Hayatı
Evhâdüddîn Kirmânî, 1164 yılında Kirman’da doğdu. İlk gençlik yılları burada geçti, fakat 1179-80 yılında Kirman Oğuzlar tarafından işgal edilince buradan ayrılıp Bağdat’a gitti. Burada çeşitli müderrislerden dinî ilimleri tahsil etti ve bu kapsamda ünlü Şâfiî fakih İbnü’l-Kâs’ın el-Miftâh’ını ezberledi. Medrese eğitimindeki başarısı sebebiyle kısa sürede önce muîd, ardından müderris tayin edildi. Bu süreçte tasavvufa ilgi duymaya başladı ve müderrislik görevini bırakarak Bağdat’ın ünlü şeyhlerinden ve Sühreverdî şeyhi Kutbuddin Ebherî’nin halifelerinden Rükneddin Sücâsî’ye (ö. 607/1210) intisap etti. Uzun bir müddet tasavvufî eğitimini sürdüren Kirmânî, 1195 civarında Tebriz’e giderek meşhur sûfî Zâhid-i Tebrîzî ile görüştü. Gence ve Şirvan gibi şehirlere seyahat ettikten sonra Nahcivan’da ikamet etmeye başladı. 1204’te Anadolu’ya geçtiği ve bir süre sonra Muhyiddin İbnü’l-Arabî ile Konya’da görüştüğü tahmin edilmektedir. Bir süre Anadolu’nun farklı şehirlerine gittiyse de çoğunlukla Kayseri’de ikamet etti ve evlendi. Bu evliliğinden kızı Fatıma Hatun dünyaya geldi. Fatıma Hatun Anadolu’da kadınlara yönelik fütüvvet teşkilatı olan Bacıyân-ı Rûm’a yön veren önemli isimlerden biri olarak yetişti. Kirmânî’nin seyahatleri sırasında Sivas’ta Mirsâdü’l-ibâd yazarı ünlü mutasavvıf Necmeddin Dâye ile görüştüğü tahmin edilir.
Kirmânî ünü ve dinî ilimlerdeki yetkinliği sebebiyle siyasiler tarafından da dikkate alınan biriydi. 1211 yılından sonra Bağdat’a gittiğinde Halife Nâsır onu bazı siyasi sorunları halletmesi için Tebriz’e gönderdi. Bu esnada bölgenin çeşitli şehirlerine seyahat etme imkânı buldu ve Kübreviyye piri Necmeddin-i Kübrâ ile tanıştı. Erbil’de bulunduğu sıralarda kendisi için bir hankâh yaptırıldı, fakat Kirmânî burada fazla kalmadı ve Halep’e gitti. Burada bir süre kaldıktan sonra Şam’a geçti ve İbnü’l-Arabî’nin sohbetlerine katıldı. Mısır’da ikamet ettiği 1232 yılında ise Kirmânî, halife tarafından hac emiri olarak tayin edildi. Haccın ardından Anadolu’ya döndüyse de Şehâbeddin es-Sühreverdî 634/1237’de vefat edince halife onu Bağdat’a davet etti. Buradaki Merzübâniyye Hankâhı’nda bir süre şeyhlik vazifesini yürüten Kirmânî, 635/1238 vefat etti.
Öğretisi
Evhâdüddîn Kirmânî’nin düşünceleri, günümüze ulaşan rubailerinden hareketle ortaya konulmuştur. Bu rubailerde Evhâdüddîn, genel olarak nefsin etkilerinden ve beşeri vasıflardan kurtulmak isteyen; inancı akıldan üstün tutarak akıl ve şeriat arasındaki bir karşıtlıkta şeriat tarafının tutulmasını savunan klasik bir mutasavvıf görünümündedir. Çağdaşları Mevlânâ ve Hâfız gibi, ilahi aşk fikrini işleyen Evhâdüddîn, en çok da Hakk’ın yarattığı güzel suretlere bağlılığı anlatan ve “şâhidbâzlık” denilen anlayışı sebebiyle eleştirilmiştir.
Bazı rubailerinde vahdet-i vücûd düşüncesinden unsurlar tespit edilmiştir. Ona göre bütün bir varlık ve her güzel yüz, Tanrı’nın bir sureti mesabesindedir. Tanrı’nın varlığı karşısında insan, ikilik ortaya çıkaran kendi varlığını ortadan kaldırmalı ve fenaya ermelidir.
Evhâdüddîn Kirmânî’nin düşüncelerinde, onu kendinden önceki mutasavvıflardan ayrıştıran yaklaşımlar bulunmaz. Tarikat adabı ve ibadet usulleri ile ilgili kendinden önceki yaklaşımları tekrar eder. İlahi aşkı, Hakk’a vuslat için bir lütuf ve araç sayar. Deruni duygular ve uygun şartlar muvacehesinde yapılan sema ve raksın makbul olduğunu düşünür. İrşad makamına geçen kimse şeriata sıkı bir biçimde bağlanmalı, taviz vermemeli ve ilim ile ameli birleştirmelidir.
Öne Çıkan Eserleri
-
Rubâiler (Enîsü’t-Tâlibîn ve Celîsü’s-Sâlihîn): haz. Mehmet Kanar, İnsan Yayınları, İstanbul 1999.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu