Hayatı
Mâturîdî kelamının sistemleşmesinde ve ekolleşmesinde önemli katkıları olan Ebü’l-Muîn en-Nesefî 438/1047 yılında bugün Özbekistan sınırları içinde yer alan, Ceyhun ve Semerkand arasında bulunan Nesef şehrinde (günümüzdeki adıyla Karşı) dünyaya gelmiştir. Hayatı hakkında kaynaklarda çok az bilgiye rastlanmaktadır. Nerelerde öğrenim gördüğü ve kimlerden ders aldığı konusunda bilgi sahibi olmasak da ailesinin âlimlerden oluştuğu bilinmektedir. Nesefî’nin aile fertlerinden ders almış olması kuvvetle muhtemeldir. Necmeddin en-Nesefî, Alâeddin es-Semerkandî, Ahmed el-Pezdevî, İsmâil b. Adî et-Tâlekanî, Ahmed b. Ferah es-Soğdî, Ebü’l-Hasan el-Belhî gibi pek çok talebe yetiştiren Ebü’l-Muîn en-Nesefî 508/1115 yılında Buhara’da vefat etmiştir.
Öğretisi
Mâturîdîliğin sistematik bir ekol haline gelmesinde, tanınmasında ve devamlılığında tartışmasız en büyük paya sahip olan Nesefî, İmâm Mâturîdî’den devr aldığı görevi hakkıyla yerine getirmiş, onun görüşlerine sahip çıkarak daha ileri seviyeye taşımış ve bir anlamda Mâturîdîliğin gerçek kurucusu haline gelmiştir. Çoğunlukla Hanefî çizgiyi takip eden Mâverâünnehir bölgesinde gittikçe artan Eş’arî eğiliminin önüne geçip insanları Mâturîdîliğin etrafında toplamayı başarmış, Eş’arîlik karşısında zayıf kalan Mâturîdîliğin güçlenmesinde önemli rol oynamıştır. Nesefî’nin bilinen en önemli eseri Tabsıratü’l-edille İmam Mâturîdî’nin Kitâbü’t-Tevhîd’inin tamamlayıcısı konumundadır. Nesefî eserlerinde İmam Mâturîdî’den farklı bir yöntem ve üslup izlemektedir. O eserlerinde ilk olarak nasıl bir plan takip ettiğini anlatmakta ve görüş beyan edeceği konuyu bir bütün halinde ele almaktadır. Mâturîdî'de dağınık ve imalı olarak ele alınan konular, Tabsıra'da daha bütüncül ve planlı bir şekilde sunulmaktadır. Nesefî metot olarak günümüzde “semantik” olarak bilinen yöntemi kullanmaktadır. Kelâmî konularda zikredilen naslar onun tarafından ince tahlil ve yorumlara tabi tutulmakta ve bu yapılırken gramere dayalı izahlar ve tahliller birinci derecede rol oynamaktadır. Nesefî’nin yaşadığı bölge olan Mâverâünnehir her ne kadar bidat görüşlerin uzağında olsa da, Bağdat ve Basra gibi ilim merkezlerinde Kur'anî görüşlerin dahi tartışıldığı karışık bir ortam ve muhalif düşüncelere sahip düşmanca tavırlar sergileyen birçok hasım grup bulunmaktaydı. Nesefî eserlerinde Ehl-i Sünnet akâidinin muhafazasını yaparken bu gruplara karşı aklî ve naklî delilleri ustalıkla kullanmakta ve bunun öncesinde onların eserlerini ve görüşlerini ayrıntılı bir şekilde incelemektedir. Nesefî bu savunmayı yaparken bazen Eş’arî’yi de eleştiriye tabi tutmakta, onun bazı konularda yanlış görüşlere sahip olduğunu ifade etmektedir. Nesefî, Mâturîdîlik ekolünün müteahhir döneminin kendisinden başlatıldığı isimdir. Müteahhirun döneminde tartışılan problemler Nesefî tarafından ele alınmıştır.
Varlık Düşüncesi ve Metafiziği
Nesefî’nin varlık düşüncesi mensubu olduğu Mâturîdîliğin görüşleriyle birebir uyum arz etmektedir. Onların varlığa dair yaptığı açıklamalar ve âlemi inceleme konusu yapmaları daha çok Yaratıcı’nın varlığını ispatlamak içindir. Nesefî’ye göre varlıklar kadîm ve muhdes olmak üzere ikiye ayrılır. Kadîmin varlığı kendinden olup yokluğu imkansızdır. Hâdis’in yani yaratılmış olanın varlığı ve yokluğu ise mümkün konumundadır. Bir şeyin yokluğu kabul etmesi onun yaratılmışlığının delilidir. Muhdes Allah dışındaki her şeydir. Kadîm ise, Allah’ın kendisidir. Buna göre; Allah dışındaki her şey demek olan âlem de muhdestir ve bütün parçalarıyla birlikte yaratılmıştır. Nesefî âlemi ayn ve araz şeklinde ikiye ayırmaktadır. Ona göre ayn kendi başına varlığı bulunandır. Ayn bileşik olan ve olmayan şeklinde iki türlüdür. Bileşik olan ayn cisimler iken bileşik olmayan ayn ise cüz’ ellezî lâ yetecezze’ yani cevherdir. Arazlar ise kendi başına varlığı bulunmayan renkler, oluşlar, tatlar, kokular gibi cisim ve cevherlerde bulunan ve aynı zamanda yaratılmış şeylerdir. Arazların varlığının delili cevherlerin hallerinde meydana gelen değişikliklerdir. Cevherin hareketsiz iken hareketli hale gelmesi hareket arazı hareketli iken hareketsiz hale gelmesi sükûn arazı sayesindedir. Nesefî’ye göre bunlar cevherden ayrı iki mana sebebiyle değil de onun zatından dolayı olsaydı, bütün hallerde sükûn ve hareketin bir arada bulunması gerekirdi ki bu muhaldir. Nesefî buradan hareketle cevherlerin arazlardan hali olamayacağını ispatlamakta ve buradan da cevherlerin arazlardan önce bulunmasının imkânsız olduğu sonucuna varmaktadır. Nesefî bu öncüllerden hareketle cevherlerin de arazlar gibi yaratılmış olduğunu ispatlamakta ve âlemin tüm unsurlarının hâdis olduğunu ortaya koymaktadır. Nesefî bu şekilde âlemin yaratılmış olduğunu kanıtladıktan sonra onun bir yaratıcıya ihtiyacı olduğunu ispata geçer. Ona göre yaratılmış olanın varlığı mümkün olduğu için yokluğu da mümkündür. Varlığı ve yokluğu mümkün olanın meydana gelmesi zatının gereği değildir. O halde onun yokluktan varlığa çıkması ancak bir tercih sebebiyle vuku bulur. Çünkü bânîsi (yapıcısı) olmayan binâ yoktur. Bu durumda mutlaka bir yaratıcının âlemi yaratması ve onu yokluktan varlığa getirmesi gerekir ki bu kadîm olan Allah’tır. Nesefî Allah’ın varlığını ispatladıktan sonra O’nun birliği ve sıfatları üzerinde durmakta, bu konuları detaylı olarak işlemektedir. O, Allah’ın birliğini temânu’ delilinden hareketle ortaya koymakta, daha sonra Allah’ın cevher, araz ve cisim olmadığını ispatlamaktadır. Allaha “mevcûd” anlamında şey demekte bir sakınca olmadığını ifade eden Nesefî, Allah’ın yaratılmışlara benzetilemeyeceği hususuna önemle vurgu yapmaktadır. Haberî sıfatların te’vili konusunda Mu’tezile, Müşebbihe, Mücessime ve Kerramiyye ekollerini eleştiren Nesefî, onları kabul etmenin zorunlu olduğunu çünkü naslarda geçtiğini ifade etmekte, ancak keyfiyetleri konusunda yorum yapılamayacağını söylemektedir. Sübûtî sıfatları kıdem ile ilişkilendiren Nesefî’ye göre kadîm olmanın şartı kemal sahibi olmaktır. Eğer Allah hayy, âlim, kâdir, semî’, basîr gibi sübûtî sıfatlarla vasıflanmazsa onların zıddıyla (cansızlık, cehalet, acizlik, sağırlık, körlük) vasıflanırdı ki bu da O’nun için imkânsızdır. Yine kelâm sıfatı da diğer sübûtî sıfatlar gibi ezelîdir ve Allah’ın kelâmı mahlûk değildir. O tek bir kelâm ile konuşandır ve O’nun kelâmı ses ve harf türünden değildir. Tekvin sıfatı konusunda Eş’arîlerden ayrılan Mâturîdîlerin çoğunluğu gibi Nesefî de tekvin sıfatının sübûtî sıfatlardan olduğunu ve ezelî olduğunu kabul etmektedir.
Bilgi Teorisi
Bilgi teorisi Nesefî’nin kelâm sisteminde önemli bir yer kaplamaktadır. Nesefî bilgi teorisini ele alırken ilk olarak eşyanın hakikati vardır tümel ilkesinden hareket etmiş ve bu hakikatinin bilinebileceğini ifade etmiştir. Çünkü eşyanın hakikati ve dış dünyanın varlığı kesin olarak ortaya konulmazsa ve bunlar ârızî ve hayâlî şeylerden ibaret kalırsa, o takdirde dini müessesenin kurulacağı bir dayanak noktası bulunamayacağı gibi bilginin ve imanın da bir anlamı kalmaz. Bu çerçevede sofistlere karşı birçok delil getirmiş, onların delillerinin yanlışlığını ortaya koyarak, nesnelerin varlığının sabit olduğunu ve bunlara ilişkin bilgilerimizin tahakkuk ettiğini ispatlamaya çalışmıştır. Kelamcıların yapmış oldukları bilgi tanımlarının her birini ele alan Nesefî, bu tanımları en geniş anlamda tahlil etmiş, bilginin mahiyeti, vasıtaları, imkânı gibi konular üzerinde ayrıntılı bir şekilde durmuştur. Tabsıratü’l-edille eserinin ilk bahsinde bu konulara genişçe yer ayıran Nesefî bilgi tanımlarını ele alırken Mu’tezile âlimlerinin bilgi tanımlarını eksik bulmuş ve eleştirmiştir. Eş’arîlerden Bâkıllânî ve İsferâyînî’nin tanımını da eksik bulan Nesefî, İmam Eş’arî ve İmam Mâturîdî’nin tanımlarını beğenmiştir. Ona göre bilgi, ona sahip olan kimseye söylenebilen ve düşünülebilen (aklın ve duyuların sahasına giren) her şeyin (mezkûr) açık hale gelmesini sağlayan bir niteliktir. Bilginin bir nitelik olduğuna vurgu yapan Nesefî bilgi tanımında Mâturîdî’nin çizgisinde devam etmektedir. Bilginin imkânı ve tanımı konularından sonra Nesefî bilgiyi nasıl ederiz sorusu üzerinde durmakta ve bilginin vasıtalarını ele almaktadır. Ona göre nesne ve olayların gerçekliğine ulaşabilmek için duyular (havâss-ı selîme), doğru haber (haber-i sâdık) ve akıl olmak üzere üç bilgi vasıtası mevcuttur. Nesefî bu bilgi kaynaklarından birinin diğerine üstün olduğunu ya da birini makul görüp diğerini reddetmeyi doğru bulmamaktadır. Ona göre her bir vasıta kendine ait olan ayrı bir alanda ve kendi sahasında/aktında geçerli olduğundan, insan bilgi elde ederken bu kaynakların hiçbirisinden vazgeçemez. Nesefî bu bilgi vasıtalarının her birini ayrı ayrı ele aldıktan sonra ilham/sezgi üzerinde durmakta, onu doğru ve nesnel bir bilgi kaynağı olarak görmediğini belirtmektedir. Nesefî bazı meseleleri işlerken bilgi türlerinden de bahsetmekte; kadîm, hâdis, mutlak, icmâlî, tafsîlî, zorunlu, kesbî ve bedihî gibi bilgi türlerini açıklamaktadır. Bilgiye dair her şeyi detaylı bir şekilde ele alarak Mâturîdî’de anlaşılması zor olan bazı noktaları açığa kavuşturan Nesefî, sistemli bir bilgi teorisi inşâ etmiştir.
Öne Çıkan Eserleri
- Tabsıratü’l-Edille fî Usûlü’d-Dîn: Claude Salamé, Dımeşk 1993; Hüseyin Atay, Ankara, 1993; Hüseyin Atay ve Şaban Ali Düzgün, Ankara 2003.
- Bahrü’l-Kelâm: İstanbul 1328; Konya 1329; Tunus 1986; çev. İsmail Hakkı Uca, Mustafa Akdedeoğulları, Konya [tsz.]; Cemil Akpınar, Konya 1977.
- Kitâbü’t-Temhîd li Kavâidi’t-Tevhîd: Habîbullah Hasan Ahmed, Kahire 1986; Abdülhay Kabîl, Kahire 1987.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu