Hayatı

Molla Arrân olarak da anılan Tusî 817 (1404)’de Tus’ta doğdu. Aklî ve naklî ilimleri acem diyarında tahsil ettikten sonra II. Murad döneminin (1421-1451) sonlarına tekabül eden zaman diliminde Osmanlı topraklarına geldi. II. Murad onu babası Çelebi Mehmed’in kurduğu medreseye müderris olarak atadı. Fatih İstanbul’u fethedince onu kurduğu sekiz medreseden biri olan Zeyrek medresesinde, daha sonra da babasının Edirne’de kurduğu medresede görevlendirdi. Fatih Tusî’den  ve Hocazade’den Gazzali’nin Tehafüt’üyle ilgili birer eser kaleme almalarını istedi. İki eser de taltif edilmekle birlikte Hocazade’nin eseri daha çok beğenildi. Bundan dolayı üzülen ve rahatsız olan Tusî memleketine gitti. Bazılarına göre bu, işin görünen vechesi olup onun acem diyarına gitmesinin asıl sebebi tedrisle ve siyasi otoriteyle yakın ilişkiler içerisinde geçen bir dönemin ardından iç dünyasına yönelmekti. Tebriz’de, daha önce kendisinden ders alan Abdullah-ı İlahî (ö. 896/1491) ile karşılaştı. Daha sonra Maveraünnehir’e bölgesine, Semerkant’a giden giden Tusî burada Nakşibendî şeyhlerinden Hâce Ubeydullah Ahrar (ö. 895/1490)’ın halkasına dahil oldu. Vefatına kadar burada kalan Tusî keşfî, zevkî bilgi ve makamlarla hemhal olduğu gibi telif ve tedris faaliyetlerine de devam etti. Rivayete göre Tusî İran’a döndüğünde Ali Kuşçu ile karşılaşmış ve ona nereye gittiğini sormuştur. Ali Kuşçu Rum’a (Osmanlı topraklarına) gittiğini söyleyince Tusi şöyle demiştir: “Köseç’le iyi geçin. Ona Hocazade derler. İnsan onun yanında bildiğini de bilmez hale gelir.” Hocalarına ve tahsil sürecine ilişkin bilgi sahibi olmadığımız Alaeddin Tusî birçok öğrenci yetiştirdi. İbnü’l-Hatib adıyla meşhur olan Hatipzade Muhyiddin (ö. 940/1534), Şerhu’l-Mevakıf üzerine haşiye yazan meşhur Hasan Çelebi (ö. 891/1486), Hayalî (ö. 875/1470), Molla Fenari’nin torunu Alaaddin Ali el-Fenarî (ö. 903/1497) , Simav’lı meşhur sufi Abdullah-ı İlahî (ö. 896/1491) bunların önde gelenleridir. Tusî 887 (1482) yılında Semerkant’ta vefat etti.

Öğretisi

Razi sonrası müteahhirin kelam birikimini tevarüs eden Tusî özellikle Tehafüt’ünde görüldüğü üzere Gazzalî’yi takip ederek ve dinî düşüncenin duyarlılıklarını da dikkate alarak Sünni kelamın klasik doktrinlerini felsefî kavramlarla birleştirmeye çalışmıştır. Diğer şeylerin yanında o mantığın kurallarının, matematik ve astronominin sonuçlarının tartışılmaz olduğunu vurgulamıştır. Vahyin önermeleriyle çelişen noktaların yorumlanması gerektiği kanaatindedir. “Metafizik konularda kesin bilgiye (yakîn) ulaşmak mümkün değildir; ancak en uygun olan bulunabilir” şeklinde bir söz atfedilen Aristoteles’i öven Tusî’ye göre Gazâlî’nin de vurguladığı  gibi, geometri ve astronomi dallarında aklî delilleri oldukça başarılı  bir şekilde kullanan filozoflar ilâhiyyât bahislerinde hataya düşmüşlerdir. Tûsî, Gazâlî’ye uyarak filozofların üç meselede tekfir edilmesi gerektiğini söyler, ancak ilâhî sıfatlar bahsinde filozofların görüşleri sebebiyle tekfir edilmemeleri  gerektiğini, çünkü bu görüşlerin nasslara göre tevil edilebileceğini vurgular. Nefs görüşü açısından felsefî doktrini takip eden Tusî ölümden sonra ruhların yaşadığı, hem bu dünyada hem de ahirette manevî hazların fiziksel olanlardan üstün olduğunu kabul etmektedir. Tusî filozofların ruhanî meadı ileri sürmelerini değil, cismanî haşri inkar etmelerini eleştiri konusu yapmaktadır. Nedensellik söz konusu olduğunda ise o Eşarî teorinin doğruluğunda ısrar etmektedir.   

Tusî’ye göre filozofların bütün görüşlerinin doğru ya da bütün görüşlerinin yanlış olduğu söylenemez. Bazı görüşlerinin doğruluğuna kesin olarak hükmedebiliriz ki ruhanî mead, aklî hazzın cismanî hazdan daha üstün oluşu böyledir. Bazıları kesine yakın bir hükümle doğrudur ki natık nefslerin soyut olması böyledir. Bazıları zan bildirir ki nefsin ilişkili olduğu bedene, beden meydana geldiği zaman bitiştiği (iktırân) iddiası böyledir. Bazılarında tereddüt ederiz ki feleklerin mücerred nefslerinin olması böyledir. Bazılarının kesinlikle yanlışlığına hükmederiz, fakat onları bu noktada tekfir etmeyiz ki mümkün varlıklar arasında nedensellik iddiası böyledir. Çünkü bunu tevlid teorisini ileri süren Mutezile de savunmaktadır. Bazılarının kesin olarak yanlışlığına hükmeder ve bu noktada onları tekfir ederiz ki alemin kıdemi, Allah’tan iradenin olumsuzlanması, Allah’ın tikellere dair bilgisinin nefy edilmesi, cismanî dirilişin inkarı böyledir.        

Metafizik meselelerde sadece aklın yeterli olmadığını söyleyen Tusi vahyin gerekli olduğunu vurgulamaktadır. Ona göre filozoflar ilâhiyyât bahislerinde akla mutlak bağımsızlık vermişler, vahye kulak asmamışlardır. Böylece o dinî düşüncenin duyarlılıklarının dikkate alındığı bir yaklaşıma sahip olup bunu müteahhirin kelamının dil ve yönetimini kullanarak ortaya koymaya çalışmıştır.

Öne Çıkan Eserleri

  • ​  Kitabüz-Zühr/Kitabü’z-Zahire (Tehâfütü’l-Felâsife). (Telif) Tehafütü'l-felasife. Alaeddin Ali b. Muhammed Tusi; thk. Rıza Saade. Beyrut: Dârü'l-Fikri'l-Lübnani, 1990.
  • Haşiye ala Şerhi’l-Mevakıf (Haşiye) Süleymaniye: Carullah 1438/5, 2119.
  • Haşiye alet-Telvih (Haşiye) Süleymaniye: Carullah 1438/3.
  • Haşiye ala Şerhi Muhtasari’l-Müntehâ (Haşiye) Süleymaniye: Carullah 2087/3.
  • Haşiye ala Levamii’l-Esrar (Haşiye) Amasya İl Halk Ktp. 1849.

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu