Hayatı
Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte Basra’da doğmuş olan Ebü’l-Hüseyin el-Basrî , ilim hayatını Bağdat’ta geçirmiştir. O, Kadı Abdülcebbar’ın en bilinen öğrencisidir. Yahya b. Adi’nin de öğrencisi olduğu ve meşhur Hıristiyan filozof İbnü’s-Semh’ten felsefe, matematik, astronomi ve kimya okuduğu bilinmektedir. İbnü’l-Murtaza Ebü’l-Hüseyin’in Fahreddin Razi üzerinde etkili olmuş olabileceğini ifade etmektedir. Köken itibariyle onun belki de Arap olmadığı, fakat Arapça stiline bakılacak olursa, muhtemelen onun İranlı olduğu söylenebilir. İbn Hallikan onun Mu'tezilî ekolde bir kelamcı ve bu alanda onların en seçkinlerinden sayıldığını ve son derece güzel bir hatip, sağlam argümanlarla dolu ve çağını çok etkileyen yetkin biri olduğunu, Usûl-i fıkıh alanında çok muhteşem eserlerinin bulunduğunu nakletmektedir. En bilinen öğrencisi İbnü’l-Melâhimî’dir. Kendisinin Şafiî mi Hanefî mi olduğu konusunda bazı ihtilaflar bulunmaktadır. Cenaze namazının Hanefî kadısı Ebu Abdullah es-Saymerî tarafından kıldırılması onun Hanefî olduğu yönündeki görüşlerin elini güçlendirse de, o, şayet akıl herhangi bir kişiyi Şafiî'de mevcut olan problemli bir meseleye götürürse, o şahsın her zaman Şafiî'yi takip etme zorunluluğunun olmadığını ifade etmektedir. Ebu Hanife'ye karşı da bundan pek farklı değildir. Bu durum onun mezhepler üstü bir konumda olduğunu göstermektedir. Mu’tezile’nin Behşemiyye ekolü içerisinde farklı bir kulvarda yürüyen ve kendine özgü görüşleri ile kendinden sonraki nesiller üzerinde etki bırakan ve Hüseyniyye diye anılan bir ekolün oluşmasını sağlayan el-Basrî h.436 senesinde Bağdat’ta vefat etmiştir.
Öğretisi
Ebu’l-Hüseyin el-Basrî’nin kelama dair eserlerinden hiçbiri günümüze kadar gelemediği için onun görüşleri hakkındaki bilgiye ancak öğrencisi İbnü’l-Melâhimî aracılığıyla ulaşabilmekteyiz. El-Basrî Basra doğumlu olduğu halde ilim hayatını Bağdat’ta geçirmiş, o, Mu'tezile mezhebine ve bu mezhebin usulüne bağlı olmakla birlikte mezhep içerisinde yeni bir çığır açmak istemiştir. Bundan dolayı, Mu'tezilî düşünce ile felsefeyi mezcetmek istemiş, böylece geleneksel Mu'tezile anlayışına yeni bir açılım getirmeye çalışmıştır. Gerektiğinde hocası Kadı Abdulcabbar ve onun hocası Ebû Haşimi eleştirmekten çekinmemiş, onların görüşlerinde eksik bulduğu noktaları yeniden ele alarak Mutezile mezhebini kusursuzlaştırmak için çaba göstermiştir. Ancak el-Basrî’nin bu şekilde rahatlıkla kendi mezhebini eleştirmesi tepki görmesine sebep olmuştur. Ahmed b. Yahya b. el-Murtezâ onun Ebu Haşim taraftarları tarafından iki nedenden dolayı sevilmediğini ifade etmektedir: Zira her şeyden önce el-Basrî, bir kaç felsefe etüdünden ve İslam öncesi eski doktrinlerden etkilenmiştir. İkinci olarak da, kendi mezhebi olan Mu'tezilenin şeyhlerini eleştirmiş ve kendi kitaplarında doğru olmadıklarını söyleyerek onların argümanlarını çürütmüştür. Bütün bunlar onun Behşemiyye ekolünden dışlanmasına sebep olmuş; onun felsefeyi kelama dahil etmiş olması felsefeden olabildiğince uzak duran son dönem Mu'tezilesiyle arasında metodolojik bir farklılığa yol açarken; onun şeyhlerinin öğretilerine karşı çıkması ise doktrinel bir ayrılığa sebep olmuş ve böylece Mu'tezile içinde Hüseyniyye olarak yeni bir ekol ortaya çıkmıştır. O, kelamda felsefî kavramları sistematik bir biçimde kullanan ilk önemli kelâmcı olarak görünmektedir. El-Basrî ile birlikte Mu'tezile ekolü felsefî düşünceyi yakından tanımaya başlamıştır.
Varlık Düşüncesi ve Metafiziği
Ebü’l-Hüseyin Allah’ın varlığını ispatlamak için ortaya konulan delilleri yeniden değerlendirmek suretiyle bu delillerdeki bazı eksiklikleri keşfetmiş ve bunları ele alarak kendisi yeni bir formulasyon üretmiştir. Kelamcılar arazları atomlara ve cisimlere zâid olan, fakat normalde onlara gereksinim duyan gerçek varlıklar (meʽanî) olarak görmüşlerdir. Ebü'l-Hüseyin ise felsefecilerin bu kavrama yönelik eleştirilerinden etkilenmiş olacak ki, bu tarz arazların gerçekliklerini yadsımış ve bu niteliklere, var olmaları cisimler ile beraber öngörülen ve onların ahkâm ve ahvâlini değiştiren salt sıfatlar olarak bakmıştır. Ebu'l-Hüseyin bu konuda kendi hocası Kadı Abdülcebbar da dahil olmak üzere Ebû Haşim taraftarlarının me'ânî tarikiyle ilgili çeşitli delillerini reddetmiş veya eleştirmiştir. Kadı, ahvâl tarzının da sonuca götürdüğünü belirtmekte ancak meanî tarikinin daha evlâ olduğunu belirtmektedir. Ayrıca el-Basrî, Ebu Haşim ekolünün "hadisleri öncelemeyen şey de aynı şekilde hadis olmalıdır" şeklindeki tezi ele alış tarzlarını da eleştirmektedir. Ona göre bu delil yetersizdir çünkü âlemdeki hadislerin bir "ilk"e ihtiyaç duyduğu ilkesi de aslında bir delili gerektirmektedir. Ebu'l-Hüseyin'in delili ise, her bir hâdisin varlığının kendi sonsuz yokluğuyla öncelenmesi gerektiğidir. Hadislerin bütünü, bu takdirde de sonsuz bir yoklukla öncelenmiş oluyor ve bir başlangıca sahip oluyordu. Ona göre, her muhdes bir muhdisi gerektirir. Varlığa gelmemesi mümkün olan bir şeyin varlık kazanmasının bir şey (emr) sebebiyle olması gerektiği bilgisi, zorunlu bir bilgidir. Muhdis, en azından mutlak yaratıcı, zorunlu olarak var olmalı ve dolayısıyla da kadîm olmalıdır. Ona göre filozofların görüşüne uygun bir biçimde, ezelî bir mûcib neden, hadis bir sonuç doğuramaz. Hadis madde, ezelî olan bir varlık tarafından zaman içinde ancak bir tercih ile yaratılır.
Ebü'l-Hüseyin'in Tanrı'nın varlığına getirdiği ikinci kanıt, tahsis ilkesinden yola çıkan detaylı bir argümandır. İlk başta Ebü'l-Hüseyin tabiatta, her cisimin madde olma açısından ortak olduğunu, fakat toprak, su, hava ve ateş gibi dört element halinde bulunmalarında olduğu gibi, başka çeşitli açılardan da farklılaştıklarını gözlemlediğimizi belirtir. Ona göre, onlardaki bu farklılığa sebep olan bir şeyin olması gerekmektedir; aksi takdirde hiçbiri şu değil de bu elementten müteşekkil olma noktasında diğerlerinden daha öncelikli olmayacaktır. Uzun ve ayrıntılı bir incelemeden sonra, söz konusu nedenin ne cisim ne de cevher olan, kâdir-i muhtâr bir ezeli fail olması gerektiği sonucuna varır. Ebü'l-Hüseyin'in ortaya koyduğu bu argüman, filozoflar tarafından vaki olabilecek herhangi bir açıklama yahut itirazı karşılamak için formüle edilmiştir ve Aristotelesçi kozmoloji ve fıziğe olanaşinalığı yansıtmaktadır. Ebü’l-Hüseyin el-Basrî Ebû Ali el-Cübbâî’den itibaren Mutezilî düşüncede yer etmiş olan zât ve vücûd ayrımını reddetmektedir. Ona göre bir şeyin vücudu zatıdır. Buradan hareketle madumun şeyliğini de inkar eden el-Basrî’ye göre bir şeyin gerçekliği onun varlığıysa olmayan şeyin gerçekliği de bulunmayacaktır. Bu noktada zât ile sıfatın arasında bir ayrım yapmanın önü de kapanmaktadır. Ona göre Allahu Teâlâ diğer varlıklardan zatına mahsus bir sıfatla (es-sıfâtü’z-zâtıyye) değil, bizzat zâtıyla (zât-ı mahsus) ayrılmaktadır.
Öne Çıkan Eserleri
- el-Mu‘temed fi Usuli’l-fıkh. (Telif) Nşr. Muhammed Hamidullah, Dımaşk, 1965.
- Şerhu’l-Umed. (Şerh; Kadı Abdülcebbar’ın el-Umed isimli kitabına.) Abdülhamid b. EAli b. Ebu Züneyd I, II, Medine 1410.
- Şerhu’s-Semai’t-tabî‘î. (Şerh; Aristoteles’in Fizika’sının İshak b. Huneyn’e ait es-Semau’t-tabî‘î isimli çevirisi üzerine Yahya b. Adi ve İbnü’s-Semh’in yaptığı şerhlere eklediği bazı notlardan oluşur.)
- Tasaffuhu’l-Edille fi Usuli’d-din.
- Kitâbu Gureri’l-edille. (Günümüze ulaşmamıştır.)
- Faitü’l-ayn ala Kitabi’l-Ayn. (Günümüze ulaşmamıştır.)
- Nakzu’l-Mukanna fi’l-gaybe. (Şerif el-Murtaza’nın Kitabu’l-Mukni adlı eserine reddiyedir; günümüze ulaşmamıştır.)
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu