Hayatı

Hemen hemen bütün kaynaklarda, Türk Edebiyatı’nın en önemli ve en büyük şairlerinden biri olduğu vurgulanmasına rağmen Fuzûlî’nin hayatına dair bilgiler oldukça kısıtlıdır. Fuzûlî’nin, doğduğu yer hakkında ihtilaflar olup Hille, Bağdat, Kerkük, Necef veya Kerbela’da doğmuş olabileceği yönünde çeşitli bilgiler mevcuttur. Ayrıca kimi yazarlar tarafından Fuzûlî’nin Kürt olabileceği de iddia edilmiştir (Mazıoğlu,1986: 6). Fuad Köprülü ise Fuzûlî’nin Bayat isimli eski bir Oğuz aşiretine mensup olduğunu ve dolayısıyla Türk olduğunu iddia eder (2006: 175). Şair de Hadîkatü’s-süedâ ile Türkçe ve Farsça dîvânlarının önsözünde ana dilinin Türkçe olduğunu açık bir şekilde belirtmektedir (Tarlan, 1950: 6; Mazıoğlu,1986: 6-7). Ahmet Atilla Şentürk ve Ahmet Kartal, Fuzûlî’ye ait olduğu düşünülen “menşe’ ve mevlidim Irak” ibaresinin ve bu ifadenin ebced karşılığı olan 888/1483’ün, Fuzûlî’nin doğum yeri ve tarihi için kabul görmüş bir bilgi olduğunu vurgulamaktadırlar (2006: 258). Hayatı hakkında tartışılan bir diğer nokta da Fuzûlî’nin Şiî mi yoksa Sünnî mi olduğudur. Abdülkadir Karahan bu konuda henüz kabul edilmiş bir sonuca ulaşılamadığını belirtir (1996: 242). 

Babasının adı Süleyman, asıl adı ise Mehmed olan Fuzûlî’nin, nasıl bir eğitim aldığı, hangi medreselerde okuduğu ve hocalarının kimliğine dair kesin bilgiler bulunmamaktadır. Edebiyata dair bilgileri Habîbî’den öğrendiği, Hille müftüsü olan babasından ilk eğitimini aldığı, Rahmetullah isimli bir hocanın öğrencisi olduğu ve bu hocanın kızına âşık olup ilk şiirlerini yazmaya başladığı şeklinde birtakım rivayetler vardır ancak bunların doğruluğu tartışmalıdır (Mazıoğlu, 1986: 7; Karahan, 1996: 241). Fuzûlî’nin Arapça, Farsça ve Türkçe dîvân oluşturabilecek ölçüde şiirler yazabilmesi ve diğer eserleri birlikte düşünüldüğünde iyi bir eğitim aldığı kesinlikle söylenebilir. Nitekim kendisi de erken dönemde yazdığı şiirlerini bir kenara bırakarak ilimsiz şiirin temelsiz duvara benzeyeceği düşüncesiyle önceliğini ilim öğrenmeye vermiş ve doğuştan gelen bir yetenekle şiir söylemeye devam etmiştir (Mazıoğlu, 1986: 7-8).

Kullandığı mahlası nasıl seçtiğini ise Farsça Dîvân’ının önsözünde anlatan Fuzûlî, kendisine uygun bir mahlas bulmak için çok düşündüğünü anlatır. Daha sonra bulduğu bir mahlasın başka bir şair tarafından da kullanıldığını gören Fuzûlî, ortak bir mahlas kullandığı durumda başarısız olursa kendisine yazık olacağını; başarılı olursa da diğer şaire zulmetmiş olacağını söyler. Bu sebeple de kimsenin beğenmeyeceğini düşündüğü Fuzûlî mahlasını seçer (Tarlan, 1950: 6-7).

Fuzûlî, İstanbul’a gelmemiş ve bulunduğu çevreden ayrılmamış olmasına rağmen Elvend Bey’e, Şah İsmail’e, Muhammed Han Tekelü’ye ve Kanunî Sultan Süleyman, Şehzâde Bayezid, Sadrazam İbrahim Paşa, Nişancı Celalzâde Mustafa Çelebi, Kazasker Kadir Çelebi gibi Osmanlı devlet büyüklerine hamilik beklentisiyle kasideler ve mektuplar yazmış ancak özellikle büyük bir beklenti içinde olduğu Osmanlı padişahından ilgi görememiştir. Hasibe Mazıoğlu bunu şairin Şiî olmasına bağlamaktadır (1986: 11). Fuzûlî, her ne kadar bir hami bulamamışsa da Bağdat’ın vakıf geliri fazlasından kendisine günde dokuz akçe maaş bağlanmış ancak şair bu maaşı dahi alamadığından yakınmış ve bu durumu ünlü Şikâyetnâme mektubu ile Celalzâde Mustafa Çelebi’ye bildirmiştir (Mazıoğlu, 1986: 11)

Şairin Fazlî isimli bir oğlunun varlığından bahsedilse de babası gibi şair olan Fazlî’ye dair detaylı bilgiler bulunmamaktadır. Mazıoğlu bunu Fazlî’nin mühim bir şair olmadığı şeklinde yorumlar (1986: 16). Fuzûlî, bir veba salgını sonucu Kerbela’da hayatını kaybetmiştir. Şairin ölüm tarihi, ebced karşılığı 963 olan “Geçdi/Göçdi Fuzûlî” ibaresinden hareketle 1556 yılı olarak kabul edilmektedir.

Öğretisi

Fuzûlî her ne kadar manzum eserleriyle öne çıkmış olsa da çeşitli konularda mensur eserler de kaleme almıştır. Ancak şairin hayatından ve sanatından bahseden kaynaklarda şiirlerinin ve şairlik yeteneğinin mensur eserlerine nispetle daha çok övüldüğü ve incelendiği görülmektedir. Şairliği ile öne çıkan, Arapça, Farsça ve Türkçe dîvân oluşturabilecek ölçüde bu dillere ve bu dillerin edebiyatlarına hâkim olan Fuzûlî’nin doğrudan edebî bir muhitle iletişim içinde olmaması eser üretme biçimini özgün kılar. Kanunî’nin Bağdat seferinde Hayâlî ve Taşlıcalı Yahya Bey ile tanışmış olduğu bilinse de Haluk İpekten onu neredeyse kimsenin etkisinde kalmamış, “üstün yetenekli bir şair” olarak niteler fakat yine de örneğin Necatî Bey’in “gayrı” ve Habîbî’nin “dedim dedi” redifli gazeline yazdığı nazirelerle Fuzûlî’nin bir şekilde eser ürettiği edebiyatları takip ettiğini vurgular (1991: 24-25).

Fuzûlî’yi “aşk ve ıstırap şairi” olarak niteleyen Mazıoğlu, şairin aşkın acılarına karşı gösterdiği tahammülün de şiirlerinin başlıca unsurlarından biri olduğunu vurgular ve Allah’ın onu aşktan ayrı koymaması için ettiği dualarla ve aşk derdiyle yaşamaktan mutlu olduğunu söylediği beyitlerle kendisine mahsus bir şiir dünyası yarattığını söyler (1986: 20-24). Şairin dîvânındaki şu beyitlerden aşkın ve aşk acılarının Fuzûlî için ne kadar değerli ve vazgeçilmez olduğu anlaşılmaktadır: 

Aşk derdiyle hoşum el çek ilâcımdan tabîb // Kılma derman kim helâkim zehr-i dermânındadır (1990: 172)

Aşk derdinden olur aşk mizâcı müstakim // Âşıkın derdine dermân etseler bîmâr olur (1990: 177)

Osmanlı edebiyatı şairlerinin ekseriyetinde görülen karamsarlık duygusu Fuzûlî’de çok daha ileri bir boyuttadır (Karahan, 1996: 243). İpekten’e göre dünyada rahata erişenlerin cahil ve kötü karakterli kimseler olduğunu düşünen Fuzûlî, talihinden ise daima şikayetçidir. O soyutlanmış bir şekilde kendi halinde yaşamayı ve kanaat ehlinden olmayı, acı çekmeyi yeğler zira bu duygular onun olgunlaşmasına yardımcı olur (İpekten, 1991: 27).

Araştırmacıların psikolojisiyle de yakından ilgilendikleri Fuzûlî’de “ferdiyet ve mutlak yalnızlık” duygusunun beraberinde getirdiği sürekli acı çekme ve acıdan haz alma durumu onun şiirlerine sirayet etmiş ve hatta Karahan’a göre mizacının yansıması Fuzûlî’deki lirizmin ve sanat gücünün kaynağını oluşturmuştur (1996: 244). Nitekim Fuzûlî’nin dîvânındaki en meşhur beyitlerinden birisi de bu yaşadığı yalnızlık ve kimsesizlik duygusunun bir tezahürü gibidir:

Dost bî-pervâ felek bî-rahm devran bî-sükûn // Derd çok hem-derd yok düşmen kavî tâli‘ zebûn (1990: 243)

Fuzûlî’nin şiirleri teknik anlamda oldukça başarılıdır. Cem Dilçin, bu “sanatçı şairin”, söz ve anlamı ses öğesiyle kusursuz bir şekilde birleştirdiğini ve bu anlamda dîvân şiirinin en güzel örneklerini verdiğini söyler (2010: 107). Türkçe yazdığı şiirlerdeki ifade gücü ve yalın söyleyiş ile anlamdaki derinlik, onun şiirlerinin çoğunu birer sehl-i mümteni örneği kılarken ilk okumada yüzeysel bir anlamı, yakın bir okumada ise daha derin bir manayı içermesini sağlar (Karahan, 1996: 243). Abdülkadir Karahan, Fuzûlî’nin şiirlerindeki bu çok katmanlı yapı sebebiyle onu, sonraki yüzyıllarda anlamda derinlik ve muğlaklıkla öne çıkan Sebk-i Hindî’nin ilk habercisi sayar (1996: 243). Ayrıca tasavvufi düşünceyi de sanatıyla harmanlayan ve ona kendince bir yorum katan Fuzûlî’nin bu çok boyutlu şiirleri onu yüzyıllar içinde çok okunur ve çok sevilir bir şair hâline getirmiştir.

Aruz veznini şiirlerinde başarılı bir şekilde kullanan Fuzûlî’de vezin kusurları oldukça azdır. Türkçe şiirlerinde deyim ve atasözlerini sıklıkla kullanan şairin, akıcı bir üslubu vardır. Fuzûlî’nin kasidelerinin, gazellerine nispetle daha sanatlı bir üslupla söylenmiş olduğu ve onun bu şiirlerinde sanatını göstermeye çalıştığı sıklıkla vurgulanır. Özellikle Fuad Köprülü, Fuzûlî’nin gazellerinin aksine kaside yazdığı zamanlarda “dehşetli bir tasannua” düştüğünü dile getirmektedir (2006: 177).

Fuzûlî’nin şiirleri çok defa bestelenmiştir. Abdülkadir Karahan bugün notası hâlâ elde bulunan 100’den fazla eserin Fuzûlî’nin güftelerinden seçildiğini ve “Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı?” güftesinin on; “Öyle sermestim ki idrâk etmezem dünyâ nedir” güftesinin ise sekiz farklı biçimde bestelendiğini söyler (1996: 245-246). Hüseyin Saadettin Arel, Bekir Sıtkı Sezgin ve Cinuçen Tanrıkorur gibi bestekârların, onun güftelerinden besteler yapmaları Fuzûlî’nin etkisini göstermesi bakımından dikkat çekicidir (Karahan, 1996: 246). 

Türk Edebiyatı üzerinde derin bir etki bırakmış olan Fuzûlî, kendisiyle aynı asırda ve sonraki zamanlarda yaşamış edebiyatçıların daima beğenisini kazanmış ve kendisine birçok takipçi bulmuştur. İstanbul’da yaşamamış olmasına rağmen tezkirelerde kendisine mutlaka övgü dolu ifadelerle yer verilmiş ve şiirlerine Taşlıcalı Yahya, Hayâlî, Bağdatlı Rûhî, Bâkî gibi dîvân şairleri tarafından çok sayıda nazireler, tahmisler yazılmıştır (İpekten, 1991: 29-32). Etkilediği Gevherî ve Âşık Ömer gibi halk şairlerinin (Mazıoğlu, 1986: 27) yanı sıra klasik edebiyata karşı olumsuz düşüncelerin oluştuğu Tanzimat devrinde dahi Namık Kemal, Recaizâde Mahmud Ekrem, Muallim Nâci ve Nâbizâde Nâzım gibi sanatkârlar onun şiirlerine nazireler yazmıştır (Karahan, 1996: 244). Çağımız şairlerinden Sezai Karakoç’un Leylâ ile Mecnûn ve Hüsrev Hatemi’nin Aşka Reddiye şiirleri de bu etkinin günümüze uzanan bir yansıması sayılabilir.

Fuzûlî, Türkçe, Farsça ve Arapça olmak üzere üç dîvân tertip etmiştir. Bu üç dîvân içinde en hacimli olan Farsça Dîvân’dır. Bugün mevcut olan Arapça Dîvân’ı ise hacim itibariyle en küçük dîvânıdır. Ancak bunun Fuzûlî’nin esas dîvânının sadece bir parçası olduğu düşünülmektedir (Karahan, 1996: 245). Dîvânlarının yanı sıra manzum ve mensur birçok eseri de bulunan Fuzûlî’nin, Türk Edebiyatı’nın en önemli ve önde gelen şairlerinden biri olduğu muhakkaktır.

Öne Çıkan Eserleri

  • Türkçe Eserleri: Dîvân, Leylâ ve Mecnûn, Beng ü Bâde, Sohbetü'l-Esmâr, Hadîs-i Erbaîn Tercümesi, Hadîkatü's-Süedâ, Mektuplar.

  • Farsça Eserleri: Dîvân, Heft-câm (Sâkînâme), Sıhhat u Maraz (Hüsn ü Aşk, Ruhnâme), Risâle-i Muammeyât, Rind ü Zâhid, Enîsü’l-Kalb.

  • Arapça Eserleri: Dîvân, Matla'u'l-İtikâd fî Marifeti'l-Mebde ve’l-Me’âd.

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu