaz’ ilmine dair ilk eseri, Adudiddin Îcî’nin kaleme aldığı risaleye Usâmüddin İsferâyînî tarafından yazılan şerhin hâşiyesidir. Hâşiye alâ Şerhi’l-İsâm alâ’r-Risâleti’l-vaz’iyyeti’l-Adudiyye adındaki bu eserden sonra nazım şeklinde el-Manzûme fî ilmi’l-vaz’ kitabını telif eder. Attâr daha sonra kendi Manzûmesini ders müfredatına uygun olarak şerh eder. Tüm bu eserler, kullanımda tekil nesnelere işâret eden tümel lafızların delâletinin nasıl mümkün olduğu sorunuyla temelden ilgilenir. İslam düşüncesindeki dil tartışmaları bağlamında bu soruna çeşitli cevaplar verilmiştir. Attâr söz konusu çözüm tekliflerine dair değerlendirme yapıp kendi ulaştığı hâsılayı ders müfredatına uygun şekilde kayıt altına alır. Bu eserler dil-mantık ilişkisinin belirlenmesi noktasında değerli kaynaklar olarak okunabilir.
5. Matematik ve Doğa Bilimleri
Attâr, kendi dönemindeki ulemâdan farklı olarak dinî ilimlere dair tahsilini matematik ve doğa bilimlerinde derinleşerek taçlandırmıştır. Bu amaçla geometri, matematik, fizik, tıp ve astronomi gibi disiplinlerde o dönem medreselerde okunan kitapların tamamını farklı hocalardan okumuştur. Hayatının ilerleyen dönemlerinde bu ilimleri okuturken birçoğuna şerh veya hâşiye yazmıştır. Geometri, matematik, fizik, tıp ve astronomi gibi ilimleri yalnızca teorik olarak değil, pratik olarak da araştırmıştır. Bu amaçla uygulamalı araştırmalar yaptığı bilinmektedir. Matematik ve doğa bilimlerine olan teorik vukufiyetini pratik alanda da derinleştirmek için Mısır’a gelen Fransız üniversite hocalarıyla müzakereler yapmış, hem onlardan ders almış hem de onlara ders vermiştir. Daha sonra Türkçe ve Fransızca literatürde bu ilimlere dair telif ve tercümeleri takip etmeye çalıştığı bilinir. Attâr tüm bu çabaları ile Mısır’daki ilim camiasının içinde bulunduğu teknik aksaklığı gidermeyi hedeflemektedir. Attâr’ın öncüsü olduğu Mısır eğitim müfredatının ıslah edilmesi hareketi genellikle bu teknik araştırmalardaki eksiklikleri gidermeyi amaçlamaktadır.
5.a) Tıp
Attâr’a göre fiziğin yan dallarından olan tıp ilmi aslında bir ilimler kümesini temsil etmektedir. Bu kümenin altında İlmü’l-cirâha, İlmü’t-teşrîh ile Keyy ve Fesad gibi farklı disiplinler bulunmaktadır. Bahsi geçen ilimlerin tamamına dair Attâr’ın telif ettiği nesir, nazım ve şerh tarzı birçok risâle bulunmaktadır. Tıp ilminin alt disiplinleri özelinde yazmadan doğrudan tıp ilmi hakkında telif ettiği eserler de vardır. Davûd Antâkî’nin meşhur tıp kitabı Nüzhetü’l-ezhân üzerine Attâr tarafından Râhetü’l-ebdân isimli kapsamlı bir şerh yazılmıştır. Bunlar dışında Bahrak Hadramî’ye ait Şerhu Manzûmeti’t-tıbbiyye eserine yazılan hâşiye de Attâr’ın teorik tıp görüşlerini açıkladığı diğer bir çalışmadır.
5.b) Geometri (Hendese)
Attâr’ın yazdığı geometri kitabı, Şemsüddin Semerkandî’nin Eşkâlü’t-te’sîs eserine Kâdızâde Rûmî’nin yazdığı Tuhfetü’r-re’îs isimli şerhine hâşiyedir. Eşkâlü’t-te’sîs kitabı geometrik kanıtların temelinde bulunan eşkâlin incelenmesi amacıyla yazılmış kısa bir eserdir. Öklid geometrisini yeni ispatlarla devam ettirdiğini söyleyen Semerkandî, eşkâl tartışmalarının matematik bilimlerdeki birçok meselenin dayandığı bir konu olduğunu belirtir. Kâdızâde şerhi Semerkandî’nin eserini Tûsî ve Ebherî’nin geometri görüşlerini de dikkate alarak değerlendirmektedir. Bu eser çok uzun süre medrese müfredatlarının orta seviye geometri eğitiminde temel kaynak olmuştur. Attâr’ın yazdığı hâşiye bu tartışmaların değerlendirilmesi ve bir karara bağlanması önemli bir noktada durur. Öte yandan modern bilimlerle tanışan Attâr’ın bu eserinde modern bilimlerdeki gelişmeleri ele alıp almadığı, aldıysa bile nasıl bir değişim veya dönüşüm üstünde çalıştığı henüz araştırılmamış bir konudur.
5.c) Astronomi
Attâr’ın astronomi ilmine dair yazdığı eserin adı Risâle fî keyfiyyeti’l-amel bi’l-usturlâb’tır. Usturlap kadim kültürde teorik anlamda göksel problemleri çözmek, gök cisimlerinin yükseltisini ölçmek, saatleri belirlemek ve şehirlerin enlem-boylamlarına göre kıble yönünü tesbit etmek gibi nazarî ve amelî amaçlarla kullanılan astronomi aletinin adıdır. Farklı çeşitleri vardır. Attâr bu aletin nasıl kullanılması gerektiğine dair bu risâleyi kaleme alır. Ancak onun astronomi bilgisi teorik olanla sınırlı değildir. Teorik bilgisinin yanı sıra bizzat rasat ile uğraşan Attâr gökyüzü gözlemlerini de kayıt altına almıştır.
6. Âdâbü’l-bahs ve’l-münâzara
Attâr’ın ifadesine göre Âdâbü’l-bahs ve’l-münâzara ilmi Mısır’daki eğitim müfredatında üstünde çok durulmayan bir disiplindir. Attâr İstanbul’da bulunduğu dönemde Osmanlı ulemâsının bu ilme verdiği önemi görünce Mısır medreselerinde kısmen ihmal edilen bu ilmin tedrisi için farklı talebe kitlelerine uygun olarak çeşitli eserler kaleme alır. Attâr’ın Münâzara ilmine dair yazdığı eserlerinde Osmanlı ulemâsının etkisi görülebilir. Osmanlı medreselerinde okutulan Saçaklızâde’nin Velediyye eserine Attâr iki hâşiye yazar. Önce el-Hâşiyetü’l-kübrâ’yı yazan Attâr, daha sonra giriş düzeyindeki talebelerin bu eserden istifade etmesinin zorluğu nedeniyle daha kısa olan el-Hâşiyetü’s-suğrâ’yı kaleme alır. Adudiddin Îcî’nin yazdığı ve Molla Hanefî tarafından şerh edilen Münâzara kitabına da Attâr tarafından hâşiye yazılmıştır. Bunlar dışında Attâr’ın bu ilme dair bir Manzûme’si bulunmaktadır. Bu eserlerde bir iddiayı ispat etmek için delil ortaya koymanın çeşitli yolları, tartışma üslûbu ve eleştiri yöntemleri incelenmektedir.
Temel Soruları
el-Ezher eğitim programını revize etmek.
Metin, şerh ve hâşiyelere ilaveten ilk dönem kaynaklarına yönelişi teşvik etmek.
Modern bilimlerin medreselere girişini teşvik edip dini ilimlerle modern bilimleri sentezlemek ve bu çerçevede felsefe, coğrafya, tarih ve tabiî bilimlerin okunmasını özendirmek.
Öne Çıkan Eserleri
-
Manzûme fî ʿİlmi’n-Nahv: Kahire 1280.
-
Hâşiye ʿalâ Şerhi’l-Ezheriyye: Kahire 1307, 1315.
-
İnşâʾü’l-ʿAttâr: 1243/1827’den 1315/1897’e kadar Bulak, Kahire, Bombay ve İstanbul’da birçok kez basılmıştır.
-
Hâşiye ʿalâ Metni’s-Semerkandiyye: Kahire 1288, 1309.
-
el-Hâşiyetü’l-Kübrâ ʿalâ Şerhi Makûlâti’s-Sücâʿî: Kahire 1282, 1303, 1328.
-
Hâşiye ʿalâ Makûlâti’l-Büleydî: Kahire 1328.
-
Hâşiye ʿalâ Şerhi Şeyḫi’l-İslâm Zekeriyyâ el-Ensârî ʿalâ Metni Îsâgûcî fi’l-Mantık: Kahire 1321.
-
Hâşiye ʿalâ Şerhi’t-Tehzîb: Bulak 1296; Kahire 1318.
-
Hâşiye ʿalâ Şerhi’l-Celâl el-Mahallî ʿalâ Cemʿi’l-Cevâmiʿ: Kahire 1316, 1358.
-
Râhatu’l-Ebdân alâ Nüzheti’l-Ezhân: 1814; Beyrut, 2018.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu