Hayatı

Bugün İran’ın başkenti Tahran’a yakın bir yer olan Rey’de 251 (865) yılında doğdu. Tıbbın kurucuları Hipokrat ve Câlînûs’tan (Galen) sonra tıp ilmine yaptığı önemli katkılardan dolayı “Araplar’ın Galeni” unvanıyla anılır.

Gençlik döneminde felsefe ve edebiyatla ilgilendi, şiir yazıp ud çaldı ve belli bir yaşa geldikten sonra geçimini sarraflıkla sağladı. Sarraflık mesleği onu madenlerin yapısını incelemeye yani kimya ilmine yöneltti. Kurduğu laboratuvardaki kimya deneylerinde ortaya çıkan gazlar yüzünden gözleri rahatsızlandı ve ömür boyu süren bu rahatsızlık sebebiyle sonraki hayatında tıp ilmine yöneldi. Râzî, felsefî ilimlere vakıf gezgin hekim ve filozof Ebû Zeyd el-Belhî’den dersler aldı. İlme olan tutkusunu felsefî otobiyografisi olan es-Siyretü’l-felsefiyye adlı kitabında anlattı.

Tahsilini tamamlamak için çıktığı seyahatte Horasan bölgesindeki çeşitli merkezlerde Yunan, Hint, İran ve İslâm tıbbı üzerine araştırmalar yaptı. Bu araştırmaları sonucunda büyük bir tıp bilgisine sahip oldu. Memleketi Rey’de hekimlik ve başhekimlik yaptı. Hekimlikte şöhrete kavuştuktan sonra Halife Müktefî-Billâh (salt. 289-295/902-908)’ın daveti üzerine yaklaşık kırk yaşında Bağdat’a gitti. Vezir Kasım b. Ubeydullah’tan destek gördü, aralarında İshak b. Huneyn’in de olduğu çeşitli hekimlerle müzakereler yaptı. Bağdat’ta yüz hekim arasından seçilerek Bîmâristânü’l-Mu’tazıdî adlı hastanenin başhekimi oldu. Doğduğu şehir olan Rey’e dönünce oradaki hastanenin (bîmâristan) başhekimliğine getirildi, her alandaki geniş bilgisi, tıptaki üstün başarısı ve sağlam karakteri sebebiyle hem saray hekimi hem devlet işlerinde danışman olarak görev aldı. Buhara’da Samanîler Devleti’nin hükümdarı Ahmed b. İsmail (salt. 907-914)’in özel hekimliğini yaptı. Hükümdarın huzurunda Ebû Hâtim er-Râzî ile felsefî konularda ve nübüvvetin gerekliliği gibi dinî konularda tartıştı. Sâmânî Devleti’nin Rey valisi Mansûr b. İshak’ın desteğini kazandı ve onun için et-Tıbbü’l-Mansûrî ve et-Tıbbu’r-Rûhânî adlı eserlerini yazdı. Hayatının sonlarına doğru gözlerine katarakt indi ve Rey’de 313 (925) yılında vefat etti.

Râzî başta tıp ve felsefe olmak üzere hemen bütün bilimlerde eserler, birçok filozof ve tabibe eleştiriler, kendini eleştirenlere karşı reddiyeler yazmış üretken bir filozoftur. Râzî İslam düşünce tarihinde ise Allah’a inanmakla birlikte âlemin başlangıcı olmadığını savunarak İslam inançlarından sapmış (mülhid ve zındık) bir filozof olarak tanınmıştır. İnkârcı fikirleri nedeniyle felsefî anlamda takipçileri çıkmamış, bilim dünyası onu daha çok tabiat bilimleri ve tıp alanındaki başarılarıyla tanımıştır.

Öğretisi

Râzî geniş bir hoşgörü ortamında gelişen felsefî düşünceleriyle deist inancı temellendirmeye çalışmıştır. Bir deist olarak Râzî, Allah’ın verdiği akıl gücü ve adalet duygusunun insanlar arasındaki düzen ve mutlu bir hayat için yeterli olduğunu, dine ve bir peygamberin rehberliğine gerek olmadığını savunmuştur. Ayrıca Allah’ın evreni sonradan yarattığı inancını ve sudurcu varlık anlayışını reddederek yaratıcı, nefis, madde, zaman ve mekân şeklinde beş başlangıcı olmayan yani beş ezelî varlık kabul etmiştir. Aristo’nun tabiattaki her türlü oluş ve bozuluşu dört unsur ve onlardaki dört nitelikle açıklayan madde anlayışına karşılık Râzî, atomizmi savunmuştur.

Varlık Düşüncesi ve Metafiziği

Râzî Tanrı-varlık ilişkisini ve kozmik varlığın ortaya çıkışını yaratıcı, nefis (küllî nefis), heyûlâ (ilk madde), halâ (boşluk) ve dehr (mutlak zaman) şeklindeki beş ezelî ilke (el-kudemâü'l-hamse) ile açıklamaktadır. Varlığın ortaya çıkışında nefis aktif, heyûlâ pasif, halâ ve dehr ise ne aktif ne de pasiftir.

1. Yaratıcı. Mevcudatta bulunan sağlam yapı ve hiyerarşi, her şeyin üstünde akıl ve hikmet sahibi, âdil, merhametli, bilgisiyle, kudret ve iradesiyle her şeyi kuşatan ezelî bir yaratıcının varlığını gösterir.  

2. Nefis. Ezelî olan Tanrı hiçbir zorunluluk olmadan bu âlemi yaratmıştır; ancak O’nun âlemi herhangi bir anda yaratması yönünde ezelî bir ilkenin bulunması gerekmektedir. Bu ezelî ilke âlemin yokluktan varlığa geçişinde Tanrı’nın iradesini harekete geçiren küllî nefistir. nefistir.

Sudûrcu filozoflar kozmik varlığın meydana gelişini, ilk aklın Tanrı’dan sudûr etmesiyle izah ederken Râzî’ye göre varlığın oluşumunun sebebi, küllî nefsin heyûlâya olan aşkı ve tutkusudur. Ancak nefsin heyula ile ilişkisi bir kaos doğurmuş, yaratıcının nefse merhamet ederek ona akıl vermesiyle bu kaos kozmosa dönüşmüştür.

3. Heyûlâ. Râzî’ye göre yoktan ve hiçten yaratma fikri doğru olmadığından oluşun üzerinde gerçekleştiği ilke, pasif ve ezelî bir cevher olan heyûlâdır. Ancak Aristocu gelenekteki henüz form kazanmamış potansiyel bir güç ve imkân olan heyûlâ, Râzî’nin sisteminde atomlardan ibarettir. Hacimli ve son derece küçük olup dağınık halde bulunan bu atomların birleşmesi ikinci heyulayı, yani madde ve cisimleri oluşturur. Bu birleşimdeki atomların yoğunluk ve seyrekliği madde türlerinin ve varlık tabakalarının karanlık, aydınlık, ağırlık ve hafiflik gibi özelliklerini belirler.  

4. Halâ. Ezelî bir ilke kabul edilen heyûlânın içinde bulunduğu mutlak mekân ya da boşluk heyulanın içinde bulunduğu bir kap konumundadır. Meşşâî felsefesi evrende boşluğu kabul etmezken Râzî atomizmi benimsediğinden atomların cismi meydana getirmek üzere hareket edebilmeleri için boşluğun bulunmasını bir zorunluluk olarak görür.

5. Dehr. Heyula ve mutlak mekânla birlikte düşünülen dehr, sermed ya da müddet yani mutlak zaman, ezel ve ebedi kuşatan sonsuz-sınırsız zamandır. Mutlak zaman ezelden ebede sürekli akan, felek ve feleğin dönüşü ortadan kalksa bile zihinde sürekli akıp bir cevherdir.  Râzî’ye göre hareketin ölçüsü ya da hareketin sayısı şeklindeki Aristocu zaman tanımı sadece izâfî zamanı ifade eder. Oysa Eflatun’dan gelen ölümsüzlüğün ve ezelîlik tasavvurunun sembolü olan mutlak zaman, Râzî’ye göre kendi teziyle daha çok bağdaşır. 

Bilimler

Ebû Bekir er-Râzî, İslam Felsefe tarihinde tabîiyyûn (natüralistler) akımının kurucusudur. Bu ekole mensup filozoflar, felsefenin özellikle tıp, kimya (simya), botanik, zooloji, matematik ve astronomi alanlarında otoritedirler. Râzî tıp alanında gözlem, deney ve tümevarım yöntemlerine dayanmasıyla tanınmış, bu özelliği İbn Sînâ gibi filozoflar tarafından eleştirilmiştir. el-Hâvî’deki atıflarından anlaşıldığına göre kendisinden önceki bütün medeniyet havzalarında ortaya çıkan tıbbî gelenekleri herhangi birini dışlamadan incelemiştir. Diğer yandan el-Hâvî tıbbî notlar, teşhis, tedavi, patoloji, tiryakler ve eczacılık alanlarında büyük bir derleme sayılır.

Ebû Bekir er-Râzî’nin kimya alanındaki çalışmalarının önemli bir yeri vardır. Değersiz madenleri birtakım işlemlere tâbi tutmak suretiyle onlardan değerli maddeler elde etmenin mümkün olduğuna inanan Râzî’nin Câbir b. Hayyân’ın bu konudaki çalışmalarından büyük ölçüde yararlandığı bilinmektedir. Kindî’nin simyayı reddeden görüşlerini eleştiren Râzî uzun yıllar kimya deneyleriyle uğraşmasının bir sonucu olarak kimyasal maddeleri maden, bitki ve hayvanlardan elde edilenler şeklinde üç kısma ayırmış ve bunların türevlerinden oluşan maddeleri daha alt sınıflara ayırarak kimyasal birleşim ve alaşımdaki işlevlerini tesbit etmiştir. Bu arada gliserin, soda, sirke asidi, alkol, kükürt asit ve nitrik asit gibi kimyasal maddeleri bulmuş olması sebebiyle kimyanın kurucularından kabul edilmiştir.

Ahlak Düşüncesi

Râzî et-Tıbbü'r-rûhânî adlı eserinde bedenle ruh ya da fizyoloji ile psikoloji arasındaki ilişkide ruhun aktif rol oynadığını, ruh sağlığının da belli ahlâk ilkelerine sadakatle kazanılacağını anlatır. es-Sîretü'l-felsefiyye’de Sokrat prototipinde filozofça yaşamanın ne gibi erdemler gerektirdiğini ve normal ahlâkî hayatın temel ilkelerinin nelerden ibaret olduğunu tartışır. Alâmâtü'l-ikbâl ve'd-devle isimli risâlesinde karizmatik bir liderde bulunması gereken ahlâkî ve psikolojik özellikleri on madde halinde sıralamıştır. Ahlâku’t-tabîb adlı eseri hekimlik ahlâkıyla ilgili tespit ve tavsiyelerini içerir. Râzî’nin ahlakı temellendirirken yararlandığı kaynaklar ise Eflatun, Galen, Stoacılık ve Kindî’dir.

Ahlâk psikolojisinde Eflatun’u referans alan Râzî insanda akleden veya ilâhî nefis, öfke veya hayvanî nefis, şehevî veya nebâtî nefis olmak üzere üç çeşit nefis kabul eder.  Nebâtî nefsin işlevi bedeni besleyip gelişim ve üremesini sağlamak, öfkenin kaynaklandığı hayvânî nefsin görevi ise şehevî arzuların üstesinden gelebilmesi için akleden nefse yardımcı olmaktır. Bedenle birlikte nebâtî ve hayvanî nefis ölür, akleden nefis cevheri ise ölümsüzdür.

Râzî’ye göre yaratıcının insana lütfettiği en büyük ve en yararlı nimet, insanı hayvanlardan ayıran bilim ve sanatın kendisiyle yapıldığı ve varlığın kendisiyle tanındığı akıldır.

Öyleyse davranışlarımız akla uygun olduğu ölçüde ahlâkîdir. Aklın işlevini yapmasına engel olan ve onu mahkûm konumuna düşüren ise doğuştan gelen ham duygular ve şehevî istekleri içeren nefsânî arzulardır (hevâ).  Bu engeli aşabilmek için insana irade verilmiştir. İnsan ancak hür iradesiyle yaptığı işlerden sorumludur ve davranışlarının iyi ya da kötü olarak nitelenmesi de irade ile ilgilidir. Öyleyse insanın ahlâkî bir kimlik kazanabilmesi için eğitime ve irade egzersizine ihtiyacı vardır. İnsanlar çoğunlukla akıl ve iradeleriyle değil tutku ve ihtiraslarıyla hareket etseler de mutluluğa giden yol her zaman akıl, bilgi ve güçlü bir iradeden geçer. Ancak erdemli bir filozof, aklını ve iradesini kullanarak arzularını yener ve tam ahlâkî bir hayat yaşar.

Râzî, aklın işlevini yerine getirmesine ve insanın mutluluğuna engel olarak kabul ettiği hazcılığı şiddetle eleştirir. Elem bedeni tabii durumundan çıkarırken haz, bedeni tekrar tabii durumuna döndürür. Böylece sıkıntı ve zahmetlere katlanarak elde edilen maddî hazlar bedenin tabii durumuna dönmesiyle ortadan kalkacağı için kısa sürelidir. Şu halde anlık zevk için onca elem ve gerilime katlanmaya değmez. Hazcılık eleştirisinden hareketle Eflâtun gibi Râzî de aşkı bir tür ruhî hastalık sayar; âşıkları şehvet düşkünü, nefsânî arzuların kulu kölesi olmakla suçlar ve hayvanlardan daha aşağı düzeyde olduklarını söyler.

Râzî’ye göre dinî ve dünyevî her türlü görüş bayağı arzuları kınar. Bununla birlikte bu konuda aklın öngördüğü ölçüyü aşan ve insan onuruyla bağdaşmayan davranışlardan uzak durmak gerekir. Şu halde lezzete baskın gelecek bir acıya katlanmak doğru bir hareket değildir. Aklın ve adaletin hükmüne göre bir insanın tıpkı başkasına olduğu gibi kendine de acı vermeye hakkı yoktur. Meselâ insanın arınma için normal duygularını yok etmek istemesi, bedenine eziyet etmesi, dünyadan el etek çekmesi doğru bir davranış değildir.

Râzî de insanı karamsarlığa sevk edip mutluluğunu engelleyen üzüntü ve ölüm korkusu gibi bazı psikolojik etkenlere dikkat çeker. Üzüntüden kurtulmanın yolu insanın sevdiklerini azaltması ve beklentilerini asgari düzeye çekmesidir. Bu dünyanın değişimi, geçiciliği ve insanın öldükten sonra ahiret hayatının varlığına inanması onun üzüntülerini ve ölüm korkusunu giderecek duygulardır.

Râzî, alışkanlıklar yüzünden insanın kendi hata ve kusurlarını görüp özeleştiri yapması zor olduğundan insanın akıllı ve sağduyulu bir dost edinerek onun eleştirileri doğrultusunda kendine çekidüzen vermesini tavsiye eder. Bununla birlikte Râzî, erdemli bir hayatın ancak bilgi ile aydınlanmak ve adalet ilkesini benimsemekle gerçekleşeceğini savunur.

Öne Çıkan Eserleri

  • et-Tıbbü’r-rûĥânî. (Telif) Ebû Bekir er-Râzî. “et-Tıbb et-Tıbbü’r-rûhânî”. Nşr. Paul Eliezer Kraus. Resâ’il felsefiyye içinde. Kahire, 1939: s. 15-9.
  • es-Sîretü’l-felsefiyye. (Telif) Ebû Bekir er-Râzî. “es-Sîretü’l-felsefiyye”. Nşr. Paul Eliezer Kraus. Resâ’il felsefiyye içinde. Kahire, 1939: s. 99-111.
  • el-Hâvî/el-Câmi‘u’l-Kebîr. (Telif) Ebû Bekir er-Râzî. el-Hâvî. Haydarâbâd, 1955, 1974, 1979.
  • et-Tıbbü’l-Mansûrî. (Telif) Ebû Bekir er-Râzî. et-Tıbbü’l-Mansûrî. G. Collin ve M. Renau. Rabat, 1941.
  • Ahlâku’t-tabîb. (Telif) Ebû Bekir er-Râzî. Ahlâku’t-tabîb. Nşr. Abdüllatîf el-Abd. Kahire, 1397/1977.
  • Kitâbü’ş-Şükûk ‘alâ Câlînûs. (Telif) Ebû Bekir er-Râzî. Kitâbü’ş-Şükûk ‘alâ Câlînûs. Nşr. Mehdî Muhakkık. Tahran, 1993.
  • Kitâb Sırru śınâ ‘ati’t-tıb. (Telif) Ebû Bekir er-Râzî. Kitâb Sırru sınâ‘ati’t-tıb. Nşr. Hâlid Harbî. İskenderiye, ts.
  • Kitâbü’l-Mürşid/ Kitâbü’l-Fuśûl. (Telif) Ebû Bekir er-Râzî. Kitâbü’l-Mürşid. Nşr. Albîr Zekî İskender. Kahire, 1380/1961.
  • Kitâbü’l-Cüderî ve’l-ĥaśba. (Telif) Ebû Bekir er-Râzî. Kitâbü’l-Cüderî ve’l-hasba. Nşr ve Fr. terc. Koning. Leiden, 1766; Ebû Bekir er-Râzî. Kitâbü’l-Cüderî ve’l-hasba. Nşr. Van Dyck. Beyrut, 1872; Ebû Bekir er-Râzî. Kitâbü’l-Cüderî ve’l-hasba. Nşr ve Far. trc. Necmâbâdî. Tahran, 1344.
  • Risâle tecâribü’l-bîmâristân. (Telif) Ebû Bekir er-Râzî. Risâle tecâribü’l-bîmâristân. Nşr. Elbîr Zekî İskender. Mecelletü’l-Meşriķ, sy. 54 [Beyrut 1960]: s. 171-175.

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu