Hayatı

VIII/XIV. yüzyılın ikinci yarısı ve IX/XV. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşadığı anlaşılan Abdürreşîd el-Bâkuvî’nin hayatı hakkında ayrıntılı bilgiye sahip değiliz. Bio-bibliyografik kaynaklarda geçen kısıtlı bilgilerden ve kendi eserlerindeki kısa notlardan hareketle tam adının Mevlânâ Abdürreşîd Necmeddîn b. Sâlih b. Nûrî et-Tabîb el-Bâkuvî/el-Bâkûî olduğunu söylemek mümkündür. Telhîsü’l-Âsâr adlı eserindeki aktarımına göre, babası Sâlih b. Nûrî, Bakü’de doğmuş ve 806/1403 tarihinde 77 yaşında iken orada vefat etmiştir. Bu bilgiye ve nisbesine bakılırsa Bâkuvî’nin VIII/XIV. Yüzyılın ikinci yarısında Şirvanşahlar Devleti’nin önemli şehirlerinden olan Bakü’de dünyaya geldiği ve hayatının tamamını ya da belli bir dönemini orada geçirdği kuvvetli bir ihtimal olarak değerlendirilebilir. Yine babası için kullandığı el-âlim el-fâzıl el-imâm nitelemelerine ve bölge ahalisi için yaptığı Şâfiî vurgusuna dayanarak Şâfiî mezhebine bağlı âlim bir zatın evladı olarak yetiştiğini ve ilk eğitimini de babasından aldığını ifade etmek mümkündür. Yaşamının geri kalanıyla ilgili başka bir bilgi bulunmasa da hakkında kullanılan el-imâm el-âlim el-fâzıl, zübdetü’l-mütekaddimîn ve efdalü’l-müteahhirîn, Câlînûsü’l-ahd ve’z-zemân, Bukrâtu’l-âvân gibi yüceltici sıfatlar iyi bir öğrenim gördüğüne ve çevresi tarafından en azından tıp alanında saygın bir bilgin olarak tanındığına işaret etmektedir.

Ölüm tarihi belirlenemeyen Abdürreşîd el-Bâkuvî’nin, IX/XV. yüzyılın birinci yarısında Mısır’da vefat ettiği ifade edilmişse de bu bilgi kesin değildir.

Öğretisi

Bâkuvî’nin görüşlerini değerlendirmek için başvurulabilecek birincil kaynaklar, günümüze ulaştığı tespit edilen iki eseridir. Bunlardan ilki düşünürün farmokoloji alanında Arapça kaleme aldığı Kitâbü’l-Edviye’dir. Elimizdeki tek yazma nüshası eserin yazara aidiyetini ortaya koymakla birlikte, telif veya istinsah tarihiyle ilgili herhangi bir bilgi içermemektedir. Yazmanın; yazar ve kitap ismini ihtiva eden zahriye tezhibi ve girişte yer verilen “hükümdarların ve sultanların gözdesi” (muhtârü’l-mülûk ve’s-selâtîn) ifadesi bu nüshanın bir hükümdar için hazırlandığı kanaatini kuvvetlendirmektedir. Fakat ithaf kaydı bulunmadığından/okunamadığından, eserin hangi yönetici için hazırlandığını belirlemek şuan için zordur.

Kitâbü’l-Edviye’nin girişindeki bazı ifadeler, kendisinden önce kaleme alınan benzer eserlerin Bâkuvî tarafından incelendiğine delil olarak gösterilebilir. Müellif herhangi bir esere ismen atıf yapmıyorsa da, başta Ebû Bekir Râzî (ö. 313/925), İbnü’l-Cezzâr (ö. 369/979), İbn Sînâ (ö. 428/1037), Bîrûnî (ö. 453/1061 [?]) ve Endülüslü botanik bilgini İbn Baytar’ın (ö. 646/1248) telifâtı olmak üzere, önceki dönem eserlerden bir kısmını kaynak olarak kullandığı muhtemeldir. Besin değeri taşıyan ve basit ilaçların hazırlanmasında kullanılan bitkilerin alfabetik olarak sıralandığı eserdeki teorik bilgiler 400 civarında görselle desteklenmiştir. Minyatürlerin büyük bir kısmı bitkileri kapsamakla birlikte, aralarında hayvan ve insan görselleri de yer alır.

Bâkuvî’nin fikrî mirasını inceleyebileceğimiz ikinci eser, Arapça telif ettiği coğrafya kitabıdır. Eserin tam olarak ne zaman yazıldığını belirlemek şu an için zordur, ancak içerdiği bilgiler 806/1403 tarihinden sonra tamamlandığını gösterir. Çeşitli kaynaklarda ve kütüphane kayıtlarında kısmen farklı adlandırmalara yer verilse de yazma nüshalarından görüldüğü kadarıyla eserin ismi Telhîsü’l-âsâr’dır. Dîbâçe’de; bu çalışmanın, yazarın kendi gözlemlerine dayalı bilgilerle oluşturulduğu ima edilir. Ne var ki eserin, Zekeriyyâ b. Muhammed el-Kazvînî’nin (ö. 682/1283) Âsârü’l-bilâd ve ahbârü’l-ibâd’ının telhisi olduğu başlık ve muhtevasından anlaşılmaktadır. Bâkuvî, Âsârü’l-bilâd’ın mukaddimesinde kısaltmalara gitmiş, bazı yerleşim birimlerinin iklimlere göre dağılımını değiştirmiş ve 160’tan fazla mıntıkayla ilgili bilgileri tekrar zikretme ihtiyacı duymamıştır. Ayrıca Telhîsü’l-âsâr’ın mevcut nüshalarında harita, şema ve plan tarzında belgeleme çizimlerine yer verilmediği de görülmektedir.

Telhîsü’l-âsâr’da Kazvînî’nin adı anılmadığı gibi, Âsârü’l-bilâd’ın yazılı kaynakları olan İbnü’l-Fakîh (ö. IV/X. yüzyıl), Ebû Hâmid el-Gırnâtî (ö. 565/1169), İbnü’d-Delâî (ö. 478/1085), Yâkût el-Hamevî (ö. 626/1229), Bîrûnî (ö. 453/1061 [?]) ve Mes‘ûdî’nin (ö. 345/956) eserlerine de atıf yapılmamaktadır. Bazı bilgilerin kontrol edilmeden ve iç tutarlılıkları sorgulanmadan aktarıldığı durumlar da vakidir. Örneğin, Mazandaran’ın Rûyân nahiyesinden bahsederken Bâtınîlerin küfrüne ferman vermiş ulemâyı rahmetle anan müellif, Alamut kalesini anlattığı satırlarda Hasan Sabbah’ın hikmet ve fazilet sahibi olduğunu, bu nedenle de Nizâmülmülk tarafından takdir edildiğini aktarmaktadır. Öte yandan Bâkuvî’nin yaşadığı dönem ve bölgeyle ilgili bazı ek bilgilere yer verdiğini, dolayısıyla kendi gözlemlerinden yola çıkarak Kazvînî’nin eserine az da olsa zenginlik kattığını belirtmek gerekir. Ancak bu “güncellemenin” yeterli düzeyde olduğu söylenemez. Örneğin Şirvanşahlar, Karakoyunlu, Timûrlu hükümdarları arasında cereyan eden siyasî olaylara hiç değinmemiş, o dönemde Şirvan’da geniş yayılmış Hurûfîlik düşüncesi ve mensupları hakkında bilgi vermemiştir. Bu eksikliklere rağmen, yazıldıktan bir süre sonra Telhîsü’l-âsâr meçhul bir mütercimin kalemiyle Farsça’ya, 1789 yılında ise Joseph de Guignes tarafından Fransızca’ya çevrilmiştir.

Dîbâçe, mukaddime ve iki fasıldan oluşan Telhîsü’l-âsâr’ın mukaddimesinde bir takım teorik bilgilere yer veren müellif, birinci fasılda bazı bölgelerdeki maden, bitki ve hayvan özelliklerinden kısaca bahsetmiştir. Eserin en geniş kısmını oluşturan ikinci fasılda, önce yerkürenin ekvatorla iki yarım küreye ayrıldığı ve meskun bölgeleri kuşatan yedi iklimin coğrafi dağılımı anlatmış, daha sonra da bu iklimlerin altında yer alan başlıca yerleşim birimlerini alfabetik olarak sıralamıştır. Enlem ve boylam açısından konumları izah edilen nahiye, şehir, kasaba ve köylerin sadece coğrafî özelliklerini aktarmamış, aynı zamanda tarihleri, ilmî ve kültürel hayatlarıyla ilgili bazı tesbitlerde de bulunmuştur. 

Coğrafya kadar kültür tarihi açısından da önem taşıyan Telhîsü’l-âsâr’ın özellikle mukaddime kısmında yer verilen bilgiler, Bâkuvî’nin ahlâk ve siyaset düşüncesine ilişkin bazı ipuçları içermektedir. Büyük bir kısmı Âsârü’l-bilâd’tan alıntılanmış olmakla birlikte, bu bilgiler Bâkuvî’nin Kazvînî ile aynı kanaati paylaştığını gösterir. Güneş ışınları, yağmur, rüzgar vb. doğal etkiler sonucunda yerküresindeki çeşitli bölgelerin farklı özellikler taşımasına dikkat çeken müellif, bütün bunları Allah’ın yaratmasındaki incelikler (letâif) ve hikmet harikaları (acâibü’l-hikme) olarak değerlendirir. Bölgelerdeki maden, bitki ve hayvan çeşitliliğini, hatta insanların âlim, âbid ve sanatkar olarak farklı karakterlere yatkın olmalarını ilahî hikmetin bir gereği olarak ele alır. Bâkuvî, Allah tarafından sosyal bir varlık olarak yaratılan insanın tıpkı diğer canlılar gibi tekbaşına yaşayamayacağının bu nedenle de insanlar arasındaki meslek ve  iş bölümünün gerekliliğinin altını çizmektedir.  Zira şehir ve köylerin oluşumu, insan yaşamının sürdürülmesi için zorunlu olan beslenme, örtünme/giyinme ve barınma/korunma ihtiyaçlarının giderilmesine yönelik faaliyetlerin bir sonucudur.

Bâkuvî; büyük hükümdarların, hakîm/filozof kimselere danışmak suretiyle isabetli kararlar aldıklarını ve böylelikle de fizikî çevre şartlarının en iyi biçimde gözetildiği mamur mekanlar oluşturduklarını vurgular. Ona göre, ideal bir şehrin (medîne) etrafı sur ve hendekle tahkim edilmeli, içerisinde cami, pazar yeri, kervansaray ve hamamlar bulunmalıdır. İdeal şehir/devlet koşullarındaki insan topluluğunu (ictimâ) oluşturan bireyler, sağlam mizaca, güzel ahlâka, sâlih düşünceye ve iyi kavrayışa sahip olur. Allah’ın yardım ve merhameti sayesinde güzel binalar inşa eder, çevreyi bayındır hale getirir, ilim ve sanatta öne çıkarlar. Bâkuvî, söz konusu olumlu nitelikler bağlamında hangi kavimlerden bahsettiğini açıkça belirtmemektedir. Ancak bunların zıttı olarak Deylemliler, Kürtler, Türkmenler ve denizlerde meskun olan kavimleri örnek göstermekte, bu kavimlerden olan kişilerin tabiatlarının düzensiz, akıllarının kıt ve fizyonomilerinin bozuk olduğuna dikkat çekmektedir.

Söz konusu ifadeler, Bâkuvî’nin huyların değişmediği şeklinde bir görüş benimsediği anlamına gelmemektedir. Aksine o, İslâm ahlâk düşünürlerinin büyük çoğunluğunun yaptığı gibi huyları tabiî ve kesbî şeklinde iki kısma ayırmış olmalıdır. Diğer bir ifadeyle; insanın karakterinin eğitim, âdet ve alışkanlıklarla değiştirilebileceği gerçeğine karşı çıkmamakta, sadece insanların bazı fıtrî yatkınlıklara sahip olduklarını düşünmektedir. Bir tabip olması hasebiyle, Galen ve Hipokrat’ın düşüncelerinden beslenen mizaç teorilerinden muhakkak haberdar olan Bâkuvî ahlâkî, fizyonomik ve kültürel özelliklerin fizikî çevre şartlarından etkilendiğini kabul etmektedir.

Öne Çıkan Eserleri

  • Telhîsü’l-Âsâr ve Acâibü’l-Meliki’l-Kahhâr: Bibliotheque Nationale de France, nr. Ar. 2246, 2247; Birnbaum Collection, nr. A36; çev. Joseph de Guignes, “Exposition de ce Qu'il y a de Plus Remarquable sur la Terre et des Merveilles du Roi Tout-puissant, par Abdorraschid, fils de Saleh, fils de Nouri, surnommé Yakouti”, Notices et Extrais des Manuscrits de la Bibliothèque du Roi, Paris 1789, c. 2, s. 386-545; nşr. Ziya Buniyatov, İzdatelsto Nauka, Moskova 1971 (tıpkıbasım); Kitab Telhis el-Asar ve Ecaib el-Melik el-Gehhar (Abidelerin Hülasesi ve Güdretli Hökmdarın Möcüzeleri), çev. Ziya Bünyadov, Şur Neşriyyatı, Bakü 1992.

  • Kitâbü’l-Edviye, Süleymaniye Ktp., Hacı Beşir Ağa, nr. 515.

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu