Hayatı

Abdüllatîf el-Bağdâdî, 557/1162 yılında Bağdât’ta doğmuştur. Bazı kaynakların Şeyh Ebü’l-‘İz el-Mevsılî şeklinde tam ismini verdiği babası Yusuf, Bağdat Nizâmiye Medresesi’nde eğitim görmüş, âlim bir şahsiyettir. Bu durum Bağdâdî’nin ilk eğitim çevresinin oluşmasında önemli bir rol oynamıştır. Zira hocalarının çoğu Kur’an, hadis ve mezhep ilimlerinde Bağdat’ta seçkin bir konumda olan babasının ilmî çevresiyle ilişkili kimselerdir. Hiç şüphesiz bunların başında, babasının Nizâmiye medresesinden yakın dostu olan Kemâleddin el-Enbârî yer alır.  Bağdâdî, Kemâleddin el-Enbârî ve onun öğrencisi Vecihüddin el-Vâsitî’den dil ilimlerini tahsil etmiştir. Ayrıca, el-Vâsıtî’den Râzi’nin el-Havî fi’t-Tıp adlı eserini okuduğunu ve İbn Sînâ’nın el-Kânûn fi’t-tıb eserini kendi başına mütalaa ettiğini bizzat kendisi aktarır. Her ne kadar kaynaklarda Bağdâdî’nin İbn Nâilî’den felsefe okuduğuna dair ifadeler yer alsa da, İbn Sînâ’ya karşı kendi durumunu ortaya koymak için kaleme aldığı otobiyografisinde İbn Nâilî’ye dair ifadeleri son derece olumsuzdur ve İbn Sînâ’nın otobiyografisindeki İbn Nâtılî değerlendirmelerini çağrıştırmaktadır. Ebü’l-Kâsım eş-Şâriî ile Kahire’de yaptığı Fârâbî merkezli okumaları hariç tutulursa, onun felsefe eğitimi özellikle Bağdat’taki ilk gençlik döneminde kendi başına yaptığı (otodidakt) İbn Sînâ okumalarından ibaret olmuştur. Yahut, İbn Sînâ’nın otobiyografisinde felsefe hocalarına özel bir yer vermeyip kendi yeteneğine vurgu yapmasına bir tür nazire olarak o da felsefe hocalarını özellikle zikretmemiştir. Tüm bunlara rağmen Gazzâlî’nin Mekâsıdü’l-Felâsife, Mi‘yârü’l-İlm, Mîzânü’l-Amel ve  Mihakku’n-Nazar adlı eserlerini okuduğunu, İbn Sînâ’nın Necât’ını okuyup ezberlediğini ve Necât’a kıyasla Gazzâlî’nin kitaplarında çok az bilgi olduğunu bizzat ifade eder. İbn Sînâ’nın Kitâbu’ş-Şifâ’sını okuyup istinsah ettiğini, ayrıca onun büyük küçük bütün kitaplarını incelediğini belirtir. Bağdât’taki ilim tahsilinin son döneminde Bağdâdî, meşhur Hristiyan hekim Emînüddevle İbnü’t-Tilmîz’in oğlundan tıp ilmini tahsil etmiştir. 585 yılına gelindiğinde, ömrünün sonuna kadar sürecek ilim yolculuğunun ilk adımını atarak Bağdât’tan ayrılmış ve ilk olarak Musul’a gitmiştir. Burada Kemâleddin b. Yunus ile tanışmıştır. Onun matematik ve fıkıh alanında büyük bir âlim olduğunu fakat kimyaya olan ilgisinden dolayı potansiyelini zâyi ettiğini dile getirir. Kemâleddin’den o sırada hayatta olan Şihâbüddin es-Sühreverdî el-Maktul’ün (ö. 587/1191) eserlerini istemiştir. Fakat Telvihât, Lemehât ve Me‘aric adlı eserleri üzerinden Sühreverdî’ye bakışı son derece olumsuzdur. Sonrasında, sırasıyla Şam, Kudüs ve Kahire’ye gitmiş, bu seyahatlerinde çeşitli vezirlerin yanı sıra Selahaddin Eyyûbî ve oğullarıyla yakın ilişkiler tesis etmiştir. Kahire’de Musa b. Meymûn el-Yahudî ve Ebü’l-Kâsım eş-Şâriî ile tanışmıştır. İlkinin tıp konusunda Galen’in eserlerinden faydalanarak hazırladığı derlemeye işaret etmiştir ki ona göre tıp konusunun üstadı Galen’dir. İkinci isim olan Ebü’l-Kâsım eş-Şâriî’nin Bağdâdî nezdindeki önemi son derece büyüktür. Zira Bağdâdî, onunla tanışana kadar felsefeyi İbn Sînâ’nın eserlerinden ibaret bir şey olarak gördüğünü, Ebü’l-Kâsım eş-Şâriî’nin kendisini Fârâbî’nin ve kudemânın -özellikle İskender Afrodisî ve Themistius’un- eserleriyle tanıştırdığını bizzat dile getirmiştir. Bağdâdî hayatının bundan sonraki döneminde Kudüs ve Şam’a tekrar seyahat etmiştir. Kahire’ye son seyahatinde Mısır’da yaşanan veba salgını ve bunun sonucunda ortaya çıkan iktisadî bunalımı tasvir ettiği meşhur eseri Kitâbü’l-İfâde ve’l-İʿtibar fi’l-ʾUmuri’l-Müşâhede ve’l-Havâdisi’l-Muʿâyene bi-ʾArdi Mısr’ı kaleme almıştır. Hayatının bundan sonraki evresinde Bağdâdî, Erzincan, Erzurum, Kemah, Diyarbakır, Malatya gibi Anadolu vilayetlerine (Bilâd-ı Rûm) seyahatlerde bulunmuş, eserlerini çeşitli emirlere ithaf etmiştir. Halep’e döndükten sonra Bağdat üzerinden Hacc’a gitmeye niyetlenmiş ve yanına Halife Mustansır’a takdim etmek üzere eserlerini de almıştır. Fakat Bağdat’a vardıktan kısa bir süre sonra 12 Muharrem 629/9 Kasım 1231’de vefat etmiş ve Verdiye Mezarlığı’nda babasının yanına defnedilmiştir.

Öğretisi

İslâm dünyasının Bağdat, Musul, Dımeşk, Kudüs, Kahire ve Halep gibi klasik dönem ilim merkezlerinin yanı sıra Selçuklular ile birlikte yeni ilim merkezleri olarak gelişen Erzincan, Erzurum, Malatya gibi Anadolu vilayetlerinde de ikamet etmiş olan Abdüllatîf el-Bağdâdî’nin düşünce dünyası, bu merkezlerdeki çeşitli ekollerle temasa geçerek şekillenmiştir. Bu merkezlerde fıkıh, hadis, matematik, tıp ve felsefede otorite kimselerle temas kurmuş, bazen onlardan etkilenmiş, bazen de onları kıyasıya eleştirmiştir. Hiç kuşku yok ki onun en dikkat çeken yönü, yaşadığı dönemde tanıştığı âlimlerin büyük çoğunluğunu yetersiz bulması ve eleştirmesidir. Çağdaşı olan İbn Ebî Usaybia onun özellikle Acem âlimlerine karşı daha eleştirel bir tutum takındığını zikretse de, aslında Bağdâdî, İbn Sînâ’yı ve dolaylı olarak İbn Sînâ düşüncesiyle ilişkili gördüğü Sühreverdî ve Fahreddin er-Râzî’yi eleştirmektedir.

Bağdâdî’ye Göre Felsefî Araştırma Yöntemi

Abdüllatîf el-Bağdâdî, Kitâbu’n-nasihateyn’de tıp ve felsefe konusunda dönemindeki sahte tabip ve sahte filozofları genişçe tasvir etmektedir. Genel anlamda bir tenkid eseri olan Kitâbu’n-nasihateyn’de, aynı zamanda gerçek bir tabip ve filozofun özelliklerini de okuyucuya sunmuştur. Ona göre felsefî araştırmada kudemânın eserleri belirleyici bir özelliğe sahiptir. Antik düşünürlerin eserlerinden yüz çevirmek felsefî araştırmaların zayıflamasına neden olur. Bu sadette o, İbn Sînâ’nın felsefeye katkısını inkâr etmez, fakat Eflatun ve Aristoteles’in eserleriyle ya da doğrudan Fârâbî’ninkilerle kıyaslandığında, İbn Sînâ’nın eserlerinin yetersiz kaldığını vurgular. Bu bakımdan Bağdâdî felsefî araştırmada Eflâtun ve Aristoteles’in yönteminin takip edilmesi gerektiğini, bunun da Fârâbî üzerinden yapılabileceğini savunur.

Bağdâdî’ye göre, Eflâtun ve talebesi Aristoteles, felsefi araştırmalarında aynı amaca, yani eşyanın hakikatinin bilgisiyle özdeşleşen insan olmak bakımından insanın kemaline yönelirler.  Onların felsefî araştırma yöntemi, yapısı ve eksiksizliği bakımından o kadar mükemmel bir sistemdir ki, sonrakilere, onların düşüncelerini doğru anlamak için eserlerini incelemekten başka bir şey kalmamıştır. Bu araştırma yöntemi başka bir şeye ihtiyaç duymaz ve çürütülemez. Bu nedenle, Bağdâdî’ye göre çağdaşların eserlerinin, kudemânın eserlerine göre daha açık, daha faydalı veya niteliksel olarak daha üstün olduğuna inanmak büyük bir hatadır.

Bağdâdî’nin Metafizik Düşüncesi

Bağdâdî’ye göre, farklı varlık türlerinin farklı nedenleri ve farklı nedenler için farklı ilimler vardır, fakat buna rağmen bütün ilimleri yöneten bir ilk ilim vardır. Bu ilk ilmin diğerlerinin üstünde olmasının nedeni, onun diğer ilimlerin ilkelerini ispatlaması, varlık olmak bakımından varlığı incelemesidir. Ayrıca bu ilim, diğer her şeyin kendisine ihtiyaç duyduğu İlk İlke’ye dair araştırmayı da içerir. Bağdâdî, bu İlk İlke’nin mutlak gaye sebep olduğunu ve bu sebebin ilminin diğer bütün ilimlerden önce gelen “hikmet/felsefe” olduğunu söyler.

Bağdâdî, İlk İlke’yi “Saf Varlık” (el-Vücûdu’l-Mücerred) olarak adlandırır ve O’nu her şeyin amacı, hareketsiz İlk Hareket Ettirici, Saf Fiil, Ezelî, Ebedî ve bilgisi araştırmamızın nihayeti olan İlk İlke olarak tasvir eder. İlk İlke, varlıkların sadece hareketini vermez aynı zamanda onların kemali ve gaye nedenidir. Bağdâdî, İlk İlke’yi aynı zamanda, herhangi bir çokluğa sahip olmayan özü gereği bir olan “Gerçek Bir” (el-Vâhidu’l-Hakk) olarak da adlandırır. Bu bakımdan Gerçek Bir’i bilmenin yolu, belirli bir düzeyde birliğe sahip olan şeyleri bilmekten geçer. Aristo’ya nispet edilen Esulûcya ve el-Îzâh fi’l-hayri’l-mahz (Liber de Causis) gibi kitapların Aristoteles felsefesinin bir parçası olarak okunmasının doğal bir sonucu olarak Bağdâdî’nin metafiziğinde Yeni-Platoncu Bir’in özellikleri, İlk İlke’nin Aristotelesçi karakterine nakledilmiştir. Bağdâdî, Fârâbî çizgisine bağlı kalarak Fi’l-hayri’l-mahz’daki İlk Neden, Bir ve Salt İyi ile Metafizik’in Lambda bölümü üzerine yorumlarında yer alan Aristotelesçi İlk İlke, Hareket Etmeyen Hareket Ettirici ve Faal Akıl arasında bir özdeşlik kurmaya çalışmaktadır. 

Bağdâdî’nin İbn Sînâ Eleştirisi

Bağdâdî’nin İbn Sînâ felsefesine yönelik ilk eleştirisi onun, ahlâk ve siyaset alanını yani amelî felsefeyi eserlerinde neredeyse hiç ele almamasıdır. Bağdâdî’ye göre İbn Sînâ’nın en kapsamlı felsefe eseri olan eş-Şifâ’da Eflâtun’un siyaset, Aristoteles’in ahlâk eserlerine dair meselelerin yer almaması bunun en açık göstergesidir. Bağdâdî bunun nedenini İbn Sînâ’nın amelî felsefeye, hatta genel olarak felsefeye dair bilgisinin yetersiz olmasına bağlar. İkinci olarak, felsefî araştırmada Aristotelesçi kolay olandan zor olan konulara doğru ilerleme yöntemini İbn Sînâ tarafından dikkate alınmamasını eleştirir. Bunu, İbn Sînâ’nın nefs konusunu canlılık konusuna öncelemesine dayandırır.

Bağdâdî, mantık konusunda da İbn Sînâ’ya bir dizi eleştiri yöneltir. Onun beş sanata eserlerinde yeterince yer vermemesi, mantığı kıyastan ibaret olarak görmesi bunlar arasında sayılabilir. Ayrıca İbn Sînâ’nın iki muzaftan birini diğerine dönmeksizin tanımlama iddiasının son derece yersiz ve saçma bulur. Bu konuda onun, cinsi, türü, babayı ve oğlu kendi başına tanımlayarak (mesela babanın tanımını “başka bir canlının nutfesinden yaratılan canlıdır” şeklinde vermesi gibi) bir izafetten kaçıp müşterek isimlerle birlikte dört izafete düşmek olarak değerlendirir. Dolayısıyla ona göre İbn Sînâ’nın tanım olduğunu iddia ettiği şey ancak tanımın tanımı olabilir. 

Bağdâdî, İbn Sînâ’ya yönelik eleştirisinde ayrıntılara girmeksizin genellemeler üzerinden hareket eder ve onun eserlerinin yaygınlığının kendi dönemindeki yanlış eğilimlerin temel sebebi olduğunu söyler.

Diğer taraftan Bağdâdî, Gazzâlî sonrası dönemde dil ilimleri, fıkıh ve hadis ilmindeki otoritesinin yanında döneminin önde gelen tabiplerinden birisidir. Bu bakımdan İbn Sînâ geleneğine yönelik eleştirisi sadece felsefe ile sınırlı olmayıp, tıp konusunda da bu geleneğe karşıdır. Ona göre felsefe ile tıp arasındaki ilişki Aristotelesçi doğa felsefesi ile tıp ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Tıp konusunda İbn Sînâ’ya yönelttiği eleştirilerin temelinde, İbn Sînâ’nın Hipokrat ve Galen gibi kadim otoritelerin yolundan sapması yer almaktadır. Dolayısıyla Bağdâdî, hem felsefede hem de tıpta antik Grek temellerine geri dönüşü savunuyordu. Ona göre felsefede bu dönüşün yolu Fârâbî’den geçmektedir.

Öne Çıkan Eserleri

  • Kitâbü’n-Nasihateyn: thk. Muhammed Kâmil Câd, Maʿhedü’l-Mahtûtâti’l-Arabiyye, Kahire 2017.

  • el-İfâde ve'l-İ‘tibar fi’l-Umûri’l-Müşâhedeti ve’l-Havâdisi’l-Muâyeneti bi Ardi Mısr: thk. Abdurrahman Abdullah eş-Şeyh, el-Hey’etü’l-Mısriyye el-Amme, Kahire 1998.

  • Muhtasar fîmâ Ba‘de’t-Tabîa: thk. Abdurrahman Bedevî, Eflûtîn inde’l-Arab içinde Vekâletü’l-Matbuât, Kuveyt 1977; thk. Abdurrahman Bedevî, el-Eflâtûniyyetü’l-Muhdesetü inde’l-Arab içinde, Vekâletü’l-Matbuât, Kuveyt 1977; thk. Yunus Ecʿûn, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2017.

  • Kelâmü Abdillatif b. Yusuf b. Muhammed b. Ali el-Bağdâdî alâ Şey’in mimmâ Kâlehu İbn Hatîb er-Reyy alâ Ba‘zı Kitâbi’l-Kânûn fi’t-Tıb li İbni Sînâ: Bursa İnebey Yazma Eser Ktp., Hüseyin Çelebi, nr. 823.

  • Makâletün fi’l-Mekân: Bursa İnebey Yazma Eser Ktp., Hüseyin Çelebi, nr. 823.

  • el-Kitâbu’l-Celî fi’l-Hisâbi’l-Hindî: Afyon Gedik Ahmet Paşa Ktp., nr. 17211.

  • Kavlu Abdillatif b. Yusuf alâ Hâli İbn Hatîb er-Reyy fî Tefsîrihi Sûreti’l-İhlâs: Bursa İnebey Yazma Eser Ktp., Hüseyin Çelebi, nr. 823.

    Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu