Hayatı

Herevî, 396/1006 yılında Herat’ta doğdu. İlk tahsilini Herat’taki Mâlînî Medresesi’nde yaptı. Bu sırada hadis yazmaya ve vaaz vermeye ilgi duydu. Gençlik yıllarında yetmiş bin şiir ve on binden fazla hadis ezberledi. 417/1026’da dinî ilimleri tahsil etmek amacıyla Nîşâbur’a gitti. Burada pek çok âlimin derslerine; ayrıca İbn Bâkûye eş-Şîrâzî gibi mutasavvıfların sohbetlerine katıldı. Aynı yıl Herat’a tekrar döndü ve Cüneyd ekolünden gelen bir mutasavvıf olan Şeyh Amû’nun sohbetlerine devam etti. Bu sırada özellikle vaaz verme ve tefsir konusunda kendisinden çok etkilendiği Yahya b. Ammâr eş-Şeybânî’nin derslerine katıldı. Bu dönemde Hanbelî taraftarlığı konusunda Ebû Abdullah et-Tâkî es-Sicistânî’nin tesirinde kaldı.  423/1032 senesinde hacca gitmek için yola çıktı, fakat güvenlik endişesiyle bu yolculuğu tamamlayamadı. Bununla beraber Nişabur, Bağdat, Bestâm ve Tûs gibi şehirlere uğradı ve buradaki âlim ve sûfîlerle görüştü. Bu esnada İbn Bâkûye’nin Nîşâbur’daki tekkesinde Ebû Said-i Ebü'l-Hayr ile tanıştı. Hacca gidemediği için Rey’e uğradı ve burada “tasavvuf yolundaki mürşidi” olan Ebü’l-Hasan el-Harakânî’ye intisap etti. Bir müddet onun yanında kaldıktan sonra 425/1034’te Nübâzân’a gitti ve Harakânî’den öğrendiklerini orada anlatarak herkesi derinden etkiledi. Buradan tekrar Herat’a dönen Herevî dinî ilimler dersleri vermeye başladı, özellikle hadise ağırlık verdi. Bu süreçte bazı görüşlerinden dolayı kelâm âlimlerince Mücessime’ye mensup olmakla suçlandı.

Gazneli sultanı Mes‘ûd tarafından bir süre himaye edilen Herevî, iktidarın Selçuklu hanedanına geçmesi üzerine tekrar baskı gördü ve Şekîvân’a gitmek zorunda kaldı. Kısa süre içinde tekrar Herat’a dönüp derslerine devam etti; fakat Mu‘tezile ve Eş‘arîliğe yönelik tenkitleri nedeniyle şikâyet edildi ve 438/1046’da tutuklandı. Bir yıl süreyle Buşenc’de hapsedilen Herevî daha sonra Herat’a döndü ve derslerine devam etti. 458/1066 yılında Nizâmülmülk kendisine yapılan baskılara boyun eğerek Herevî’yi Belh’e sürdü. Bu sürgün hayatı bir sene sürdü ve Herevî tekrar Herat’a döndü. Bu süreçte tekrar şikâyet edildiyse de bu kez Nizâmülmülk’ün desteğini kazandı ve Herat’taki derslerine devam etti. 473/1080’de görme duyusunu kısmen kaybetti ve eser telifini öğrencilerinin yardımıyla sürdürdü. Bu esnada şöhreti daha da arttı ve kendisine halife tarafından “Şeyhu’ş-şuyûh” unvanı verildi. Ancak 478/1085’te yaptığı tartışmalar ve ardından çıkan bir dizi kargaşadan sorumlu tutularak önce Buşenc’e, sonra Âmul’e sürüldü. Bir müddet Belh’te ikamet ettikten sonra 480/1087’de Herat’a dönmesine izin verildi. İlk hapis hayatı sona erdikten sonra giriştiği tefsir yazımına bir süre devam ettiyse de 481/1089’da Herat’ta vefat etti. Herevî, tasavvuf anlayışı bakımından Cüneyd-i Bağdâdî çizgisindeki Bağdat ekolünün tipik bir temsilcisi görünümünde olmakla birlikte, kelâm konularında Eş‘arîleri şiddetle eleştirip Hanbelîliği benimsemesiyle onlardan ayrılır.

Öğretisi

Herevî’nin tasavvuf tarihindeki yeri, tasavvuf ilminin konusu olan haller ve makamlar bahsine getirdiği tasnifçi yaklaşımdan tespit edilebilir. Herevî, pek çok mutasavvıf tarafından dağınık ve sade bir üslupla dile getirilen halleri ve makamları sistematik bir tasnife tabi tutmuştur. Menâzil kavramı, onun haller ve makamların dağınık yapısını bir çatı altında toplamak amacıyla kullandığı çatı kavramdır. Menâzilü’s-sâirîn’de Herevî, tasavvufî mertebeleri ilk kez yüzlü bir tasnife tabi tutmuş ve her bir mertebeyi, önceki sûfîlere uyarak, bidayet ehli, tavassut ehli ve nihayet ehli şeklinde üçlü tasnifle anlatmıştır. Bu yaklaşımıyla bir yandan tasavvufî eğitimin sürecinin sistematikliğini vurgulayan Herevî aynı zamanda mertebeleri farklı olduğu için her sûfînin dile getirdiği görüşlerin aynı değeri taşıyamayacağını; bidayet ve tavassut ehli olanların tasavvufta henüz sülûklarını tamamlamadığını; dolayısıyla itibara alınması gereken zümrenin nihayet ehli olduğunu savunmuştur. Tasnifinde yer alan her bir mertebede, yapılması gerekli olan dinî ve tasavvufî yükümlülüklere de işaret eden Herevî, şeriat-hakikat ilişkisine dair tartışmalarda, selefleri gibi, sünnî tasavvuf anlayışını benimseyen bir tutum izlemiştir. Herevî’nin bu yaklaşımı tasavvuf tarihinde etkili olmuş, pek çok âlim ve mutasavvıf onun bu tasnifini ya genişletmiş ya da şerh etmiştir. 

Kelâmî Görüşleri

Herevî kelâm yöntemine karşı çıkmasıyla bilinir. Sadece kelâm ekollerini değil, yöntemlerinde kelâm usulünü benimseyen Hanefî ve Şâfiî âlimleri de tenkit etmiştir. Benimsediği itikâdî görüşler, tipik selefi-Hanbelî çizgiyi takip ettiğini gösterir. Ona göre tevhid, ayet ve hadislerde Allah için kullanılan sıfatların ispatı demektir. Bu yüzden Mu‘tezile gibi sıfatları iptal etmek, tevhidin bozulması anlamına gelir. Bunun yanı sıra Herevî’ye göre Hz. Peygamber’in Allah’ın zatı hakkında düşünmeyi yasaklayan hadisleri gereğince, ilahi sıfatları bir cedel konusu haline getirmek doğru değildir. Naslarda Allah’a atfedilen sıfatlar ne ise Allah sadece onlarla nitelenebilir ve içeriği tartışılamaz. Herevî’ye göre Allah’ın kelâm niteliği sonradan yaratılmış bir şey olmadığı gibi Kur’ân da mahlûk değildir. Miraç gecesinde Hz. Peygamber’in Allah’ı dünya gözüyle gördüğünü savunan Herevî, bu nedenle bir kısım kelâm âlimi tarafından teşbih ve tecsimle suçlanmıştır

Öne Çıkan Eserleri

  • Menâzilü’s-Sâirîn: Les Étapes des İtinérants vers Dieu, Édition Critique Avec İntroduction, Traduction et Lexique, haz. S. de Laugier de Beaurecueil, IFAO, Kahire 1962; Menâzilü’s-Sâirîn Bâ Mukâyese be-Metn-i İlelü’l-Makâmât ve Sad Meydan ve Şerh-i Kitâb ez-Rûy-i Âsâr-ı Pîr-i Herât, haz. Abdülgafûr Revân Ferhâdî, Kâbil 1350/1971 [Tahran 2008]; Menâzilü’s-Sâirîn: Tasavvufta Yüz Basamak, haz. Abdürrezzak Tek, Emin, Bursa 2008.
  • Sad Meydân: Sad Maidan: Hundred Fields Between Man and God, çev. Munir Ahmad Mughal, Islamic Book Foundation, 1983; haz. Kâsım Ensârî, Kitâbhâne-yi Tahûrî, Tahran 1358/1979; thk. Süheylâ Mûsevî Sîrcânî, İntişârât-ı Züvvâr, Tahran 2008; trc. Hâfız Muhammed Efdal Fakîr, Lahor 1998; Sad Meydân: Ez Emâlî Şeyhü’l-İslâm Hâce Abdullah Ensârî Herevî, thk. Abdülhay Habîbî, Mîzân, Kâbil 1341/1962; Stations of The Sufi Path –The One Hundred Fields (Sad Maydan) of Abdullah Ansari of Herat, çev. Nahid Angha, Archetype, Cambridge 2010; “Sad Meydân”, Mecmûa-i Resâil-i Fârisî-yi Hâce Abdullah Ensârî, c. 1, s. 255-334; M. Nedim Tan, Abdullah Ensârî Herevî’nin Tasavvuf Tarihindeki Yeri ve Sad Meydân’ı, İstanbul 2013.
  • Tabakâtu’s-Sûfiyye: thk. Abdülhay Habîbî Kandehârî, Encümen-i Târih, Kâbil 1341hş./1962; thk. Muhammed Server Mevlâyî, İntişârât-ı Tûs, Tahran 1386hş./2007.
  • İlelü’l-Makâmât: haz. S. de Laugier de Beaurecueil, Mélanges Louis Massignon, Damascus 1956, c.1, s. 153-171 (Tekrar baskı: Chemin de Dieu içinde, Paris 1988).
  • Zemmü’l-Kelâm ve Ehlih: thk. Semih Dugaym, Dârü’l-Fikri’l-Lübnânî, Beyrut 1994; thk. Ebû Câbir Abdullah b. Muhammed b. Osman el-Ensârî, Mektebetü Gurabâi’l-Eseriyye, Medîne 1998; thk. Abdurrahmân b. Abdülaziz eş-Şibl, Mektebetü’l-Ulûm ve’l-Hikem, Riyad 1998.
  • Münâcât: nşr. Muhammed Âsaf Fikret, Kâbil 1335/1976; nşr. Hâmid Rabbânî, Tahran 1361; nşr. Sebzali Alîpenâh, Tahran 1989.

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu